Hasan Cemal'in Berlin'den yazamadığı yazı veya Hasan Cemal'in her duruma uygun yazacağı tek yazı
Berlin aynı bıraktığım gibi, hiç değişmemiş.
Hava buz, gün erkenden kararıyor.
Ya benim içimdeki karartı?
23 yıl önce gelmiştim ilk kez Adlon Otel’e.
Yanımda İlhan Selçuk vardı, vazo henüz kırılmamıştı.
Yine böyle bir Aralık gününde Nadir Nadi odasına çağırmıştı beni, yeşil koltuğuna oturup önce uzun uzun süzmüştü.
“Hasan Cemal yarın Genel Yayın Yönetmeni olacaksın!..”
Günlüğüme bakıyorum…
23 Eylül 1984.
“Nadir Nadi beni bugün odasına çağırdı. Cumhuriyet’i bundan böyle benim yönetmemi istedi.
Darbenin etkisi artık azalmaya başlıyor. Cumhuriyet’in de günümüze adapte olması gerekiyor. Artık birey ve serbest piyasa var! Demokrasi yanlısı bir gazete yapağım.
Neden Doğan Avcıoğlu bugünleri göremedi, neden darbeci kaldı!
Bunu Nadir Nadi’ye de söyledim.
Yarın anons edecek.
Gazetenin karışacağını hissediyorum ama Berin Hanım da benim arkamda!”
O zamanlar Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni’ydim.
Demokrasi için mücadele etmenin bedeli bu kadar ağır mı olmalıydı…
Berlin’de duvar yıkılalı 30 sene oldu ama biz hala kendi duvarımızı yıkamadık!
İçim sıkılıyor.
Einstein Kaffee’de yazıya oturuyorum.
Garson halimi anlıyor, “Neyin var” diyor.
Yazımın başlığını söylüyorum ona…
“Duvarlarda son tuğla!”
Anlamıyor.
“Boş ver ben de bir türlü Türkiye’yi zaten anlamadım” diyorum.
İlhan Selçuk da beni anlamamıştı zaten. Vazo böyle kırıldı.
Bir kahve daha!
Aklım Türkiye’de, nasıl anlasın!
İnsan hakları ihlalleri almış başını yürümüş, Ahmet yine hapiste. Osman ne zaman özgürlüğüne kavuşacak!
Selahattin Demirtaş’ın hastaneye gitmesine izin vermiyor bu rejim!
Bense Berlin’deyim ama aynı zamanda Türkiye’deyim.
Evet, artık korkum yok.
Bunun adı soykırım! Bu kelimeyi yazmaktan çekinmiyorum.
Ermeni halkımızdan özür dilemek için Erivan’a gitmiştim.
Günlüğüme dalıyorum…
24 Nisan 1915.
“Dedemin kucağındayım. Yapma diyorum.
Elinde mavi defter var. Bir yandan isimler yazıyor, bir yandan üzerini çiziyor.
İtiraz ediyorum!
Bana bakıyor…
Hasan Cemal sen bir gün Genel Yayın Yönetmeni olacaksın, diyor!”
Yazım bitmek üzereyken Can geliyor yanıma.
Bir kahve daha getiriyor garson.
“Neşeniz yerine gelmiş” diye laf atıyor. Bir bilse gerçekleri.
“Hasan Abi senin pasaportuna el koydular!” diyor Can.
Bir şeylerin ters gideceği sabahtan beri içime işleyen sıkıntıdan belliydi.
Kurfürstendamm’da yürüyorum, Noel ışıkları için süslemişler. Her yer cıvıl cıvıl, aydınlık, herkes mutlu!
Neden bizim ülkemiz de böyle olmuyor diyorum.
Pasaportuma el kondu ve Berlin’deyim. Ama aynı zamanda Türkiye’deyim.
Aniden uyanıyorum!
Bir kabusmuş her şey.