Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Herhangi bir arama motoruna “Nasıl darbe yapılır” diye sorulsa aşağı yukarı alınacak yanıtlar bellidir. Devlet televizyonunu ele geçirmek, otoyolları, havalimanlarını kapatmak gibi adımlar bizde de Venezuela’da da darbecilerin ilk aklına gelendir. Yine darbelerin bir dış destek olmadan başarıya ulaşamayacağı da hemen herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Ancak darbelerin gerçekten başarılı olmasının en sağlam dayanağı elitlerin desteğidir. İş dünyası, medya, siyasiler destek vermediği sürece arkasında dış destek de olsa havalimanı da kapansa darbe başarılı olamaz.

        Üç sene önce hükümete, Erdoğan’a muhalif birçok gazeteci daha rüzgarın nereye eseceğine bile bakmadan darbe girişimine ilkesel bazda karşı çıktı. Tuzağa düşürülmek istenen Türk ordusunun laik çoğunluğu içlerindeki bir azgın azınlığın gazına gelmedi ve darbeye direndi. İş dünyası tereddüt bile etmedi. Çünkü Türkiye’nin elitleri her ne olursa olsun, iktidardan ne kadar memnuniyetsiz olsalar da ülkeyi radikal dinci bir terör örgütüne emanet etmeyecek kadar bilinçliler.

        Kazanmayacağını bile bile FETÖ neden bu darbeye kalkıştı, masum insanların ölümüne neden oldu? Çünkü elindeki tek seçenekti ve var olma mücadelesi örgüt içinde akıl tutulmasına yol açtı, bu akıl tutulmasıyla da varını yoğunu riske ederek kendini ateşe attı. Bir anlamda “Ya tutarsa” temennisiydi FETÖ’nün yaptığı. Darbe girişimi aynen kitabına uygun uyguladılar, devlet televizyonunu basıp yolları kapattılar. Ancak arkalarında bekledikleri gibi elitlerin desteği olmayınca, ilerleyen saatlerde de halk sokağa çıkıp ülkesine sahip çıktığında da kaybettiklerini anladılar.

        ÜÇ YIL ZORLU GEÇTİ

        Kuşkusuz 15 Temmuz’un bir başka amacı da kaybetmeye rağmen Türkiye’ye zarar vermekti. İki tarafın da zararlı ayrıldığı bu savaş taktiğinde kaybeden ortalığı yakıp yıkarak toprakların kimseye yar olmamasını sağlar. FETÖ de ele geçiremediği Türkiye’yi uluslararası dünyadan koparmaya çalışmak istiyordu. Madem kendileri yenilecekti, o halde Türkiye de terk edilmiş, yalnız bırakılmış, birçok anlamda çökmüş bir ülke olarak kalmalıydı.

        Nitekim üç yıldır kendileri darbeye kalkışmalarına rağmen uluslararası alanda darbe mağduru gibi dolaşmaları da bu taktiğin eseri. Kulağa ironik geliyor, ama masum insanları katleden örgüt yurtdışında kendisinin mağduriyeti üzerine yeni bir diaspora inşa ediyor.

        Doğruya doğru, şu son üç yıl darbenin izini temizlemek adına hepimiz için zorlu geçti. Lüzumsuz mağduriyetler yaratıldı, kurunun yanında yaş da yandı, kurumlar iflas noktasına geldi, yargıya güven azaldı, operasyonlara kamuoyu desteği düşmeye başladı ve hepimizde bir “FETÖ yorgunluğu” baş gösterdi. Bunlar tam da örgütün olmasını istediği gerekçelerdi.

        Açıkçası 15 Temmuz’da bozguna uğramasına rağmen uluslararası alanda faaliyet gösteren örgütün uzun vadeli varlığından yakın zamana kadar endişeliydim. En ufak bir rüzgar değişiminde, kendilerine ılımlı bir iktidarın altında yeniden Türkiye’ye dönüp kirli işlerine devam edebilme ihtimalinden korkuyordum.

        Türkiye’de demokrasinin işleyişindeki her türlü aksaklık örgütün işine gelecek,15 Temmuz sonrası oluşması gereken birlik ve beraberlik havasını tehdit edecekti. Örgüt de zaten bulduğu bu çatlaklardan yeniden ülkeye sızmaya hevesli.

        “Ne olursa olsun da Erdoğan gitsin” diyen bir kesimin varlığı da FETÖ’nün can sularından biriydi. Toplumun bir kısmında Erdoğan karşıtlığı zarar verici bir takıntıya dönüşmeye başlamıştı.

        DEMOKRASİYİ BİR ŞEKİLDE BENİMSEMİŞİZ

        Doğrusu bu korkularım çoktandır eski şiddetinde değil. Çünkü bu sene Türkiye’nin adeta kaderi değişti. Yerel seçimlerde iktidarın üç büyük ili kaybetmesi (İstanbul seçimi tekrarlansa da) muhalif mahalleye umut verdi. Bu değişimin psikolojisini küçümsememek gerek: İlk kez meşru yollardan iktidarın yenilebileceği inancı doğdu. Bu aynı zamanda FETÖ’nün bütün girişimlerinin, taktiklerinin de boşa çıktığı anlamına geliyor. Muhaliflerdeki Erdoğan takıntısı toplumun bir kısmını terör örgütüyle bile işbirliği yapmaya itebilirdi; o zaman oluşacak hasarı kuşaklar boyu tamir edemezdik.

        Darbe girişiminden üç sene sonra Türkiye normalleşmeye yerel seçimle başladı. İşte, demokrasi işliyormuş ve biz de ülke olarak meğerse yatkınmışız. Bir iktidardan memnun olmayan halk gerektiğinde onu en kuvvetli şekilde uyarabiliyormuş; dış güçlere, elitlerin desteğine, medyanın etkisine gerek kalmadan. Darbelerle sarsılan birçok ülke bu gerçeğe birkaç nesil sonra ulaşıyor, üç senede bu noktaya gelmiş olmamız, toplumda birkaç haftadır oluşan rahat hava da bugünün gerçekten demokrasi adına resmi bir tatil olmasının ne kadar haklı olduğunu gösteriyor. Şimdi iktidardan da beklenen bugünün hakkını verip demokrasiyi kısmaması, daha fazla yayması, günün hakkını vermesi.

        Diğer Yazılar