Muhacirden eşkıyaya: Suriyeli algısı nasıl şeytanlaştırıldı?
İstanbul Valiliği’nin 22.07.2019 tarihinde internet sitesinden duyurmuş olduğu ve uygulamaya aldığı DÜZENSİZ GÖÇLE MÜCADELE başlıklı basın açıklaması kamuoyunda endişe ve kargaşaya neden oldu. Bu açıklamanın ardından gayet zor şartlarda yaşamaya çalışan suriyeli sığınmacıların hayatı iyiden iyiye allak bullak oldu, sokağa çıkamaz ve işe gidip gelemez oldular. Korku içindeler.
Aslında uygulama sadece İstanbul özelinde gerçekleştirilmesi hedeflenen bir uygulama değildi. İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklama tüm Türkiye’deki yabancıları kapsayan bir uygulama olduğunu ortaya koyuyordu.
Ancak İstanbul’da yabancı çok. İstanbul Valiliği tarafından yapılan açıklamaya göre İstanbul’da ikamet izinli 522.381 yabancı uyruklu, geçici koruma kapsamında 547.479 Suriyeli olmak üzere toplam 1.069.860 kayıtlı yabancı bulunmakta. Sebebi basit. İstanbul demek işe erişim imkanı demek.
NEFRET DOLU IRKÇILAR KUMPANYASI
Yine İstanbul Valiliği tarafından yapılan açıklamada “Düzensiz Göçmenler” ifadesi kullanılarak uygulamanın ülkemizde ve İstanbul’da yaşayan Afganistan, Çeçenistan, Özbek, Doğu Türkistan, Filistin vb. uyruklu tüm yabancıları kapsadığı söyleniyordu. Ancak kamuoyunda gayet hızlı biçimde bu uygulamanın muhatabının “Suriyeliler” olduğu kanısı oluştu. Çünkü Suriyelilere karşı nefret kampanyası sürdüren kadrolu adamlar ve onların stabil etkinlikleri ekonomik kriz nedeniyle bir süredir karşılık bulmaya başlamıştı.
İstikrarlı kampanyalarda bütün esmer yabancıları Suriyeli olarak gören ve diğer yabancıların neden olduğu hoşnutsuzlukları da “Suriyeliler”in hesabına yazan, her koşulda Suriyelilere yapılan düşmanlıkları meşru kabul ettirmeye çalışan utanç verici bir kafa var. Eşlikçileri de, her gördükleri olumsuz manzaradan Suriyeli skandalı imal etmeye çalışan siyasetçiler, yalan haberleri yapan gazeteler, gazeteciler, sosyal medya kullanıcıları. Suriyelilerin yediği içtiği, gezdiği, nefes aldığı her yer bu ırkçı kumpanyaya dert oldu. Yaptıkları paylaşımları “vatan sevgisi” ile açıklayıp, eleştirenleri PKK sevici, FETÖ şakşakçısı olarak nitelendirmekten geri durmadılar. Vatanı vatan yapanın üzerinde yaşayanların taşıdığı insani değerler olduğunu bir an bile hatırlamadılar.
O kadar ki, denizin ortasında nargile tüttüren bir adam mı var? “Hadi ‘Besle kargayı oysun gözünü: Suriyeliler denizin keyfini böyle çıkarıyor’ diye haber yapalım” provokasyonlarından bile medet umuldu. Mecaz değil gerçek. Haberi yapan Sözcü grubu gazetelerinden Korkusuz adlı gazeteydi, Suriyeli diye verdikleri isim ise sosyal medyada tanınan Erzin Soylu isimli bir Türk! Son baktığımda Erzin Soylu kendisini “Suriyeli” diye tanıtan gazeteye dava açmaktan bahsediyordu.
“ENSAR” NASIL “VAN HELSİNG” OLDU?
Soruyu sormadan önce hemen bir şerh düşelim: Düzensiz göçün kayıt altına alınması, Türkiye’nin mülteci ve sığınmacı yekununun kontrol edebilmesi lazım, bunda bir sorun yok. Mültecilerin kayıtlı oldukları illere gönderilmesi de anlaşılabilir. 3.5 milyon göçmeni olan bir ülke, meseleyi yönetmeyi göçmenlerini çeşitli yerlere paylaştırarak başarabilir sonuçta. Ancak “sınır dışı etme” uygulaması agresifliktir.
