Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

HAFTA sonu Milano'da Türk Derneği'nin düzenlediği bir partiye katıldım. Milano'nun merkezini oluşturan Duomo Kilisesi'nin hemen yanında Straf Hotel'in barında toplandı herkes. Türkiye'de olsa belki de bir araya gelmeyecek kişiler konu memeleket aşkı olunca bir araya toplandı tabii. Başkonsolosumuz Aylin Sekizkök'ün de katıldığı partide, konukların çoğunluğu üniversite öğrencisiydi ve öğrenciler arasında Seda Sayan'ın oğlu Oğulcan da vardı. Prada'nın pek meşhur, geniş tabanlı ayakkabılarını geçirmiş altına. "Ne kadar şıksın" deyince, "Milano'da kendimi buldum Oben" diye dalgasını geçti. Milano'ya okumak için gelen gençlerin işi zor valla. Bir kere havası o kadar güzel ki Milano'nun, bütün gün bir kafede şarap içerek gün geçirebilirsiniz. Masanıza serçeler konup yemeğinizi paylaşıyor. Ha birde Milano'ya her gidenin Ömer Şenay'ı tanıyor olması lazım! Ömer, eşi İpek Ersoy'la beraber Milano'nun fahri başkanı gibi. Gelen öğrencilerin ev bulmasından okul kayıtlarına kadar o uğraşıyor, hem de karşılıksız. Milano'daki İtalyan-Türk herkesin çok sevdiği biri. Girdiğimiz her mekânın sahibinine sarılıyor, garsonlarla uzun sohbetler ediyor. Genelde Akdeniz insanı olarak anılmamıza çok katılmasam bile Ömer'in ilişkilerini gördükçe "Bazılarımız becerebiliyor demek ki" diye düşünüyorum. Yakında bir danışma ofisi açsa fena olmaz bence. Çünkü ünlüsü-ünsüzü her Milano'ya gelen onun tepesinde...

En iyi İtalyan!

MİLANO'DAKI ilk gecemde en eski restoranlardan La Briciola'yla başladık. Tam eski İtalyan mutfaklarından. Görüntü olarak bizim ikinci sınıf restoranlardan gibi dursa da lezzetler ve fiyatlar lüks sınıfından. İstanbul'da olsa gitmezsiniz çünkü hava atmanız için gerekli olan ihtişamı içermiyor. Sahibi Mario ağır bir Inter fanıymış, bu bilindiği için genelde gelen müşteriler de taraftar olurmuş. Milan takımını tutanların gittiği bir başka restoran da varmış ayrıca. Mekânlar fanatik bir şekilde bölünmüş yani. Mario'yu görseniz, herkesi kapıda karşılıyor, ilgilelniyor. Birileri doğum gününü kutluyordu, elinde makine gitti fotoğraflarını çekti. "Ben mekân sahibiyim, havalı ve dolayısıyla suratsız olmalıyım" gibi bir düşüncesi yok. Sonuç, Milano' nun vazgeçilmezi olmak! Bence değer...

Armani geceleri

GECENİN son durağı Armani Prive'deydi. Yeni açılan Armani Hotel'in altındaki kulüp girdiğiniz anda sizi etkisi altına alıyor. Yerin altında olmasından dolayı düşük tavanları bir süre sonra bana bastı ama içerideki eğlence güzeldi. Pırıltılı elbiseli bir sürü kadının ve boyunlarındaki markalı eşarplarla aşırı şık erkeklerin mekânda dans edişini izlemek eğlenceli. Tabii "italyanlar mı daha iyi eğlenir yoksa biz Türkler mi?" derken içimizden bir arkadaşımızın Armani Casa imzalı olduğunu düşündüğüm sehpalardan birine çıkıp dans etmesi de ayrı bomba oldu. En iyi gecesi perşembe olan kulüp şu an Milano'nun en iyi kulübü olarak anılıyor.

'Akşama Monica Bellucci bizde!'

MİLANO'NUN bana kazandırdığı en önemli şeylerden biri de Zafer Çika oldu. Yine Ömer Şenay'ın sayesinde o tanıştığım Çika'ya ayrı bir hayranlık besledim. Tanışmamızın ilk saniyelerinde "Eşiniz Demet Akbağ'a âşık olabilirim" dedim ama olsun, gerçekleri saklamamak lazım! Demet Hanım'a ayrı bir hayranlığım vardır ama Zafer Bey de gizli kahramanmış meğer. Çeşme'de balık tutarken Demet Hanım'ın İstanbul'dan telefonla arayıp, "Akşama bize kim geliyor biliyor musun; Monica Bellucci" diyerek nispet yapışını bir anlatışı var ki kilometrelerce ötede olduğu için kaçırdığı müthiş yemeğin tirajikomik acısını hissediyorsunuz. O geceye bir de Tarkan eklenince konu daha ağır olmuş tabii.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar