Ekrem İmamoğlu nasıl herkesi şaşırttı
Ekrem İmamoğlu daha adı CHP’nin potansiyel İstanbul adayları arasında dolaşmaya başladığında bu yarışa girmeye isteksizdi. İstanbul belediye başkanlığına hazırdı, bu işi iyi yapabileceğini düşünüyordu ama adaylığının zamansız olabileceği de aklının bir köşesindeydi. Partiye “Bir sonraki seçimde aday yapın beni, şimdiden kararlaştıralım, ben de beş sene öncesinden çalışmaya başlayayım,” dedi. Önerisi kabul görmedi, CHP epey iç kavgadan sonra İmamoğlu’nu aday gösterdi.
Yarışa geriden başlıyordu. Beylikdüzü gibi pek göz önünde olmayan bir ilçenin belediye başkanıydı bir kere. Medya karşısında olacak, hatta belki televizyona bile çıkamayacaktı. Sadece adı çok iyi bilinen Binali Yıldırım’la yarışmıyor, aynı zamanda girdiği her seçimi kazanan ve İstanbul’u çok önemseyen Tayyip Erdoğan dolaylı rakibiydi. Bu kadar kısa sürede koca İstanbul’da seçmeni nasıl ikna edebilirdi? Bu yüzden aday olduğunda bile tereddütlüydü.
Kazanmaya çıkan tek yol olabileceğini de gördü İmamoğlu. Daha adaylığı açıklanmadan İstanbul’daki Kürt oylarını nasıl alabileceğinin hesabını yapmaya, hatta ekibine Kürt halkıyla köprü olabilecek isimler katma arayışına girdi.
DESTEK ANKARA’DAN GELDİ
Engellerden biri HDP’li Kürt seçmendeki CHP antipatisiydi. SHP’lilerin Kürt milletvekillerini Meclis’e sokup yüzüstü bıraktığından beri Kürtlerle merkez solun arası açılmıştı. Muhafazakar Kürtler ise merkez sağın yokluğunda tercihlerini genelde AK Parti’den yapıyordu. İmamoğlu için büyük bir riskti Kürt oylarından medet ummak.
Kendisine asıl destek hiç beklemediği yerden, Ankara’dan geldi.
Binali Yıldırım seçim kampanyasına girdiğinde son derece rahattı. Bütün anketlerde adı önde gözüküyordu, “yapan adam” imajıyla seçimi kolayca alabileceğinden emindi. İsteksiz ve yorgundu, bunu gizlemiyordu gerçi ama görev adamı olarak eksikliklerini kapatıyordu. Aslında kampanya yapmaya mecali bile yoktu. Medyaya bile fazla çıkmıyor, söyleşi vermiyordu. Yine de başkanlık garantiydi ve hemen hemen herkes gibi ben de kolaylıkla seçimi alabileceğini düşünüyordum.
Yerel seçimlerde beka sorunu mesajı, Ankara’nın bu seçimleri çok önemsemesi dengeleri değiştirdi. Kampanyasını yöneten birkaç kaynaktan doğrulattığım üzere Binali Yıldırım yakın ekibine “Açık farkla öndeydik, şimdi neredeyse başa baş kaldık,” bile dedi yakın çevresine. Kürtlerin hedef alınması, muhalefet adaylarına PKK’lı damgası vurulması da Yıldırım’ın aleyhine işledi.
Özellikle Mansur Yavaş’a yönelik saldırılar başka şehirlerde de seçmeni muhalif adaylar etrafında kenetlenmeye itti. Antalya’da Menderes Türel’in eşinin kirli oyunlara bulaştığı iddiası, medyanın belaltı saldırılarla Tunç Soyer’i hedef alması da dolaylı yoldan İmamoğlu’na yaradı.
Binali Yıldırım sonuçta partisinin oylarını yükseltti, ama birincilik daha seçim olmadan o kadar da garantili görünmemeye başladı. Beklendiği ve istediği gibi fark atamadı ve iş şimdi yeniden sayıma, birkaç bin oya kaldı. İktidar partisi adeta geçmiş seçimlerdeki muhalif partilerin itirazlarını dillendirir oldu.
KÜRT OYLARI
Ekrem İmamoğlu’nun aldığı oyda ise iki faktör belirleyiciydi: Ekonomi ve Kürt oyları. Bu iki faktör olmasaydı İmamoğlu da kerhen CHP’ye oy veren seçmenin potansiyeli kadar oy alacaktı.
Ben ilk günlerde İmamoğlu’na hiç şans vermiyordum; doğrusu kendisi bile vermiyordu. Kürt oylarının CHP’ye kayacağından da emin değildim. Dahası, kendi tabanında, kentli seçmende de İmamoğlu’nun “muhafazakar ama solcu” imajının ters tepeceğini düşünüyordum. Sağ siyasetçiler camiyi politikaya alet ediyor, kabul, ama solun bir farkı varsa onlardan daha iyi olduğunu kanıtlamaktır. Rakipleri alçaldığında çıtayı yukarıya çekmek, aynı oyunlara bulaşmamak sol siyasetin görevidir dünyanın her yerinde.
