Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Adı devlet tarafından ne konursa konsun üçüncü havalimanın adı halkın ağzında yer ettiği şekilde anılacaktı. Ya yeni havalimanı, ya da üçüncü… Tıpkı birinci köprü, ikinci köprü gibi. Zaten bu isim işinin uzaması, üçüncü havalimanını yapanların inşaat sürecinde İstanbul Yeni Havalimanı adını kullanması belli ölçüde markalaşmaya yol açmıştı.

        Havalimanın adı Atatürk de olabilirdi kuşkusuz. Teknik olarak mümkündü. IST olan kodun taşınması gibi adı da aynen yeni havalimanına aktarılabilirdi. Ancak bu durumda da bir sürü lüzumsuz siyasi tartışma yaşanacaktı. En başta da ulusalcılar iktidarı kontrol ettiklerini düşünüp kendi kendilerini gaza getireceklerdi. İktidarın böyle bir görüntü vermemek haklı bir tercihi. Ama daha da önemlisi bir kez daha Atatürk gündelik siyasi tartışmalara malzeme edilecekti.

        Atatürk’ün dahil edildiği bütün tartışmalarda olduğu gibi zaten fazlasıyla kutuplaşmış ve birbirine tahammül edemeyen toplum bir kez daha gerilecek, bölünme biraz daha derinleşecekti. Onun yerine gayet sorunsuz, basit bir çözüm bulundu. Kimsenin itiraz etmeyeceği, kimsenin başının ağrımayacağı.

        ULUSALCILARIN PSİKOLOJİK ZAFERİ

        Doğrusu, bu adımı 24 Haziran’dan beri Türkiye’nin en çok ihtiyacı olan yumuşama ve uzlaşma sürecinin bir devamı olarak yorumlamak istiyorum. İster reklam deyin, ister siyasi strateji; reklam ve strateji siyasetçilerin oksijenidir sonuçta. Erdoğan’ın Fazıl Say’a telefon açması, ODTÜ’lü öğrencileri davet etmesi gibi bir adım havalimanına İstanbul adının verilmesi.

        Burada kaybeden Atatürk adının taşınmasıyla psikolojik bir zafer bekleyen ulusalcılar oldu ama tam olarak seslerini yükseltemeyecekler. Cumhuriyet Bayramı’nda açılışı yapılan bir havalimanın, adında Mustafa Kemal olan ne varsa satış rekorları kırdığı bir iklimde beklenti içine girilmişti.

        Ancak Atatürk adı verilseydi de bu ancak Atatürkçülüğü salt bir simgeye indirenlerin kazanacağı yanıltıcı bir zafer olacaktı.

        Kutuplaşmadan istifade eden tüccar bir kafa medya ve siyasette toplumu Atatürk üzerinden sömürmeye başladı bir süredir. Atatürk’ün savunduğu bütün ilkeleri yerle bir eden Çalışlar ailesi bile Atatürk adından para kazanıyor mesela. Dünyanın en kötü kitapları, gazeteleri Atatürkçülük adına pazarlanıyor, dünyanın en rezil televizyon kanalında Atatürkçülük adına beyin yıkıyor, muhalifler uyuşturuluyor. Bu işin maddi bir boyutu da var elbette. Toplumsal hassasiyet ranta dönüşüyor ama bu kısmı hiç konuşulmuyor.

        Bu durumun en net karşımıza çıktığı kurum ise Cumhuriyet Halk Partisi. Cumhurbaşkanı adayından belediye meclis üyesine kadar tipik bir CHP’liye mevcut iktidardan ya da diğer siyasetçilerden ne farkları olduğu, toplumun ilerlemesi için ne önerdikleri sorulduğunda bol laf kalabalığının arasında tek söyleyecekleri daha fazla Atatürk heykeli dikip iki metrekareden büyük her odaya Atatürk adını verecekleridir.

        Bu parti ve destekçileri Atatürk’ün ilerlemeci fikirlerini, Batılı değerleri Türkiye’ye hedef olarak koymasını çoktandır unuttu. Çarşaf açılımından Mehmet Bekaroğlu’na, FETÖ’cülere sahip çıkılmasına kadar sicili Atatürkçülük adına yapılan ayıplarla dolu partinin. Ama daha da önemlisi, sadece “Bizde Atatürk var” diyerek oy isteyen bir partinin özellikle belediyelerde türlü rezilliklere ve yolsuzluklara bulaşması. Çeşme Belediyesi’nden Beşiktaş’a kadar yolsuzluğa bulaşmış belediyeler mi Atatürkçü?

