Ekonomik iflas ile kimlik arasında...
Geçtiğimiz Cumartesi günü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığım röportajı sunarken sizlere Diyarbakır izlenimlerimi ayrıca yazma sözü de vermiştim. Kar dolayısıyla şehir dışında mahsur kalışım, art arda iptal edilen uçuşlarım ve gelir gelmez sökün eden sağlık sorunlarım nedeniyle bu yazıyı şimdi yazıyorum. Aradan geçen altı günde öyle farklı şeyler oldu ki, birçok şey anlamını yitirmenin eşiğinde. O kısmı yazının ikinci bölümüne bıraktım.
Habertürk adına Diyarbakır’da Kemal Kılıçdaroğlu’nu takip ederken her aşamada karşıma çıkan şey şehrin iş esnaf üretici kesimindeki sıkışmışlık duygusu oldu.
Muhtarlar, meslek odaları ve STK’larla toplantıda, hizmet sektörü artan enerji fiyatlarından feveran ederken, üreten ekip diken kesim hem artan enerji fiyatlarından hem gübre ve yem fiyatlarından dolayı feveran ediyor. Bir müteahhit 2 milyonluk inşaat sektörünün dahi batma noktasında olduğunu söylüyor, pazarcılarda ayrı dert var, okul servisi işletenlerde ayrı dert.
Ancak tarımda durum daha fecaat.
2002’de 50 bin çiftçi var bu bölgede.
2021’de bu rakam 33 bine inmiş. 17 bin kişi ekmeyi biçmeyi üretmeyi bırakmak zorunda kalmış.
2004 yılında 7 milyon 981 bin dekar tarım alanı var. Bu rakam 2021 yılında 5 milyon dekara düşmüş.
Çiftçinin ekip dikmeyi bırakmasının birincil nedeni enerji fiyatları.
CHP bu konuda güneş panelleri ile ilgili bir videonun lansmanını yaptı ziyaret boyunca. Güneydoğu’daki 6 ile bedava elektrik temin edecek, 5000 megawatt elektrik üretip artanının da satılmasına imkan verecek projenin sadece 3 milyar dolara mâlolacağını, oysa Akkuyu'daki nükleer merkezin 20 milyar dolar gerektirdiğini söylüyor. Güneş panellerinin direkt ve dolaylı yoldan 665 bin kişiye istihdam sağlayacağı anlatılıyor.
Hiç kuşkusuz CHP, düzenlenen toplantılardan birinde katılımcılardan birinin de dediği gibi bir ‘tabela partisi’ idi. Kılıçdaroğlu’nu davulla zurnayla karşılayan kalabalıklar ve daha önce dolmayan salonların şimdi kendiliğinden dolmasının arkasında ise ilk sırada ekonomik ve siyasal darboğaz var. İkinci sırada ise Kılıçdaroğlu’nun helalleşme retoriği geliyor. Kürtlerin helalleşmek için gereksindiği nüvelerin CHP’de olduğunu söylemek pek kolay değil. Ancak Ergenekon’dan çıkış efsanesindeki gibi peşine takılırsanız düze çıkacağınız bir kurt olabilir. CHP değil tabii, Kılıçdaroğlu.
Görünen o ki cumhurbaşkanı adayı olması olasılığı arttıkça ilgi İmamoğlu’ndan Kılıçdaroğlu’na kaymış.
Kimileri CHP’nin Diyarbakır’da bu kadar rahat ve mutantan organizasyon yapabiliyor oluşunu “Eh çünkü HDP ile aralarında gizli ittifak var" teorisine bağlıyor.
Oysa o salonlarda HDP’nin ya da kendisini HDP’nin ideolojisinin tarif ettiği Kürt kimliğine bağlı sayanların çok da hoşnut kalmayacağı şeyler de konuşuldu.
HDP sahiden, “Bizim ailelerimizden PKK’ya katılan var. Bizim için halkın temsilcisidir, sizin için nedir, terörist midir?” sorusuna “Partimiz için PKK terör örgütüdür” diyen ya da “Semra Güzel’in dokunulmazlığının kalkmasına neden evet dediniz?” sorusunu “Elde uzun namlulu silahlarla verilen poz kabul edilmez. Bu fotoğraf benim de olsa kabul edilemez” diye yanıtlayan Kılıçdaroğlu’nu ‘destekliyor’ mu? Eğer bu sorunun cevabını evet olarak verecekseniz HDP çok değişti hükmüne de varmanız gerekir.
Oysa hepimiz biliyoruz ki, durum pek öyle değil.
HDP, PKK’nın geriletilmesini kendisi için bir imkana dönüştürüp, politikalarını Türkiyelileşme siyasetine evirebilirdi, maalesef bu olamadı.
Ortada değişen bir HDP yok.
