Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçenlerde bir seyahate çıkmaya hazırlanırken sadece fonda gürültü olsun diye Netflix’te “The Good Place” adlı diziyi açtım. Bir-iki arkadaşımdan duymuştum, ilk sezonun sonunda büyük bir sürpriz olduğunu da okumuştum. Bu sürprizi de dizinin bütün ana karakterlerinin aslında ölü olduğunu anlamaları zannediyordum. Meğerse bu bilgi daha ilk bölümün ilk dakikalarında veriliyormuş. Bunu görünce de ister istemez “O zaman bu büyük sürpriz ne olabilir” diye daha fazla dikkat ederek izlemeye başladım.

        “The Good Place” öldükten sonra kendilerini “cennette” bulan dört ana karakter ve cennetin bekçisi denebilecek “mimar” hakkında. Hemen ilk dakikalarda Kristen Bell’in canlandırdığı ana karaktere mimar rolündeki Ted Danson öldüğünü açıklıyor, son derece sıradan ve bilindik bir kabul ofisinde. Neyse ki o kötü yere değil, iyi yere düşmüşler. Bu iki çok ünlü oyuncu dışında bütün kadro farklı ırk ve milletten, çok kültürlü ve çeşitli.

        22 dakikalık bölümler Netflix’te arka arkaya gösterilirken bir ara bavul yapmayı bırakıp diziye konsantre olmaya başladım. Bir haftalık yoğun bir seyahate çıktığımda da yatmadan önce, her fırsat bulduğumda araya bir bölüm daha sıkıştırmaya çalıştım.

        SIKIŞTIRILMIŞ FELSEFE DERSİ

        “The Good Place”i bu kadar iyi yapan sadece bir öteki dünya fantezisi oluşu değil, sit-com evreninde nasıl becerdiklerini hala anlamadığım bir üstün yetenekle adeta felsefe dersi vermeleri. Dizinin dört kahramanından biri ölümden sonraki hayatında da etik üzerine ders veren felsefe profesörü Chidi. Her bölümde onun üzerinden birçok filozof ve öğretileri anlatılıyor.

        Birçok kitap, filozof adıyla bahsediliyor. Sık sık Kant’ın “ödev ahlakı” kuramına vurgu yapılıyor, faydacılıkla kıyaslanıyor. John Rawls, Jeremy Bentham, John Stuart Mill’den daha önce hiçbir televizyon programında görmediğim şekilde bahsediliyor. Chidi her bir teoriyi o kadar güzel anlatıyor ki insan felsefe dalında yüksek lisans yapmak istiyor diziyi izledikçe.

        Didaktik değil, açık öğretim dersi hiç değil. Dizinin amacı felsefe kursu vermek değil elbette ama izledikçe bir şey öğrenmemek imkansız. Daha da önemlisi, felsefi sorular dizideki olayların akışını belirliyor. Hiçbir karakterin hiçbir adımı öylesine değil, senaryodaki hiçbir cümle ya da olay örgüsü laf olsun torba dolsun diye yazılmamış. Her biri felsefeye, ahlaki ikilemlere, sorunsallara dayanıyor.

        Felsefedeki “tramvay ikilemi” üç sezon boyunca dizinin en öne çıkan ve İnternet’te defalarca paylaşılan uygulamalı anlatımlı bir sahnesine dönüştü. Aşağıda izleyebilirsiniz.

        ETİK SORGULAMANIN ÇAĞI

        Yaratıcıları diziyi öylesine ustaca kurgulamış ki, dört kişinin öteki dünyadaki macerasını izlediğimizi zannederken aslında kendi hayatımızı, kendi ahlaki ikilemlerimizi de sorguluyoruz. Zaten “The Good Place”de leitmotif öteki dünya fantezisi değil, iyi insan olmanın yollarını arama çabası. Sadece dört karakterin değil, pasif izleyicinin de bu serüvene ortak olması, ekrandaki karakterlerle birlikte kendisini sorgulaması kaçınılmaz.

        Dizinin neden böyle bir dönemde tuttuğuna dair New York Times’a konuşan bir etik profesörü günümüzde farkında olmadan türlü felsefi sorgulamalar yaptığımıza dikkat çekiyor. #MeToo hareketinden ırkçılık üzerine dönen tartışmalara kadar sosyal medyadan haberlere hakim olan konular gelip hep 'etik’e dayanıyor.

        Bizde bile farkında olmadan fazlasıyla etik tartışmalar gündemi belirliyor: Binali Yıldırım’ın istifasından Tunç Soyer üzerinden oğulların babalarının geçmişinden ne kadar sorumlu odluklarına, hatta “Mustafa Kemal”i 2500 TL’ye satmaya kadar…

        Dizide en sevdiğim karakter olan Chidi yaşarken badem sütü içmesinin çevreye verdiği zararın öteki dünyada nasıl kendisini etkilemiş olacağını sorguluyor. Badem çok fazla su tükettiği için yetiştirmek de kısıtlı su kaynaklarını bonkörce harcamak anlamına geliyor.

        Önceki gün bir arkadaşım oturduğumuz bir yerde kahvesine badem sütü istediğinde önce güldüm, sonra hafiften refleks olarak tepki gösterdim. Diziyi izlemediği için anlamadı, ben de uzun uzadıya anlatmadım.

        Sonradan fark ettim ki bilmeden “The Good Place” yüzünden gündelik hayatta dikkat etmediğim birçok soru beynimi kemirmeye başlamış. Badem sütü göndermesi dizinin benim hayatıma etkisinden sadece biri. Gerektiğinde zararsız, beyaz yalanlar söylemek mümkün mü yoksa Kant’ın dediği ucunda ölüm kalım da olsa asla yalan söylememek mi gerekiyor? Yalanım yok, “The Good Place” çok etkiledi beni.

        Diğer Yazılar