Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır’a gitmesi ve beş yıldan fazladır adeta lanetlenen çözüm sürecini bitirenin kendileri değil PKK olduğunu ifade etmesi haliyle politik kamu için oldukça anlam ifade ediyor. Hemen her köşede "Çözüm süreci benzeri bir şey mi olacak?" sorusu soruluyor.

        Başka alametler de var.

        Ayhan Bilgen ve pek kolay tahliye olmayacağına kesin gözüyle bakılan Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun tahliyesi gibi detaylar var mesela.

        Hemen belirtmek isterim ki, sebebi ne olursa olsun bu tahliyeleri sevindirici buluyorum.

        Hakeza, yine sebebi ne olursa olsun Kürt vatandaşlarımızın bir süredir hissettiği bedbinliğin yerini ümitvar soru işaretlerinin alması tersine oranla tercih edeceğim bir durum.

        Ancak yumuşama ya da normalleşme uzunca bir süredir büyük lüks. Elbette kolay değil, en önemlisi her ümidin başına zebani gibi dikilmiş bir ‘güvensizlik’ sorunu var.

        Dolayısıyla hemen herkes ‘acaba’ derken bile korkuyor.

        SARDI KORKULAR…

        REKLAM

        Bir kesim “Çözüm süreci diye bir şey asla yeniden sahneye konamaz, yanlıştı ve yanlışı tekrarlamaktan kimseye bir hayır gelmez” diyor. Onlar yeni bir sürecin başlamasından ve PKK’nın yeniden muhatap alınması ihtimalinden korkuyor.

        Bir kesimözüm süreci yeniden başlayabilir gibi görünüyor, barışın en eksik en kusurlu versiyonunda bile hayır vardır, nasıl olacak belli değil, çok zor ama keşke olsa’ diyor. Onlar bu ihtimalin de boşa çıkacağından, gerçekleşse bile yürümeyeceğinden korkuyor.

        Ama daha geniş bir kesim “Çözüm süreci mi, nasıl yani? HDP’nin kapatılması gündemde, sırf HDP ile yan yana geldi diye CHP’ye yıllarca CHPKK diye hakaret edildi, bütün bunlardan sonra nasıl tekrar adım atılabilir, o kadar kolay mı bunlar olmamış gibi yapmak?” diyor.

        Onlar da bir yılda üç, iki yılda yedi kez diskur değiştirmiş iktidara adapte olmaya çalışırken bir gün motoru yakıp balatayı sıyırmaktan korkuyor. Açık söyleyelim delirmekten korkuyorlar.

        Sonuncu grubun delirmesini daha da kolaylaştıracak bazı şeyler yazacağım maalesef. Spoiler veriyorum ki dayanıklı olmayanlar aramızdan ayrılsın.

        TUTARSIZLIK SADECE KÜÇÜK PARTİLER İÇİN SORUN TEŞKİL EDER

        Zira evet, o kadar kolay bunlar hiç olmamış gibi yapmak.

        İktidar partisinin temel meselelerde bile rahatça diskur değiştirebildiği ve bununla ilgili bir bedel ödemediği/ödemek zorunda kalmadığı unutuluyor mu?

        Tutarlılık yokluğundan dolayı, yapılması muhtemel hamlenin imkansız olduğunu ileri sürmek rasyonalitenin ve etik değerlerin siyaseti kısmen de olsa belirlediği durumlarda geçerlidir. Türkiye’de işler artık öyle yürümüyor.

        REKLAM

        Yani, "Asla olmaz, mümkün değil, kimse bu kadar çelişkiyi kaldıramaz" diyenler yanılıyor.

        Aynı şekliyle olmaz, aynı isimle olmaz, doğru. Çünkü müstakbel ilk seçimde gelen Kürt oylarına karşılık giden Türk oyları söz konusu olabilir vs. Bunları elbette hesap ederler.

        Ama başka bir kontekst ile, demokratikleşme, ayrımcılıkla mücadele, Kürt vatandaşlarımızın kendilerini ‘eşit’ ve ‘özgür’ hissedebileceği bir zemin etrafında; Kürtlerin kalbini kıranlar başkaları imiş gibi yaparak, yeni bir şey denenmesi pekala mümkündür.

        Bunu yapmak için gerekli esneklik, elastikiyet kalmış mıdır, emin değilim.

        Ama ‘tutarsızlık’, AK Parti için sorun değildir.

        Hem çağın hem bu toprakların dayattığı realite, ‘tutarlılık’ meselesini sadece küçük partilerin ya da yeterince ünlü olmayanların zorunluluğu haline getirmiştir.

        O realite nedeniyle, yeterince güçlü ya da büyük isen 180 derece zıt bir yaklaşımı bir anda kendi politik diskurun haline getirebilir, yahut 360 derece dönebilir; köprünün altından geçen sulara aldırmaksızın başladığın yere gelebilirsin.

