Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olmasına rağmen yeşil alan Paris’te epey az. Belediye bir süredir şehri daha da yeşillendirmek için uyguladığı projelerden biri kent bahçeleri. Kenti kaplayan betonların arasında, yol kenarlarındaki mümkün olan o küçücük alanlar yeşil alana dönüştürülüyor, başvuranlar kendi meyve-sebzelerini yetiştiriyorlar. Parisli amatörce bahçıvanlık yapmak istediği küçücük bir alan için belediye meclisine başvuruyor, kabul edildiğinde de bir-iki metrekarelik bu bahçe üç yıllığına şahsa tahsis ediliyor. Üç bin başvuru kabul edildi, kentte domates, nane ekimi başladı. Hatta evsizlerin kaldığı parklar bile onların katılımıyla yeşillendi.

        Kentin çeşitli kuralları var: Kimyasal tarım ilaçlarının kullanılması yasak, soyu tükenmekte olan arıları çekecek bitkilerin ekilmesi ise teşvik ediliyor. Küçücük kent bahçeleri yaratmak elbette kozmetik bir girişim, ama asıl amaç şehir hayatına hapsolanları doğayla tanıştırmak. Pek çoğumuz hiç toprağa ayak basmasan, doğa nedir bilmeden yaşıyoruz büyük şehirlerde. Paris de önümüzdeki 10 yılda şehrin daha da ısınacağını, bu gibi küçük bahçeler sayesinde daha büyük yeşillendirme projelerinin öneminin anlaşılacağını vurguluyor.

        Geçen sene BBC bu kent bahçelerini haber yaptığında bu modelin başka şehirlerde de yaygınlaşması umut ediliyordu. El birliğiyle mahvettiğimiz doğayı belki böyle küçük adımlarla yavaş yavaş geri alabiliriz diye.

        SAĞCILARDAN UMUDUM YOK

        Önceki gün İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in kendisinin en az oy aldığı Dokuzlar Köyü’ndeki 23 üreticiye 114 tane arı kovanı verdiğini okudum. Köy insanı neyin öncelikli olduğunu daha iyi biliyor, çünkü doğanın içinde yaşıyor. Ama iyi lider de kimi neden dinlemesi gerektiğini bilenler arasından çıkıyor. Eminim birileri Soyer’i arı kovanı temin ettiği için küçümseyecektir de. Oysa metal yığını Brooklyn’de bile kimi evlerin çatılarında bile arıcılık yapılıyor ne zamandır. Bireysel ama simgesel çabalar bunlar.

        Arılar, yeşil alan, kent bahçeleri ve iklim değişikliği pek çok politikacı için çekici propaganda malzemeleri gibi görünmeyebilir. Dev yolların, inşaatların arasında doğanın ritmini koruyan arıların adı bile anılmıyor. Oysa sol belediyeciliği işte tam da sağın boş bıraktığı bu gibi alanları doldurarak kendi farkını yaratabilir.

        Sağcı politikacılardan kent estetiği ya da doğa adına bir beklentim yok. O yüzden solun umudu diye sunulan İstanbul’un belediye başkan adayı Ekrem İmamoğlu’nun projelerine bakıyorum. Tipik bir merkez sağ politikacısı, hatta AK Parti adayı. Önceliği para; hep fakirin oyunu almak için bedavadan söz ediyor. Bedava süt dağıtmak, sosyal yardım, otopark yapmak, iş dağıtmak, ucuz gıda, indirim, para, para, para… Yeşil alan projelerinin en sonunda yer alıyor, kendi web sitesini gezdim indirim vaatlerinin altında ezilmiş. Orada da stadyum büyüklüğünde yaşam vadileri vaadi var; İstanbul sınırlarında ama yerini bile bilmediğimiz uzak diyarlarda.

        Ekrem İmamoğlu’nun “Kent vizyonu”nda ise yeşil kelimesi bile geçmiyor; “yüksek yaşam kalitesi” başlığı altında bile yok.

        Müteahhit vizyonu işte; bu kadar oluyor.

        KOLAY GAZA GELEMİYORUM

        Ekrem İmamoğlu’nun aday gösterileceğini herkesin “Aaa o da kim ki” dediği günlerde ilk yazan kişiyim. Ama ilk günden beri ona ısınmamamın nedeni de tipik bir sağcı politikacı olması. Şahsına değil itirazım, ama AK Parti rozeti de taksa üzerinde eğreti durmayacak bir belediyeciyi sol partinin seçmene dayatması.

        İstanbul’daki şehirli nüfusun “Aynısının içki içen versiyonu” politikacı tipinden daha iyisini, vizyonu daha geniş olanını hak ettiğini düşünüyorum. Hayattaki tek siyasi pozisyonum da “Erdoğan kaybetsin de yerine kim gelirse gelsin,” olmadığı, “twitre” balonunda yaşamadığım için Ekrem İmamoğlu ya da Muharrem İnce’yi görünce heyecanlanıp gaza gelemiyorum. (Unutanlar çoğunlukta olduğu için zorunlu hatırlatma: Muharrem İnce geçen sene muhaliflerin en büyük umuduydu.)

        Bugünü kurtarmanın değil, geleceği tartışmanın peşindeyim ben.

        En azından sol partilerin daha fazlasını yapmasını beklemek hata mı? Daha fazla sağcı politikacıya değil, daha fazla arı kovanına ihtiyacımız var.

        Diğer Yazılar