Son on yılda değişen, değişimin zorunlu olduğunu ve demokratik kriterlere doğru olması gerektiğini kavrayan tek parti CHP oldu. Bu kavrayış gönülsüz ve hatta bazıları için ‘taktik’ düzeyde olsa da bu böyle. CHP, Kılıçdaroğlu’nun görevi devraldığı gündeki CHP değil.
On yıl önce AK Parti hala normalleşme talebinin taşıyıcısı olan bir partiydi. Bugün o misyonu CHP tabanında bulunan ve değişime direnen kitlelerden bağımsız olarak Kılıçdaroğlu ve diğer beş partinin oluşturduğu blok temsil ediyor.
Lakin sınav bir değil, iki değil...
Zira bu yazıya niyetlenildiğinden bugüne kadar geçen bazı şeyler de bunu gösterdi.
Seçim yasası teklifi gibi.
İTTİFAK SİYASET MÜHENDİSLERİNİN DİŞİNİ KAMAŞTIRDI
Güya seçim barajı düşürüldü ama aslında il bazında ittifaka baraj geldi.
Şöyle ki mevcut düzenlemede (D’hont sistemi) ‘artık oylar’ denilen bir olgu var ve bu ittifaka fayda sağlayacak bir olgu.
Ancak değişiklikle Millet İttfakı'nın artık oylardan faydalanması bundan böyle pek mümkün olamayacak.
Bir ilde en çok oyu alan ittifak ise artık oylardan faydalanabiliyordu. Değişiklikle beraber artık oylar o ilde en yüksek oy alan ‘parti’ye gidecek bundan böyle.
Diyelim ki bir ilde parti bazında en çok oy olan parti AK Parti ama iki ittifak arasında en yüksek oyu almış olan ittifak, Millet İttifakı. Artık oylar Millet İttifakı'na değil AK Parti’ye gidecek. Bunun gerçekleşmesi de çok muhtemel çünkü pek çok yerde AK Parti hala birinci parti.
Normal şartlarda belirli illerde Millet İttifakı'na oy getirmesi beklenen küçük partilerin önemi ve etkisi böylece azalıyor. Küçük partilerdeki adaylar CHP ya da İYİ Parti listelerinden seçime katılmaya zorlanıyor (sözgelimi CHP listesinden aday gösterilmiş bir Ayhan Sefer Üstün’e de GP’nin tabanının eli oy vermeye gitmez diye düşünülüyor, aynısı Deva ya da Saadet partileri için de geçerli) ya da CHP ve İYİ Parti içinde "Niye kendi adamlarımız varken küçük ve muhafazakar partilerin isimlerini listelerimize koyalım?" tartışmasının yaşanması isteniyor.
Süper mühendislik değil mi?
Zira iktidar blokunun amacı zaten muhafazakarlardan oy getirebilecek ama daha önemlisi Millet İttifakı'nı sahiden ülkenin değerleriyle kavga etmeyen çoğulcu bir hüviyete büründürecek partileri Millet İttifakı'ndan uzak tutmaktı.
Bu yüzden ‘helalleşme’ çıkışı iktidar blokunu çok rahatsız etmişti. İttifakın bir türlü dağılmaması, nihayet seçime giden yolda altı partinin birlikte sürdürecekleri yürüyüşün zemininin şekilleniyor oluşunu da kamçıyı şaklatma zamanının geldiğinin göstergesi olarak görmüş olmalılar.
Şimdi direkt o muhafazakar partilerin tabanlarının hassasiyetlerine oynanıyor. Yasal görünen ama aslında "Yarışın ortasında bayrak değiştirilmez" şeklindeki etik ve centilmenlik kurallarına tamamen aykırı olan dokunuşlarla.
Kılıçdaroğlu değişiyor, partisi daha yavaş ve gönülsüz değişiyor; onun çabalarına destek veren bir avuç insan var, ondan ötesi, "Valla naapıcaz biz bu değişim işini, acaba nasıl kotaracağız" diye kara kara düşünen ve değişime direnen bir parti gövdesi. Taban zaten “Ben seksen yıllık ev sahibiyim burada ona göre” edasıyla davranıyordu ve Millet İttifakı'nda yer alarak ittifakı anlamlı hale getiren muhafazakar partileri elinde sopayla karşılıyordu. Şartlar böyleyken bir de bu değişiklik teklifi ve içerdiği mühendislik gündemde.
Eğer oyun bozucu, düzeni ‘cover’ eden bir yöntem geliştirilmezse, her parti kimliğine gömülür, partilerin lider ve kurmayları ego savaşına girer ve ülkenin meselesinin ‘particilik’ yaparak aşılamayacağı anlaşılmazsa bu mühendislik işe yarar, altı partinin harcadığı emek, bir araya gelerek verdikleri mesaj berhava olup tarihin tozlu sayfalarına avdet eder.
Top CHP ve İYİ Parti'de. Bakalım nasıl bir yöntem bulacaklar.