        Küçük bir parti isen, ya da yeterince güçlü değilsen bırak dönmeyi, kendi söylemine paralel başka bir anlatım tarzı bile “Aaa dün ne dedi, bugün ne diyor?! ” tatavalarına meze olur.

        O yüzden, Kürtler ‘Serok Ahmet’ diye Ahmet Davutoğlu’nu selamladığında bu selamlama, yıllar sonra ittifak ortağı tarafından bölücülüğün nişanesi haline getirilebilir de, Erdoğan’a ‘Serok Erdoğan’ diye ritim tutulması, Erdoğan’ı bölücü yapmaz, ‘kapsayıcı’ bir tutum olarak görülür ve olsa olsa şahsın kendisine ve taraftarlarına memnuniyet verir.

        REKLAM

        Yukarıda bahsettiğim ve ülkemizde fazlasıyla çalışan zımni kural gereği böyle bir ‘süreç’, bir şekilde hayat bulacak olsa sıkışacak olan taraf Millet İttifakı bileşeni partiler ve HDP olacaktır. AKP değil.

        Yeni başlayanlar için açma gereği duydum: Söz konusu durumu doğru bulduğum için değil, olanları olacakların karinesi olarak gördüğüm için hatırlatıyorum.

        Hatırlatmak istediğim bir şey daha var.

        Bundan aylar önce "Muhalif olmak demokrat olmaya yetiyor mu?" diye bir yazı yazmış ve özellikle iki büyük muhalefet partisini ekranlarda temsil edenlerin Kürtleri ‘cepte’ görmeleri nedeniyle diskurlarına dahi bir güncelleme getirmediklerini söylemiş, Kürtlerden oy istemelerine rağmen Kürtlerin hala özlemle andığı çözüm sürecine karşı suçlayıcı ve itham eden bir dil kullanmalarını eleştirmiştim.

        Millet İttifakı'nın potansiyel bileşenleri iktidarın kendileri için kurguladığı gündemin cenderesine düştüler maalesef ve "HDP ile ittifakımız var-HDP ile ittifakımız yok- HDP ile görüşmüyoruz-azıcık görüştük” ile özetlenebilecek bir alanda top çevirdiler.

        Oysa Kürt meselesi de, barış olasılığının derinleştirilmesi için gayret sarf etmek de, prensip olarak parti kapatmalara karşı durmak da, HDP’den büyüktü.

        Kürtler, HDP’ye oy veren 6 milyon insandan daha kalabalıktı.

        Kürt meselesi de bir partinin yapıp ettiklerinden daha büyük ve katmanlıydı.

        Millet İttifak'ını oluşturan ya da oluşturacak olan partilerin bir araya gelip, HDP’ye “Türkiye partisi olma vizyonundan vazgeçme, o doğru bir yoldu, o yolda dirayet göster, söz biz de sana omuz vereceğiz, destek olacağız” diye bir çağrı yapmaları imkansız mıydı mesela? Bu çağrıyı yapsalardı “HDP ile görüştük-yok görüşmedik” mahcubiyeti kendiliğinden gündemden düşmez miydi? Düşerdi, çünkü o ihtimalde gündemi belirleyen o çağrı ve çağrının sahipleri olurdu.

        REKLAM

        Millet İttifakı partileri bir araya geldi ve hep beraber "PKK bir terör örgütüdür ve barışı sağlamak terör örgütünün görevi değildir. Biz kazanırsak, her şeyi PKK’dan beklemeyeceğiz, asıl aktör hükümettir, devlettir. Yeni bir ‘normal’ oluşturmak için devletin yapması gereken şeyler vardır ve o şeyler sadece askeri tedbirden ibaret değildir, şunlardır bunlardır" deyip bir liste sundular mı mesela?

        Sunsalardı, gündemi belirleyen o liste olurdu, iktidar trollerinin hep bir ağızdan bağırdığı ‘chpkk’ nidaları değil.

        Ancak bu ve daha başka pek çok mesele için ortaya bir vizyon koymak herhalde bu partilerin ‘seçim ittifakı’ gibi heyecanı yüksek ama uzun soluklu olmayan bir bir aradalık yerine, ‘siyasi ittifak’ kurmalarını tercih etmelerine bağlıydı.

        O da maalesef olmadı. Biraz iktidarın korkusundan, biraz devletin derin aklının çelik bir kale gibi Cumhur İttifakı'nın arkasında durduğu algısından, milletin korkusundan, biraz da başka sebeplerden.

        Bu konuya devam edelim ve hem o ‘diğer meseleleri’ hem de ‘Millet İttifakı nasıl bir ittifak?’ sorusunu ele alalım…

        Diğer Yazılar