Florida 2000
Seçim sonuçlarının birbirine çok yakın çıktığı durumlarda oyların yeniden sayılması anormal bir durum değil. Amerika’da sık sık gündeme gelir yeniden sayım işlemi, hatta geçen Kasım ayındaki ara seçimlerde süreç devreye girdi ve kimi sonuçlar değişti. Tarihin akışını değiştiren en önemli yeniden sayım işlemi ise 2000 yılında Florida’daydı; ülkenin kaderinin eyaletteki bin adet oya bağlı olduğu ortaya çıkınca Demokratlar da Cumhuriyetçiler de tam 36 gün süren ve sokak dalaşını andıran bir yeniden sayım kavgasına daldı.
Aslında 2000 seçiminde Florida’yı George W. Bush kazanmış, hatta rakibi Al Gore da seçim gecesi telefon ederek yenilgiyi kabul etmişti. Florida eyaleti kanunlarına göre iki parti birbirine çok yakın sonuç alınca otomatik olarak yeniden sayım işlemi yapılıyor. Kanundaki bu ayrıntıyı fark eden danışmanlar önce Gore’a yenilgi telefonundan geri adım attırdı, sonra da kıran kırana bir yarış başladı.
Sonunda ilk sonuç değişmedi aslında. Ülke vakit kaybetti, halkın vergileri boşa harcandı, George W. Bush da Amerikan başkanı seçildi. Ama ya yeniden sayımdan farklı bir sonuç çıksaydı?
DEVLETİN TEMSİLCİSİ DURUMA EL KOYDU
Her iki parti de süreci yönetmek için eski kurt politikacılar buldu, seçim kampanyasına ağabeylik yapmaları için görevlendirildi. Bush’un yardımına Reagan ve Bush döneminin kurt politikacısı James Baker, Gore’a ise Oslo Anlaşması’nın mimarı efsane dışişleri bakanı Warren Christopher koştu.
İki eski bakanın siyasete yaklaşımları yeniden sayımı da etkiledi. Christopher hukuktan milim sapılmamasından yanaydı, Baker ise seçimin oylar yeniden sayılarak değil algı oluşturularak kazanılacağını düşünüyordu. Sağ ve sol yaklaşım işte.
James Baker verilen süre içinde sayımın imkansızlaşması için elinden geleni yaptı. Cumhuriyetçi Parti temsilcilerine sayımı geciktirme talimatı verdi. Günlerce oy pusulalarındaki bir delik, tam olarak delikten fırlamamış bir küçük kağıt kırıntısı üzerine tartışıldı. “Dimpled chad” diye bir tabir öğrendi Amerikalılar.
İş sonunda Anayasa Mahkemesi’ne vardığında Al Gore’un şahsen mücadele edecek hali kalmamıştı. Cumhuriyetçi gelenekten gelen yargıçların da desteğiyle yeniden sayım durdu, Gore da danışmanlarına işi daha fazla uzatmamalarını, yenilgiyi kabullenmelerini söyledi. Genç ve azimli danışmanlar aslında kavgayı uzatmaya razıydı, ama aday arkalarında durmadıktan sonra ne anlamı vardı?
Bana Gore’un pes etmesi tek başına devlet mekanizmasıyla boğuşamayacağını anlamasının sonucu gibi gelir hep. James Baker ise görünmeyen gerçek devletin vücut bulmuş hali; hükümetler değişse de asıl politikaları değişmeyen o soyut devletin bir temsilcisiydi sanki. Nitekim Bush seçimi sandıkta değil, devlet nezdinde kazandı ve bu galibiyetin orkestra şefi de işleyişe hakim James Baker’dı. Yargıcından politikacısına devlet Bush’un kazanmasına karar vermişti. Anayasa Mahkemesi’nde Bush’a seçim zaferini hediye eden yargıçların yolu daha önce döneme damgasını vuracak sağcı politikacılarla kesişmişti mesela. Herkes verilen rolü oynadı.
Basit bir komplo teorisi gibi duran bu tez aslında Amerika’nın 2000’lerdeki seyrine bakıldığında daha da anlam kazanıyor. Yeni binyılın başlangıcında Bush sadece bir seçim kazanmadı, ayrıca Amerika eksen kayması yaşadı.
KARAR ÖNCEDEN VERİLMİŞTİ ZATEN
11 Eylül olduğunda Beyaz Saray’da Al Gore oturuyor olsaydı dünyanın seyri de farklı olacaktı. Mesela benzin ve silah şirketlerinin emrindeki Başkan Yardımcısı Dick Cheney kendi keyfine Irak’ta savaş icat etmeyecekti. ABD kendini dünyadan ayrıştırıp başına buyruk bir politika işlemeyecekti belki de. İŞİD gibi örgütler çıkmayacak, Ortadoğu bugünkü gibi bir kontrolsüz kaosa teslim olmayacak, dahası yıllar süren sonu gelmez savaşlar çıkmayacaktı. Demek ki bütün bunların yaşanması gerekiyormuş.
Florida’da o gün devlet adeta yeni çağda yeni Amerika’nın kararını verdi, James Baker’ı göndererek bu değişimi tescilledi.
Al Gore acaba bu yüzden mi erkenden pes etti? Zira Anayasa Mahkemesi kararına rağmen hala başka seçenekler vardı, uğraşmadı bile. Kim bilir, belki de karar çoktan verilmişti.
İstanbul’daki oy sayma kargaşası sürerken 2000’deki Amerikan seçimlerini hatırlamam zoraki bir benzerlik kurmak için değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim gecesi konuşmasına, ardından verilen gazete ilanındaki 15 büyük şehir vurgusuna (aralarında İstanbul yok) bakınca ister istemez düşünüyorum. Gore seçim gecesi yenilgiyi kabul etmiş, ama sonradan mücadeleyi sürdürmüştü. Yine de sonuç değişmedi. Bütün bu kavga, yeniden sayım süreci koca bir vakit kaybından ibaret mi olacak?
***
Topal ördek
Amerikan başkanları geleneksel olarak Kasım ayında seçilir, görevi Ocak ayında devralır. Aradaki geçen sürede Beyaz Saray’da görevini yapmayı sürdüren eski başkana “topal ördek” denir. Amerikan siyasetinde bu tabir kendisinden sonra göreve gelecek kişinin belli olduğu politikacılar için kullanılır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir vatandaşla sohbetinde bu ifadeyi kullanarak Ekrem İmamoğlu’nu ve CHP’yi kastetmesi tartışılıyor. Bilgisiz Türk basını da topal ördek ifadesine yeni anlamlar yüklemeye çalışıyor buradan yola çıkarak.
Oysa şu anda İstanbul’da tek bir topal ördek var, o da Mevlüt Uysal. Binali Yıldırım ya da Ekrem İmamoğlu, fark etmez, Mevlüt Soysal görevi devredecek. Görevi devredene kadar da İstanbul’u “topal ördek” olarak yönetecek.
Doğrusu, Erdoğan’ın tam olarak bu ifadeyi kullanmasındaki kastını anlayamadım.