Kadın şarkıları, erkek şarkıları
Belki bugüne kadar Nazan Öncel’in yaptığı en iyi şarkı, hiç tartışmasız Ayşegül Aldinç’in diskografisinde apayrı bir yeri olan “Beni Hatırla” yıllar sonra yeniden yorumlandı. Nazan Öncel şarkılarını başka şarkıcıların söylediği albümde Sıla’nın payına düşmüş bu parça. Genel olarak beğenildiğini anlıyorum etraftan. Zaten Sıla’ya böyle sonsuz bir kredi veriliyor sanki, ne yapsa yanlış yapmazmış gibi.
Yaşını hiçbir zaman bilmediğimiz Ayşegül Aldinç’in 80’lerde TRT ekranındaki deri kıyafetleri ve dönemin modasına uygun abartılı kıvırcık saç modelini bırakıp kendini yeniden yarattığı döneme denk geliyor bu şarkı. Bu “genç kadın” imajı üzerinde epey çalışılmış ve tutmuştu.
Nazan Öncel’den alınan “Beni Hatırla”nın da bu kariyer dirilişinde yeri önemliydi. Toprak Sergen’in rallici sevgiliyi oynadığı ve sonunda kazada öldüğü klip durmadan televizyonda döner, belleğimize kazınırdı 90’ların ortasında.
Ayşegül Aldinç’in yorumculuğuna laf söylenemez. Ama “hislenerek söylemiş” gibi bir klişeye başvuracaksak sahiden bu şarkıyla özdeşlemiş, sözlerini inanarak vurgulamış, şarkıdaki kadının kırılgan ve zayıf halini mükemmel yansıttığı aşikar.
Bir kadın tarafından yazılan ve bugüne kadar üç ayrı kadının yorumladığı “Beni Hatırla” bir kadın şarkısı mıydı ama emin değilim.
ŞARKILARA CİNSİYET AYRIMI
Pop şarkılarının, hele hele cinsiyet belirten zamirin kullanılmadığı Türkçede cinsiyeti var mıdır? Menajerleri zamanında Levent Yüksel’e “Sen kadın şarkılarını çok iyi söylüyorsun” diye “Kadın Şarkıları” diye bir albüm yaptırmıştı. Ortak bir hissi bütünlüğü bulunmayan, kimilerinin sözlerini de erkeklerin yazdığı, Yüksel’in yeniden yorumladığı şarkıların tek özelliği daha önce kadınlar tarafından söylenmiş olmalarıydı. O da pek ruh katmadan, cinsiyetiyle oynamadan, dümdüz okumuştu.
Eğer şarkılara eski dünyanın tuvaletleri gibi pipo ve topuklu ayakkabı işaretleriyle cinsiyet ayrımı getireceksek Candan Erçetin’in 1997’de yaptığı “Onlar Yanlış Biliyor” belki de “kadın şarkısı” kategorisinde zirveye oynayabilir. Oysa sözler “Sinan” imzasını kullanan Erçetin’in sevgilisi Hakan Karahan’ın ve her bir satırında erkek bakış açısını yansıtıyor. “Onlar yanlış biliyor, kimsenin suçu değil bu, onun suçu değil bu” diye Türk toplumunda yaygın olarak kabul edilen kadını suçlama kolaycılığına itiraz ediyor. “Arkadaşlar nefretle buna o sebep diyor” dizesinden de bunu anlamak mümkün.
Candan Erçetin de tıpkı Aldinç gibi inanarak söylediği için sahiplenip dönüştürüyor erkeğin sözlerini, kadınlaştırıyor.
“Beni Hatırla”nın Ayşegül Aldinç yorumu daha ortada. Kağıt üzerinde bir intikam, kadının galibiyeti gibi. Ama Aldinç meydan okuyan kadının bastırmaya çalıştığı acısını da yansıtıyor. Şarkının düz okuması söz gelimi Sezen Aksu’nun “Beni Unutma” derken erkeğe yalvardığı çaresizlikte değil. Klipte sevgilisinin arkasından yas tutan karakterin aksine, şarkı bırakılan erkeğe beddualar dolu: “Depremler olsun üst üste, sonra kahrından öl.”
Her yere çekilebilir: Kadının erkeğe lanet okuması da olabilir, “Yıkılmadım Ayaktayım”la “I Will Survive” arasında bir durakta örtülü bir acı olduğu da düşünebilir. Aldinç ikinci yolu tercih ediyor. Kadının kırılganlığı, hatta şarkının kadınlığı da Aldinç’in yorumunda ancak kendini belli ediyor. Doğrusu, şarkının sahibi Nazan Öncel’in kendi yorumu bile cılız yanında.
