Birkaç cesur kadın
BAZEN o duvarı yıkmak için 19 yaşında bir kostüm asistanı yeterlidir. Hollywood’da başlayan taciz skandallarının, başarı için yönetmenin yatağından geçmenin yazılı olmayan bir kural olduğu Yeşilçam’a ne zaman sıçrayacağını merak ediyordum, çok sürmedi. Yerli #MeToo’nun ilk hedefi Talat Bulut’un “Bütün asistanları öperim” gibi açıklamalarından da anlaşılıyor ki iddialar pek de temelsiz değil.
19 yaşındaki bir genç kızın iddialarının üzeri kolayca kapatılabilirdi belki ama Hande Ataizi gibi ağzına geleni söylemesiyle meşhur ve kimseden çekinmeyen bir başka cesur kadının destek çıkması ona bir koruma kalkanı da oldu.
Şaşırtıcı olmayansa eski ezberlerin, kimi kadınların kadın düşmanlığı. Bin yıldır ortada olmayan ve bir dönem güya mağdurun hakkını aramak için sokakta mikrofonla koşturan Fatma Girik, belki de içinden çıktığı Yeşilçam geleneğine ihanet etmek istemediği için mağduru suçluyor. Bir feminist olmadığını bildiğimiz Seren Serengil ise yine gerçeklerden kopuk, “Neden bu kadar beklemişler ki?” havasında.
MEDYANIN SINAVI
Doğrusu, bu süreçte Türk medyası da iyi bir sınavdan geçiyor. Mağduru karalamıyor, “Şöhret olmak istiyor” diye magazin köpürtmesi yapmıyorlar. Magazin gazetecileri özellikle mağdurun yanında durmaya, “Kadının beyanı esastır” ilkesini sahiplenmeye özen gösteriyor. “Kadının beyanı esastır” iddiaların sorgusuz sualsiz kabul edilmesi değil, sadece baskı ortamında başına gelenleri dile getiremeyen bir mağdurun açıklamalarının incelenmesi, dikkate alınıp araştırılması gerektiği anlamına geliyor.
Hollywood’daki taciz skandalları da birkaç kadının gemileri yakmaya hazır olmaları, mevcut düzende bir daha iş bulamamayı göze almasıyla patladı. Ancak en önemli destekçileri de bu iddiaları şahsi birer beyanın ötesine taşıyan New York Times ve New Yorker gibi medya kuruluşlarının haberciliği oldu.
Pulitzer’la ödüllendirilen bu kurumların yaptığı sadece mağdurların sesini duyurmak değil, tacizin kurumsallaştığını, bunun bir sistem meselesi olduğunu göstermekti. Tıpkı Katolik kilisesindeki papazların küçük erkek çocuklarını taciz etmelerinin sistematik olduğunu ortaya çıkaran başka gazeteciler gibi, Times ve New Yorker da Hollywood’daki taciz vakalarının tekil birer hadise olmadığını ortaya koydu araştırmalarıyla.
Türk gazetecileri Talat Bulut’u kınamanın ötesine geçip Türkiye’de de tacizin yaygınlaştığını ortaya koymalı. Önemli olan Bulut’un tek başına yargılanması, kınanması, bir daha asla iş bulamayacak olması değil, bu kirli düzene indirilecek bir darbe.
MAĞDUR GAZETECİ
Söylemenin yapmaktan daha kolay olduğunu biliyorum. Gazetecilikte çeşitli nedenlerden dolayı soruşturmacı gazeteciliği yok eden bütçe kısıtlamalarının yanı sıra erkek egemen kültürün de direnci büyük bir engel.
Bundan bir süre önce ünlü bir belgeselcinin “Benimle bir serüvene var mısın?” diye taciz ettiği bir genç kadın gazeteciden bahsetmiştim, satır arasında. Belki cesaretlenmesine bir yudum katkım olur diye yazmıştım.
