Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Basının en sevdiği konulardan biri olan CHP’nin başına genel başkan bulma modasına baktıkça siyasetçilerin de siyaset yorumcularının da yeni sistemi pek anlamadıkları ortaya çıkıyor. Oysa ki Erdoğan’ın da ortaya koyduğu gibi gibi artık Türkiye bir şirket gibi yönetilecek, bakanlar da birer yönetim kurulu üyeleri gibi hareket edecek. Eski dönemin aksak yapısının da böyle aşılması planlanıyor.

        Bu yeni sistem ister istemez siyasi partilerin rolünü azaltıyor. Seçimde gördüğümüz gibi 100 bin imzayı toplayan da başkan adayı olabilecek. Bunun için adayın bir parti bağı olması gerekmiyor, hatta dünya siyasetindeki Trump ve Macron örnekleri “dışarıdan” adayların yeni seçmen profilinde daha cazip olduğunu da ortaya koyuyor.

        Bizde de gördük, CHP kendi genel başkanını değil sıradan bir milletvekilini aday gösterdi.

        Bir aralar Kemal Kılıçdaroğlu’nu küçümsemek için “CHP noteri” gibi ifadeler kullanılırdı. Espri adeta gerçek oldu, sadece CHP değil diğer partilerin genel başkanlık makamı da bir anlamda noterlik bürosu gibi artık.

        TAM BİR MEMUR

        Bürokrasiden gelen Kemal Kılıçdaroğlu’nun yer yer bir memur gibi davranması eleştiri konusu oldu ya, aslında yeni sistemde CHP’nin ihtiyacı olan tam da onun gibi birisi. Etrafına topladığı ve her biri “Bizimkiler” dizisindeki muhasebeci Ergun karakterini andıran Bülent Tezcan ve Engin Altay gibi sınırlı yetki ve kapasitedeki isimlerde partideki evrak trafiğini kontrol edecek, bütçeyi denetleyecek, mesai saati bitiminde de ışıkları kapatıp “daire”den evine dönecek biri artık CHP başkanı. Siyasetteki etki ve önemi o kadar.

        Parti Meclisi milletvekili listelerini belirlemek için tam yetkiyi genel başkana veriyor. Bu görünürde bir güç olabilir, ama yeni sistemde milletvekillerinin de fonksiyonu epey sınırlı. Gerçi bu sisteme geçilmeden önce bile CHP’nin 15 milletvekilini istediği gibi oynatabildiğini gördük.

        Asıl önemli olan ülke yönetimi ve Başkanlık makamı. Buradaki “yönetim kurulu”na bile giremiyor milletvekilleri. Sadece Meclis’te çoğunluğu elde ettikleri halde sınırlı bir denetim yetkileri var.

        Kemal Kılıçdaroğlu işte tam da yeni sisteme göre CHP’de olması gerektiği gibi bir yönetici. Herhalde, bundan sonra siyasette bir iddiası olmayacağını da biliyor. Ama koltuğunu koruyup partiyi denetlemesinde, bürokratik işleri yapmasında ne gibi bir sakınca var? Üstelik SSK tecrübesiyle bu trafik polisliğini yapacak en yetkin isim. Değişen taşlar tam da ona hak ettiği görevi veriyor.

        YENİ BİR HAREKET

        Bu aynı zamanda bir fırsat da. Kimi milletvekilleri ve siyasetçi adayları Kılıçdaroğlu parti içi işlerle uğraşırken eğer güçleri ve vizyonları yeterliyse Türkiye’yi dolaşabilir, kendi tabanlarını oluşturabilir ve siyasette iddialı olabilirler. Yeni sistem bilinmeyen, denenmeyen insanlara bu imkanı tanıyor.

        Muhalefet partilerinin asıl konsantre olması gereken de böyle bir alternatif siyaset ve kadro sunup seçmenin karşısına çıkmak. Beş senelik bir vakit var önlerinde, asıl önemli olan genel başkanlık değil. Ama tabii CHP’lilerin önceliği de bu değil. Küçük iktidar odaklarına bir-iki garanti belediyedeki ihale trafiğini yönetmek ülkeye hizmetten daha öncelikli.

        Kemal Kılıçdaroğlu belki mükemmel değil, ama o gider de yerine Muharrem İnce gibi siyaseten nerede durduğu belli olmayan, herhangi bir devlet tecrübesinden yoksun bir parti başkanı gelirse daha kaç Battal İlgezdi çıkar diye endişe ediyorum. Gelen gideni aratır, diye güzel bir laf var ya…

        ***

        İşte bir CHP’li belediye örneği

        Türkiye’nin en güzel plajlarından biri olan Ilıca sahili halkın (ve hatta vatandaşın) “beach club”lara teslim olmadan denize girebildiği nadir yerlerden biri Çeşme’de. Hava rüzgarlı olduğunda Malibu sahillerini andırıyor dalgalarıyla, rüzgar tersten estiğindeyse dümdüz bir göl gibi.

        Denizin içi mükemmel, ama kum hala çöp yığını. Plajın kimi kapılarından girince yerlerde birikmiş çöplerden yürümek mümkün değil.

        Yıllar önce Uğur Dündar sabah erkenden plajda çöp toplama kampanyası başlatmış, duruma dikkat çekmişti. Bir kişinin çabasıyla çözülmüyor ama. Dündar’ın öncülüğünün devamı gelmedi.

        Bunun bir yerel yönetim girişimi olması gerekiyor. Halkı plajlarda çöp bırakmamak uzun süreli bir eğitim, ama o bilinç oturana kadar da yapılacak işler var.

        Belediye insanların çöplerini toplayabilir elbette, ama daha kalıcı çözüm zabıta dikip sahilde çöplerini bırakanlara astronomik ceza kesmek olabilir. Devletin çeşitli kurumlarıyla koordinasyon sağlanıp plajların temizliğini sağlamak çok zor olmasa gerek.

        Bunun için de belediye başkanının girişimci olması, kurumları biraraya getirmesi gerekiyor.

        NALBUR KOOPERATİF DERDİNDE

        Ama Çeşme’nin nalbur başkanı ne yapıyor dersiniz?

        Reisdere’de 412 konutluk kooperatif yaptıracağını açıklıyor. Çeşme’de yeteri kadar inşaat yapılmamış gibi hala gözünü betona, yapılaşmaya dikiyor. E nalbur işte, çivi sattıkça para kazanıyor ne de olsa. Adının bulaştığı onca yolsuzluk iddialarını önemsemeden de cüretkarca bu yeni inşaat projesini duyuruyor.

        Temsili bir örnek olarak Çeşme belediyesini gündeme getirmem boşuna değil.

        CHP’li belediyeler başka partilerde eleştirdiğinin bin beterini yapıyor, bunu da kendilerini daha temiz ve ahlaklıymış gibi göstererek seçmeni kandırıyor. Boşuna “Belediye başkanları atansın” diye bir tartışma başlatalım demiyorum.

        Diğer Yazılar