Yeter ki milyarlar gelsin
New York’a taşınanların çok iyi bildiği gibi emlakçılardan uzak durmak gerekir. Emlakçılar Lobisi’nden (kesin vardır) tepki toplamamak için açıklama yapmalıyım: New York’taki emlakçılardan bahsediyorum ve aralarında işlerini düzgün yapan bir-iki kişi de kesin vardır diye kendimi sağlama alayım. Ama nedense o düzgün emlakçılara rastlamak pek mümkün olmuyor.
İşsizliğini emlakçılık ruhsatı alarak gizlemeye çalışan ve meslek sahibiymiş gibi gözüken lise mezunu gençten tutun da milyarlarla oynayan, habire kentin çeşitli yerlerine bina diken emlak imparatorlarının ortak özelliği insan kandırmadaki becerilerdir. Bir anlık dalgınlığınızda usta bir yankesici gibi çarpıverirler. Tahtakurularının, sıçanların yuva yaptığı apartman dairelerini “lüks rezidans” gibi sunan, elbise dolabına servet isteyip birbirinden iğrenç alternatifler gösterenler onlardır.
Sonunda insanı ehven-i şer’e razı ederler. “Bari fare yok, bari camı duvara bakmıyor” diye teslim olursunuz ve bir süre sonra da alışırsınız.
Ufak ufak ev kiralamayla başlayan emlakçıların başarılı olanları zamanla kentin “soylulaştırma” projelerinden servet yapar. Fakir insanları evlerinden etmek, bina sahiplerine büyük paralar önerip yaşayanları sokağa atmak, boya badana gibi makyajlarla binayı “upgrade” ettiklerini söyleyerek aidatı artırmak kurnaz taktiklerinden sadece birkaçı.
Makul, asgari bir ahlak standardı olan birinin yüzüne bakmayacağı bir tiptir New York’un emlakçısı. Gelin görün ki hayat insanı onlarla sık sık muhatap olmaya zorlar.
ESNAF SİYASETİ
New York’lu sahtekar bir emlakçı tipolojisine her bakımdan uyan Donald Trump şimdi Beyaz Saray’ı da bir emlak ofisi gibi yönetiyor. Tıpkı daire sattığı günlerdeki gibi herhangi bir ahlaki ve insani standardın kendisini bağlamadığını düşünüyor ve bunun bir siyasi taktik olduğunu da seçmene kabullendirdi.
Yönettiği toplum da liderinin koyduğu o düşük ahlaki çıtaya uyuyor.
Trump’ın Suudi Arabistan prensiyle Beyaz Saray’da yaptığı görüşme esnaf kurnazlığının belgesi. Elindeki kartondan Suudilerin alacağı silahları ve fiyatlarını gazetecilere gösteriyor. Bir milyar dolar, 500 milyon dolar gibi abartılı rakamları sayarken Prens’e dönüp “Bunlar sizin için para bile değil” diyor. Adeta Kapalıçarşı esnafı, o günkü cirosu dışında hiçbir şey umurunda değil: Taklit, bozuk, kullanılmış, hatta çalıntı mal da kakalar, yeter ki parasını peşin alsın.
Cemal Kaşıkçı olayı da kapatılacak.
Batılı ülkeler kendi tek bir vatandaşlarının ölümünü yüz, belki de bin üçüncü dünyalıya eşit sayar zaten. İran’ın Amerikan Büyükelçiliği çalışanlarını rehine tutması dünya savaşı nedeni olurken Afrika’daki soykırım girişimlerine pek ses çıkarılmaz. Tıpkı uyduruk bir rahibin uluslararası krize neden olması gibi: Amerikalı olmasa kimse umursamazdı.
Nitekim Kaşıkçı hakkında Trump’ın ilk verdiği tepki “Amerikan vatandaşı değil, di mi?” oldu. Ardından Araplarla 110 milyar dolarlık anlaşmaları olduğunu, bir adam için bu köprüleri yakamayacağını söylüyor. Açık açık, hiç çekinmeden ve hemen ilk anda. Zaten aklına geleni söylemeyi de kendi samimi özelliği olarak kabul ettirdi çoktandır.
Türkiye’nin ne yapması gerekiyordu?
Esnafın dünya yönetimine ait olduğu bir süreçte oyunu kuralına göre oynamak, esnafa anladığı dilden karşılık vermek en pratik yöntem. Kiralık ev de arasanız, devlet de yönetseniz normal şartlarda kapıdan sokmayacağınız bu emlakçılarla muhatap olmak zorundasınız; evsiz kalmaktan iyidir.
Brunson’ı yollayan Türkiye başındaki lüzumsuz bir dertten kurtuldu. Tutmakta haklıydı ama ödenecek bedele de değmezdi. Zaten daha şimdiden doların düşmesi sevinç yaratıyor, Trump’ın Türkiye’ye yönelik sevgi sözcükleri de umut veriyor. Bir süre sonra “Ama hukuk devleti” diyen hassasiyet de susuverir.
NE DEĞİŞTİ?
Kaşıkçı ABD’nin bir “elit hassasiyeti” sadece. İş bitirici Trump milyarları getirsin, seçmenin umurunda değil bu vahşi cinayet. Barack Obama benzer silah anlaşmalarıyla Arap parasından nasiplenmek istediğinde bugünkü Trump karşıtlarının Suudi Arabistan’a yönelik demokratik hassasiyetleri yoktu.
Dünden bugüne değişen kapalı kapılar ardında dönen, gizlenen, ayıp olmasın diye hassasiyet sürü verilerek kamuoyuna farklı anlatılan pazarlıkların şimdi alenileşmesi. Obama’nın farkı Trump’dan biraz daha şık ve kibar olmasıydı, yoksa o da bir üçüncü dünyalı uğruna milyarları riske edemezdi.
Bir de “kamuoyunun hassasiyetlerini gözetme” diye bir tabir vardı siyasette…
Şimdi öyle bir kamuoyu da kalmadı, kamuoyu da kendi çıkarlarının hassasiyetlerinin üstünde tutmayı öğrendi.
***
Bir gün ara ve ev ödevi
Yarın bir seyahatte olacağım, o yüzden yokum. Yokluğumda Netflix’teki “Private Life” filmini izleyin, sonra üzerinde konuşuruz.