Peki ne oldu da, bugüne kadar polisin kontrollerinde, GBT sorgularında kayıtlı olmadıkları ilde bulundukları net olarak olarak görülen mülteciler (hukuki adıyla göçmen ya da sığınmacılar, siyasi adıyla düne kadar isimleri “misafir” olanlar) pekâla tolere edilen, biz “Entegrasyon sorunu var, bu kadar yabancı göçmen alan bir ülkede bir göç bakanlığının bulunmaması bir sorundur, bu konu ciddi, lütfen daha fazla itina gösterin” diye seslendiğimizde “Yok bir şey abartmayın” diyenler birden bire Suriyelileri karga tulumba toplamaya başladı?
Ensar olduk diye o kadar gurur duyarken, ne ara arazisini çevirdiği çite yaklaşanı elindeki tüfekle kovalayan kovboylara döndük? “Gariban Suriyelileri doyuruyoruz” diye böbürlenirken ne ara Van Helsing’e dönüştük?
İstanbul İstanbul olalı böyle bir kalabalık, böyle bir nüfus yoğunluğu görmedi, tamam. Ama bu kalabalığın gayri resmi nüfusu 20 milyonu bulan bu şehrin bu kadar yoğun olmasının en önemli nedeni İstanbul’a alternatif bir şehrin daha kalkındırılamaması ve janjanlı büyük projelerin lansman ve sunumuyla, dev konut projeleriyle yapılan iç ve dış göç daveti değil miydi? İstanbul çok kalabalık ve yoğun evet, çünkü hem iç hem de dış piyasaya reklamı yapıldı ve bu reklamlar turistik değildi. Görmeye, gezmeye gelin daveti yapmadınız, “kalmaya, yerleşmeye gelin” daveti yaptınız. Kimse kendisini kandırmasın, İstanbul’un kalabalığından ve doku farklılaşmasından Suriyeli sorumlu değil!
O zaman sahi, ne oldu da, işler ilk başlarda süre bile vermeden, mültecileri karga tulumba sınır dışı etme, ırkçıları, yabancı düşmanlarını sevindirme zilletini göze alma noktasına geldi?
Ne olacak…
1) 2011’den beri biriken sorunlar vakitlice alınmayan önlemler ve yapılmayan regülasyonlar, ekonomik darboğazın da arttırdığı yabancı düşmanlığı ile birleşip patlama eşiğini zorlar hale geldi.
2) “Yerel seçim” oldu.
Hükümet yerel seçimlerde bazı şehirleri kaybetmesinin nedeninin kendi hataları olduğunu; kendisini sürekli hataya sevk edenin ise burnunun dibinde duran “çete” olduğunu görmeyi ve kabullenmeyi reddetti ve faturayı Suriyelilere kesti.
BİR KISMI ALINDIKLARINI AİLELERİNE BİLE HABER VEREMEDİ
Uluslararası Mülteci Hakları Derneği’nin yayınladığı rapora göre, İstanbul Valiliği’nin açıklaması ve arkasından sosyal medya ve basına yansıyan olayların ardından derneğin ivedilikle inceleme ve tespit yapmak üzere ekip gönderdiği Öncüpınar sınır kapısındaki tablo şöyle:
- İstanbul’da yakalanan Kimliksiz ve kayıtsız Suriyeliler, Kilis’te bir spor salonu içerisinde bekletilmektedirler. Bu kişilerin şu an için sayısı yaklaşık 200 kişi civarındadır. (Bu rakamın sonraki günlerde 1000’li sayılara ulaştığı aktarılmakta)
- Spor salonunda tutulan Suriyeliler arasında kadın, yaşlı ve çocuk bulunmamakta ve yabancıların yaşları 15-30 arasında değişmektedir.
- İstanbul’dan Kilis yolculuğu sırasında Emniyete verilen talimat uyarınca yemek ve tuvalet ihtiyaçları için mola verilmemiştir.
- Yolculuk sırasında yabancıların elleri plastik kelepçe ile bağlıdır.
- Ancak bunun dışında işkence ve kötü muamele olmayıp spor salonu içerisinde kelepçeleri sökülerek kontrol altında bekletilmekte ve gerekli insani ihtiyaçları karşılanmaktadır.
- Bir kısmı içerisinde bulunduğu durumu ailesine dahi bildirememiştir.