RUHSUZ VE DÖVEREK SÖYLÜYOR
Şimdi Sıla alıp bambaşka bir yere götürmüş “Beni Hatırla”yı. Döverek söylüyor adeta. Aldinç’in feminenliğine karşı olabildiğince maskulen; duygular, acılar falan bir yana bir kasap hissiyatında. Bu “butch” ton olabildiğince hissiz, düz ve herhangi bir kırılganlıktan nasibini almamış.
(15 Temmuz mitingine katılmadığı için bir “entelektüel kredisi” var sanırım Sıla’nın; yere göğe sığdırılamıyor entelektüel çevrelerde.)
Şarkının kadını, erkeği olsa bile çok da fark etmediğine iyi bir örnek verebilirim. Serge Gainsbourg ve Jane Birkin’in bir kadınla erkeğin cinsel birleşmesini anlatan “Je t’aime… moi non plus” klasiğini Cat Power ve Karen Elson hem de İngilizce yorumladıklarında (“I Love You (Me Either)”) hikayeyi ateşli bir lezbiyen aşkına dönüştürmüşlerdi. Nazan Öncel eğer “Beni Hatırla”yı Tarkan’a verseydi iç çekişleri ve zorlama nefes alışverişleriyle “fotoğraftaki arkadaşına” yazılmış gibi söylerdi.
Sıla’nın elinde tarihi bir fırsat vardı. Belli ki şarkıya inanmamış, özdeşleşmemiş, 90’larda Andon gibi Beyoğlu’nda canlı müzik yapılan yerlerde rutin olarak başkalarının şarkılarını seslendiren bar şarkıcılarından çok ileri gitmemiş buzdolabı soğukluğundaki sesiyle. Sabaha karşı 3 gibi, çok alkollü olunca her şey kulağa güzel gelir sonuçta.
***
Bana bir masal anlat Mirgün
Üzerinde daha ayrıntılı yazmak istiyorum ama bir süredir elim de gitmiyor. Mirgün Cabas’ın Can Kozanoğlu’yla yaptığı söyleşi kitabını yaz ortasında birkaç günde bitirdim. Türk entelektüelinin günümüzdeki duruşu, ruh hali ve rolü üzerinde tartışılması gereken unsurlar barındırıyor içinde. Çıkalı birkaç ay olan kitabın böyle bir tartışmayı açmamasına hayret ediyorum. Galiba bu iş de bana kalacak…
Bu söylediğim kitabın yanıtları veren tarafını ilgilendiriyor. Can Kozanoğlu’nu…
Bir de soruları soran var, Mirgün Cabas… Onunla ilgili kitapta tek bir cümleye takıldım. Bir ara medyaya geri dönmekten, yeniden gazetecilik yapmaktan bahsediyor.
“Bu işin nasıl yapılabileceğini göstermek için…” diyor.
İşte bu kendi tarihini yeniden yazma imtiyazını elinden almak istiyorum. Medyada kapıların sonuna kadar açıldığı, sonsuz kredi verilen, her türlü şansın tanındığı bir gazeteci Mirgün Cabas… Doğrusu, 20 yılda ne yapmış da bir gün geri dönüp nasıl yapılacağını gösterecek merak ediyorum.
Bu kendini bilmez cürete her zaman hayran kaldım. Kamera mı bu çocukları gerçeklerden koparıyor?
Televizyon gazeteciliğini spikerliğe indiren NTV makinesinde yaptığı medya programında Türkiye’yi çürüten FETÖ aydınlarını, helikopter hadisesine kadar Taraf’çıları ağırlayan birini hatırlıyorum ben Mirgün Cabas dendiğinde.
Kendisini “sansür mağduru” olarak sunarken bile kapıyı vurup çıkmayan bedel ödemektense Ewan McGregor’dan çaldığı konseptle motosiklet üzerinde gezi programı yapmayı, erkek dergisi yönetmeyi tercih eden “kahraman gazeteci” yakın tarih gözümün önüne geliyor. Can Kozanoğlu kitapta yazılarında çift tırnak kullananlardan hoşlanmadığını, ne amaçla kullandıklarını anlamadıklarını söylüyor. Buraya not düşeyim: “Kahraman” ve “gazeteci” derken ironi yapıyorum. Üzgünüm, 100’ün üzerinde gazetecinin hapiste olduğu yılları Lucca’da geçiren birine gönlümden daha fazlasını söylemek gelmiyor.
“Bu işin nasıl yapılabileceğini” gösterecekmiş. Sağ olsun, ben gördüm.