Son günlerde kendi çevreme “Galiba Ankara’yla uğraşırken asıl İstanbul’u kaybedecek iktidar,” diyordum. Ama yanıldım, iktidara tepkinin sonucu İmamoğlu kazandı. Resmi sonuçlar belli olunca tıpkı zamanında Melih Gökçek’in Ankara’yı itirazla kazandığı gibi bu zafer kısa süreli olabilir. Şimdilik ise seçimin de facto galibi İmamoğlu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yenilgiyi kabul edip demokrasiyi yücelten konuşmasından sonra sonucun değişeceğine de ihtimal vermiyorum.
Büyük şehirlerin el değiştirmesinin Türkiye’ye nefes aldırdığını, demokrasimiz için olumlu bir adım olduğu inkar edilemez. İktidar da muhalefet de seçim kaybederek kendilerini geliştirmeye zorlar.
Ama buna rağmen keşke İmamoğlu kazanmasaydı diyorum. Çünkü…
***
Seçim sonucunu yanlış yorumlayan CHP yine sağa kayacak
Ekrem İmamoğlu’nun göreve geldiğinde İstanbul’a iyi işler yapacağına şüphem yok, itirazım sol siyasetin Türkiye’de bu seçim galibiyetiyle yeniden sağa kayması ihtimaline. Sadece İmamoğlu örneğinden yola çıkarak bakarak camide yasin okuyan, sürekli olarak muhafazakar olduğunu vurgulayan bu hibrit (veya çarpık) solcu siyasetçi prototipinin tuttuğunu düşünecek CHP. Bundan sonraki seçimlerde de giderek daha da sağa kayacak.
CHP’nin ta çarşaf açılımından başlayıp, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ekmelleddin İhsanoğlu fantezisiyle süren sağ aday gösterme merakı nihayet başarıya ulaşmış gibi görünüyor partiye kalırsa.
Gerçekte bu algı büyük bir yanılsamadan ibaret. İmamoğlu’nun seçim başarısının nedenlerini iyi okumak gerekiyor. Onu bu zaferi sağa yakın aday olması değil, Kürt oyları ve ekonomi getirdi. Normal şartlarda bir sol parti için doğru aday değildi, olmamalıydı da. Eskinin ANAP’lı aday modeline uygun daha çok. Kendi emeğini küçümsemiyorum ama asıl AK Parti kaybetti.
İmamoğlu bu kadar oy almasaydı CHP belki de sağa kaymaktan nihayet vazgeçecekti. İşte itirazım ve hayal kırıklığım bundan.
ELİNDE TARİHİ BİR FIRSAT VAR
Dünyada siyasi rüzgarlar aşırı sol ve aşırı sağı yükseltiyor. Önümüzdeki on yılda dünya siyasetinde yarış iki kutup arasında geçecek. Milliyetçi sağ ve özgürlükçü sol.
Tunceli’de komünist başkanın seçilmesini başka ülkelerde kanat çırpan kelebeklerin etkisinden bağımsız düşünemeyiz. Türkiye’deki hemen hemen bütün merkez partiler ise Avrupa’da aşırı sağın tutturduğu söyleme yakın bir siyaset sürdürüyor.
Bu önemli tarihsel dönemeçte sol partilerin sorumluluğu siyasetin dengesini tutturmak, sağa değil daha da sola kaymak. ABD’de bile trend bu yönde. CHP’nin de yapması gereken oyların nedenini yanlış yorumlayıp sağa kaymak değil, kurucu ideolojiye sahip çıkarak daha da sola kaymak.
Aksi, uzun vadede İmamoğlu ve sola kaybettirir. O yüzden solun liderliğine bir belediye başkanı oynayacaksa bu dünyadaki sol dalgayı yakından takip eden Tunç Soyer olmalı.
Ancak manzara illa umutsuz olmak zorunda da değil. İmamoğlu’nun elinde tarihi bir fırsat var aslında. Göreve gelirse tarihi sol belediyeciliği marka yaparak genel merkeze rağmen partisinin rotasını sola çevirebilir. Seçilmek için uyguladığı sağcı taktikleri sağ belediyeciliğe dönüştürmeyip, sol belediyecilikle parlaması en büyük önceliği olmalı. İstanbul’u dünya sıralamasında yaşanabilir bir şehir yapması, sağ siyasetle özdeş inşaatçılığa değil, solun kuvvetli olduğu kültür-sanat alanında öncülük etmesi mesela önemli bir tercih olabilir. Çevrecilik, iklim değişimi, tarım politikaları, yenilebilir enerji konularına da eğilmeli.
Adayken sağcıydı, belki seçilmişken solcu olur.