- Uygulama sırasında emniyet güçleri ve ilgili idareler arasında iletişimsizlik gözlemlenmiştir. Zira hiç kimse neyi, ne için, ne kadar süre ile yapacağını bilmemektedir. Bu da kurumlar arasında gerekli koordinasyon ve düzenin sağlanamadığını göstermektedir.
- Gönderildikleri yere ilişkin henüz net bir bilgi mevcut değildir. Emniyet mensupları bu hususta herhangi bir bilgi vermemekte ya da verememektedir. Bu hususa ilişkin araştırmalarımız halen devam etmekte olup bulundukları yerin Öncüpınar Sınır Kapısına yakın olması sebebiyle Fırat Kalkanı ya da Zeytindalı harekatlarının gerçekleştiği coğrafyalara yapılacağı tahmin edilmektedir.
- Sınırdışı işlemlerinin ne zaman gerçekleşeceğine ilişkin herhangi bir bilgi olmayıp dolayısıyla bu kişilerin ne kadar süre ile Spor salonunda tutulacağına ilişkin de herhangi bir bilgi edinilememiştir.
Raporun tamamı için tıklayınZORLA ALINAN İMZALAR GÖNÜLLÜ VERİLMİŞ GİBİ GÖSTERİLİYOR
Sınır dışı işlemleri mültecilerin Fırat Kalkanı ve Zeytindalı harekatları ile müsterih hale getirilmiş bölgelere yapıldığı söylense de, ilk anlarda haber sitelerine yansıyan bilgiler İdlib’e en az 400 kişinin gönderildiği yönündeydi. Hatta ve hatta Amjad Tabliyeh isimli 15 yaşındaki bir gencin, Aksaray’da çalıştığı yerden alınıp, sırf geçici kimliği ve belgeleri o an yanında olmadığı için İdlib yakınlarındaki kampa gönderildiği haberleri büyük bir duyarlılık yarattı. Neyse ki hatadan dönüldü ve Amjad Tabliyeh geri getirildi. Ancak Tabliyeh yalnız değil. İsimleri bilinen bilinmeyen, yıllarca GBT’sine bakılmış ve özel bir arama durumu yoksa alıkonmaksızın serbest bırakılmış Suriyeli sığınmacılar şimdi hafif nitelikteki ihlaller nedeniyle sınır dışı ediliyor. İdari gözetim altında tutuldukları merkezlerde zorla veya bazen “hile ile” ile alınan geri dönüş formu imzaları “gönüllü” olarak imzalanmış gibi gösteriliyor. UMHD’nin raporunda belgelenen en can sıkıcı konulardan biri bu.
YEREL SEÇİM VE EKONOMİK KRİZ
UMHD (Uluslararası Mülteci Hakları Derneği) Başkan yardımcısı avukat İbrahim Ergin şu an sürmekte olan sınır dışı işlemlerini gayri ahlaki ve hukuk dışı bulmakla beraber “Yiğidi öldür hakkını yeme” soğukkanlılığını elden bırakmıyor.
“Aslına bakarsanız bu devletin vatandaşı olanlar olarak yaşadığımız adresi biz de devlete bildirmek zorundayız. Devletin mülteci kitlesini kontrol etmesi gerekir, bunda yadırganacak bir şey yok. Ancak devlet uzun zaman önce yapması gerekenleri yapmadığı için, mülteciler kâh siyasi propaganda malzemesi kâh Avrupa’yı tehdit aracı olarak görüldüğü için şimdi yapılan normal şeyler dahi şok etkisi yaratıyor. Çünkü bu insanlar bunu beklemiyorlardı. İki yıldır geçici kimlik belgesi alamıyorlardı. Çalışma izni almak daha da zordu. Ama müsamaha görüyorlardı. Sonra ekonomik durumun kötü gitmesi, mülteciler üzerine siyasi söylemler, Türkiye’ye sızmış Muhaberat’ın algı operasyonları ve yerel seçimlerdeki başarısızlığın nedeni Suriyeliler önkabulu ile şimdi sınır dışı edilmekle yüz yüze bu insanlar. Hele ilk zamanlar daha agresif bir tutum vardı. Kelepçe takılması gibi. Bunlar valilikçe uyarılarak düzeltildi. Fakat mültecilerin kayıtlı oldukları illere gönderilmesi konusunda bile inanılmaz çelişkiler, uygulama tutarsızlıkları var”.
Ne gibi?