        ATATÜRK’Ü SADECE BİR BÜST SANMAK

        Ne yazık ki medya da Atatürkçülüğü şekilciliğe indirgeyerek kullanışlı bir zırh olarak sömürülmesine alet oldu. Atatürk öyle mitolojik bir mertebeye ulaştı ki başka hiçbir siyasetçi (veya askerin) onunla kıyaslanması, ya da onu aşması teklif dahi edilemez oldu.

        Benzer şekilde Atatürk’ü putlaştırarak salt bir büste ve tabelada yazan isme indirgemek vasatın kendini koruma kalkanı oldu. Tabii ki Kemal Kılıçdaroğlu olacak CHP başkanı, çünkü ne bekliyordunuz ki? Hiç kimse Atatürk gibi olamaz. Halbuki daha iyisi çıkmalıydı.

        Atatürk’ün kendi çizdiği vizyon kurucu liderlerin fikirlerini daha da geliştirmek, verilen mücadeleyi daha da ileriye getirmek, ülkeyi büyütmektir. İnsan kendi çocuklarının daha iyi eğitim görmesini, kendinden daha başarılı olmasını istemez mi sonuçta? Bugün CHP’nin başında nitelik olarak Atatürk’ten çok daha ileride birinin olması gerekiyordu. Onun yerine geçmişe hapsolmaya, bıraktığı mirası sadece kurumlara ve sokaklara verilen adıyla anma kolaycılığı tercih edildi. Kurumlara ve değerlere sahip çıkmak yerine.

        Atatürkçülük havalimanına onun adını vermek değil. Tıpkı Barış adlı çocuklar doğurarak savaşlara son verilmediği gibi.

        Yılmaz Özdil’in kitabında vardır herhalde, “Beni anlamak demek yüzümü görmek değil, fikirlerimi, duygularımı anlamaktır” sözü ne zaman unutuldu da tam aksi istikamette ilerledik?

        ***

        Mükemmel bir kötü dizi önerim var

        Eğer “Scandal” gibi insanı nefes nefese bırakan ama içi boş olan dizileri seviyorsanız, bir de bu gibi yapımlara kalite sosu katılmasından hoşnutsanız önerim tam size göre. Netflix’te yer alan “Bodyguard” aslında İngilizce söylendiğinde daha anlamlı olan “kaliteli çöplük” tanımlamasına uygun harika bir mini dizi.

        Adından da anlaşılacağı üzere konu bir koruma hakkında. Bir odun parçasından yontularak oyunculuk yapan esas oğlan, 90210 dizisindeki Jason Priestley’i andıran bakışlarıyla, İngiliz içişleri bakanını koruması olarak atanıyor. Bakanla pek de anlaşılmayan bir hızda profesyonel ilişkilerini kapı aralarına ve yatak odasına taşıması en eğlenceli kısmı dizinin, ama asıl konu bu genç adamın bir anda kendini bir devlet komplosunun ortasında bulması.

        James Bond’dan beri aradığımız ajan bu: Her işe yarıyor.

        Ne yalan söyleyeyim, şöyle boş boş izlemek için başladığım “Bodyguard”dan gözlerimi ayıramadım. Bütün bölümleri Cumartesi akşamı arka arkaya izlerken eğer bu dizi canlı yayınlansa kesin izleyiciler heyecanını an be an paylaşırdı diye düşündüm.

        Tabii bu diziyi bir oturuşta izlemekten dolayı çok memnunum çünkü en güzel örneğini İngiliz mini dizilerinde gördüğümüz gibi ha bire olay oluyor, ha bire bir gizem, yeni bir heyecan bir sonraki bölüme sarkıyor.

        Övüyorum mu, yerin dibine mi batırıyorum? Bayıla bayıla izledim işte, yetmez mi?

        Bildiğimiz bütün formüller var dizide, seks var, siyaset var, entrika… Tam bir “olaylar gelişiyor” dizisi ama heyecanla izleniyor.

        Uzun yolculukta, boş boş bir akşam evde, arkadaşlar varken falan… Her ortama uygun, her an izlenebilecek bir dizi “Bodyguard.”

        Diğer Yazılar