Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Karanlıkta yaşam ve Kılıçdaroğlu’nun kesilen elektriği geçtiğimiz günlerin en çok konuşulan konularından biri oldu. Kimileri Kemal Bey’in karanlığın içinden seslenişini ‘muhalefetin siyasetsizlik sorunu’ gibi gördü. Ben ayağına kadar gelen topa vurdu ve top kaleye doğru süzülüyor diyorum.

        Eskiden olsa “Bırakın faturalar biriksin asla elektriğini kesmeyin" diye talimat bile verilirdi.

        Özetle, bu işin sonunun nereye gideceğinden bağımsız olarak, muhalefetin hem de insanların canını yakan bir konuda bu kadar haklı bir alanı kaplamasının önüne geçilirdi.

        Çünkü bakın, günlerdir bu konuşuluyor.

        Kâh Caravaggio tablolarını andıran, kâh elinde fenerle sokaklara çıkıp ‘İnsan arıyorum, insan!’ diye seslenen Diyojen’e gönderme yapan ‘loş ışıktaki fotoğraflar’, Kılıçdaroğlu’nun giderek daha dolu cümleler kurmasına ve misal bu hadiseyi ‘neoliberalizm’ eleştirileriyle çerçeve içine almasına da teğellenerek hayli medyatik ve düşünsel bir kanal açıyor ülkenin geldiği halden yılmış olanlara.

        Kemal Bey’in evinin elektriği kesildiğinden beri insanlar sadece 2021 yılında elektriği kesilmiş 3,5 milyon aboneden bahsediyor.

        Elektriği kesilmiş ev demek, ısınamayan ev halkı demek. Çoğu ev için sıcak suyun olmaması demek. Ödevlerini yapamayan çocuklar demek. Mum ışığında sökük dikmeye çalışan kadınlar demek.

        Bu dertlerin üç bin beş bin değil üç buçuk- dört milyon hanenin başında olması ise milyonlarca insanı etkileyen bu yoksunluk halini tasavvur etmeye kalksak, normalde zorlanırız; kulağımızın kenarında bir kez söylenip geçildiğinde beş dakika sonra şüpheye düşeriz; çünkü insan zihni bu rakamları algılayamaz, bir süre sonra da ‘aklımda yanlış kaldı herhalde’ deyip kendinden şüphe eder.

        Kılıçdaroğlu’nun kesilen elektriği ise tasavvuru zor olanı cisimleştirdi. Herkes birkaç günlüğüne elektriği kesilen evleri hayal etmek zorunda kaldı.

        O yüzden diyorum, eski AK Parti olsa, bu imkan verilmezdi.

        O kadar ki, bir an aklım “İktidar zaten cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını istiyor, o yüzden bu paslar bilinçli olarak veriliyor” şeklindeki komplo teorilerine bile gitti. Yalan yok, ben bile ‘Acaba?’ dedim içimden.

        Ancak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez’in fatura ödemeye direndiği gerekçesiyle elektriği kesilen CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na “O gece elektrikler gerçekten kesik miydi?” diye sorması, devamında da “Kendinizi yine isteyerek ve bilerek karanlığa mı gömdünüz? Yapılan incelemeler sonucu o gün evin elektriği varmış. Ve o gün o evde elektrikler olduğu halde ışıkları neden açmadınız?” şeklinde tweetler atması gösterdi ki, bunlar geç düşen jetonun paraşüt sesleri.

        Ne bilinçli pas vardı, ne bilerek alan açma durumu.

        Ziyaret edilen ve hep beraber karanlıkta oturulan bir hanımın evinde de ‘aslında’ ‘elektrik vardı’ Bakan Bey'e göre.

        Ama ilk itham, Selvi Kılıçdaroğlu’nın üzerine kayıtlı aboneliğe ait makbuzun içerdiği ‘mühürlenme günü ve saati’ ile açığa düştü.

        İkincisi de ziyaret edilen hanımefendinin yaptığı bir video kaydıyla açıklığa kavuştu.

        Eski AK Parti olsa, böyle bir pas vermezdi.

        Zira bakın, bu olay Pençe Kilit’in de, ona mukabil Duran Kalkan’ın o korkunç ve ‘hah biz de tam seni bekliyorduk’ dedirten ‘deja vu’ etkili korkunç açıklamasının da önüne geçti.

        SEÇİM BEYANNAMESİ NE ZAMAN?

        Ancak eğri oturalım, doğru konuşalım, bunlar kısa vadeli başarılar.

        Elbette altılı masadan herhangi bir liderin iktidar aleyhine oluşturduğu herhangi bir gündem, muhalefetin toplam yekununa yarar. Bir süre yarar.

        Ancak tüm bu güncel aktiviteler ve gündem belirlemeler altılı masanın bir seçim beyannamesi üzerinde çalışmaya başlamasının vaktinin çoktan geldiği gerçeğini değiştirmiyor.

        Malum altılı masanın bir handikapı var. O da partilerin yekdiğerinden bağımsız salt kendi çizgilerine göre politika yapamamaları. Geçtiğimiz haftalarda parti liderlerinden biri ideal cumhurbaşkanı adayının nasıl olması gerektiğine dair bir tweet attı, ne olduğunu gördük mesela. Kimse bu fikir Gültekin Uysal’ın kafasından öylece geçmiştir diye düşünmedi, herkes kim adına kime ayar verildi, neden rövanşizme göz kırpılıyor diye düşündü, ben dahil.

        O yüzden, altılı masa liderlerinin birbirlerini ağırlama seremonileri rutin ev gezmesine dönüşmeden, partilerin atayacağı temsilcilerden oluşan heyet gerekirse her gün bir araya gelerek hem güncel gelişmelerle ilgili olarak altılı masanın ortak politikasını belirlemek hem de uzun erimli vaatler, taahhütler üzerine çalışmak zorunda, ki seçim beyannamesi de yavaş yavaş şekillensin.

        Temel Karamollaoğlu’nun bahsettiği ittifak içi ittifak fikri daha genel kabul gören bir senaryo ise o zaman başka. O zaman üç partinin (Gelecek, Deva, Saadet) yine ‘şimdiden’ kendi çizgisini tutumunu ortaya koyan bir kanal oluşturmaya ve mahallelerinden koparacakları oyu maksimize etmeye çalışmaları lazım.

        Ama gördüğüm kadarıyla bu fikir hali hazırda olgunlaşmış değil.

        Altılı masadan üç partiyi kapsayan ‘parantez içi’ bir ittifak daha çıkması sadece AK Parti’den kopma noktasına gelmiş ama kopamayan sağ seçmenin psikolojik engelini aşmak için geliştirilmiş bir yöntem. Ancak ne kadar işe yarayacağı kuşkulu, çünkü güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş mutabakatında ve cumhurbaşkanı adayını belirleme konusunda ittifak-ortaklık devam ederken, salt meclis seçimi için kurulmuş bir parantez içi ittifakın umulanı vereceği kesin değil. Bilakis o seçmen "Sen beni idare mi ediyorsun? Sırtımı mı tapışlıyorsun?" da diyebilir.

        Bana kalırsa en iyi yöntem güçlü olan parti lehine çekilme senaryosu.

        Diğer Yazılar