“Mesela İstanbul'da otogar, gar ve havalimanı başta olmak üzere tüm ulaşım vasıtalarında ‘Yol izin belgesi kontrolü’ yapılacak ve İstanbul'a kayıtlı olmayanların kayıtlı bulundukları illere gönderilmesi sağlanacak diye bir talimat var. Ama aynı zamanda otogarlarda bilet satışı yapan yerlere İstanbul’a kayıtlı olmayanlara ‘Bilet satmayın’ diye de bir talimat verilmiş. İnsanlar bilet alamazlarsa kayıtlı oldukları illere nasıl gidecekler? Yürüyerek mi?”
“GÖNDERİLDİKLERİ BÖLGELER GÜVENLİ DEĞİL”
İbrahim Ergin, sınır dışı edilenlerin ağırlıklı olarak Fırat Kalkanı bölgesine gönderileceğinin söylendiğini aktarıyor. Peki Fırat Kalkanı bölgesi ne kadar güvenli?
“Fırat Kalkanı Bölgesinde fiilen savaş yok ama fiilen devlet de yok. Orada adliye yok. Polis yok. Otorite boşluğunu fırsata çeviren çeteler var. Bir insan diğerini öldürdüğünde hesap vermiyor, çünkü hesap soracak merciler yok. Değil İdlib gibi yerlere fiili savaşın olmadığı yerlere gönderilenlerin de can güvenliği yok. Sınır dışı uygulaması ne uluslararası hukuka ne ulusal hukuka ne ahlaka ne de vicdana uygun. Kesinlikle bu uygulamaya son verilmeli.”
SINIR DIŞI KARARLARI HUKUKA AYKIRI
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunun 4. Maddesinin başlığı “Geri gönderme yasağı” şeklinde. Bu maddenin ilk bendi şöyle der: MADDE 4 - (1) Bu Kanun kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez.”
Bu yasağın dayanağını T.C. Anayasasının “yaşam hakkı ve insanlık dışı muamele görmeme hakkını” düzenleyen 17. Maddesi, 90. Madde yönlendirmesi ile iç hukukun parçası olan başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin madde 2 (yaşam hakkı) ve 3 (insanlık dışı muamele görmeme hakkı) düzenlemeleri, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşmenin 33. Maddesi, İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesinin 3. Maddesi ile diğer temel metinler oluşturuyor.
TÜRKİYE YAPTIĞI İYİLİKLERE GÖLGE DÜŞÜRMEMELİ
Sadece birkaç gün içinde 400 Suriyeli, bir suçtan aranmadıkları halde polis kontrolüne kimliksiz yakalandıkları ya da kayıtlı bulundukları şehrin dışına çıktıkları için gözaltına alındı ve apar topar sınır dışı edildi. En az 5 bin mülteci de geri gönderme merkezlerinde sırasını bekliyor…
Bu ülkenin insanlarında “Türkiye onca saldırıyı, iç ve dış müdahaleyi mültecilerin duaları sayesinde atlattı” diye bir inanç vardı. Bu inancın “Madem öyle al evine besle” şeklindeki nobran ve zeka özürlü bir söyleme ve Esad’ın Muhaberat elemanlarının provokasyonlarına yenik düşmesi yeterince kaygı uyandırıcı ve üzücüdür. Zira kimse kimseye “Neden mültecileri evine almadın?” diye sormuyor, kimse kimseden bunu talep etmiyor. Onların da istediği bu değil. Yattıkları yerde para aldıkları koca bir yalan; Suriyeliler girişimci ve çalışan insanlar, hatta gençleri hem okuyor hem çalışıyor. Karıştıkları suçun oranı yüzde bir bile değil. Zeytindalı operasyonunu, Fırat Kalkanı’nı Suriyelilerden oluşan birliklerin yardımıyla gerçekleştirdi bu devlet. “Bizim askerimiz orada ölürken bunlar burada keyif çatıyor” lafı dünyanın en gerizekalı cümlesidir. Çünkü o operasyonlar Suriye’yi kurtarma operasyonları değildi. Suriyelilere sığınacak bir saçak altı vermemiz karşılığında onların Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlama çabasına verdiği destekti. Aralarında büyük şehir yaşamına adapte olamayanları olabilir, bu da doğal.
Geri göndermeyin. Kültür farkının tolere edilebilir olduğu yerlere dağıtıp, oralarda hayatta kalmalarını sağlayın.