Yazımın üzerine o gazeteci beni aradı. #MeToo hareketi sonrası başından geleni yazmayı düşündüğünü söyledi, ben de bu hikâyeyi mutlaka anlatması gerektiğini belirttim. Ancak son anda vazgeçtiğini, “Kuyruk sallamıştır” denmesinden çekindiğini, medyada yaygın olan mağduru suçlama alışkanlığının henüz bitmediğini anlattı. Bu yüzden de eli kolu bağlıydı.
Doğrusu, kaygılarında haksız da değil. Ama acaba şimdi rüzgâr döner mi?
***********
AMERİKA’NIN İNTİHARLARI
HERHANGİ bir başka ülkede iki ünlü peş peşe kendi hayatlarına son verse bütün dünya intiharı tartışmazdı. Ama Amerika’nın kültürel emperyalizminin etkisi şef Anthony Bourdain ve moda tasarımcısı Kate Spade’in intiharından sonra da bir kez daha belli oldu. Bourdain ve Spade’den hemen önce Aliye Turagay’ın intiharıyla sarsılmıştı İstanbul sosyetesi.
Dikkat edin, önümüzdeki günlerde Türk gazeteleri de dahil olmak üzere dünya basınında sık sık intihar konusunda haberlere, yorumlara rastlayacaksınız.
***********
İSTANBUL’DA BOURDAIN BOYKOTU
YEME-içme konularında uzman yabancı bir yazar önceki gün hatırlattı sohbet esnasında. Meğerse Anthony Bourdain bilmeden İstanbul’daki restoran dünyasında ufak bir sarsıntı yaratmış 2015’teki ziyaretinde.
Türkiye’de kutuplaşmanın doruk noktasına çıktığı o sene Mikla’da, AK Parti’ye oy veren bir işadamıyla buluşmuştu Bourdain. Nuri isimli bu işadamı bir yandan votkaları deviriyor, bir yandan da basın özgürlüğünün çok önemli olmadığını, ekonominin çok iyi gittiğini ve bu yüzden de iktidar partisini desteklediğini söylüyordu. Yaşam tarzına müdahale tartışmalarını da reddediyordu.
BİR NURİ YETTİ
Bourdain de bu sohbetten şaşkınlıkla ayrılmış ama farklı bir görüşü ekrana getirerek dengeli bir yayıncılık yapmıştı.
Meğerse kıyamet sonra kopmuş... Nuri yüzünden insanlar Mikla’yı protesto etmeye başlamış, mail zincirleri kurularak Mikla’ya gitmeme kampanyası yapmışlar. Mikla’nın şefi ve sahibi Mehmet Gürs’ün de bu programdan sonra epey başı ağrımış.
Neyse ki konunun restoranla ilgili olmadığı anlaşıldı da Mikla hâlâ İstanbul’un en iyi lokantalarından biri olarak ayakta.
***********
BU PHOTOSHOP’A NE GEREK VAR?
KEMAL Kılıçdaroğlu’nun insana güven veren bir yüz ifadesi var. Gerçekten babacan, yumuşak ve iyi niyetli olduğu hissi uyanıyor. Bire bir görüştüğünüzde de öyle; yapmacık değil, sahici görünüyor ve bu, fotoğrafa da yansıyor.
CHP’nin yeni seçim kampanyasına bakıyorum... Bir Kemal Kılıçdaroğlu fotoğrafı kullanmışlar, onunla alakası yok. Bıyıklar, saçlar dijital olarak “boyanmış” ve yüz ifadesi de photoshop darbesine kurban gitmiş.
HİÇ BENZEMİYOR
Önce “Bu kim?” diye baktım fotoğrafa, çünkü gerçekten Kılıçdaroğlu’na benzemiyor. Dahası, bu photoshop ürünü şahıs Kılıçdaroğlu’nun saydığım bütün özelliklerinden de yoksun. Hatta tam aksi hisler uyandırıyor.
Kim bu fotoğrafa onay verdi, çok merak ediyorum. Ama bu fotoğraf seçiminin CHP’nin siyasi macerasındaki eksikliklerinden bağımsız değerlendirilemeyeceğini biliyorum.