Duygu Asena'nın hala adı var
Duygu Asena’yla 90’ların sonunda Milliyet binasında tanışıp arkadaş olduğumda hala bir medya star’ıydı, ancak bir zamanlar estirdiği rüzgar dinmeye başlamıştı. Bunun kendisi de farkındaydı. Neredeyse 20 yıl zirvedeydi, hiç kimseye nasip olmayacak kadar etkili bir kaleme dönüşmüş, sadece bir gazeteci olmanın ötesinde toplumsal bir figür olup peşinden insanları sürüklemişti. Gazete yazıları, televizyon programları, kamusal alanda yapılan tartışmalar, paneller, çıkartılan dergiler, yazılan romanlar... Ne yapsa olay olmuştu, ama hiç kimsenin popülerliği sonsuza kadar sürmüyor işte.
Şimdi artık olmayan Armani Caffè’deki bir akşam yemeğinde günümüzde neyin tutacağını, neyin tartışılacağını konuşuyorduk. Çünkü o sıralar yeni bir roman yazmaya hazırlanıyor ve 2000’li yıllara girerken de “Kadının Adı Yok” etkisi yaratmak istiyordu. Ancak kuşaklar değişmiş, Duygu Asena’nın anlattığı hikayeler de günümüz kadınlarına pek hitap etmez olmuştu.
Zihnimizde neredeyse kadın-erkek eşitliğinde ideal noktaya ulaşılmış, muazzam özgürleşmiş ve ilerlemiş bir Türkiye’ye doğru ilerliyorduk yeni milenyuma doğru. Birkaç sene içinde bunun büyük bir yanılsama olduğunu anlayacaktık, ama o an için umutluyduk ve Asena’nın formülleri de eski bir Türkiye’de kalmışa benziyordu.
O ZAMANLAR EPEY DEMODE KALMIŞTI
Kabaca söyleyeyim, Duygu Asena artık demode kalmıştı. Kadınların orgazmdan, klitoristen bahsetmesi, kadın karakterlerin seks konuşması, kürtaj gibi tabulara değinilmesi, Duygu Asena gibi bir kadının erkek cinsel organına argoda verilen kelimeyi açıkça yazması falan o zaman epey ses getirmişti. Ama 90’ların sonunda birçok kadın için bunlar tabu değildi. En azından İstanbul’da, Nişantaşı’nda, Asena’nın hedef kitlesinde kadınlar çok daha rahatlıkla “boy” üzerine sohbet ediyor, Cosmopolitan gibi kadın dergilerinde seks, orgazm falan açıklıkla tartışılıyordu.
Ben Asena’ya belki popüler kültüre değinmesini, romanlarına popüler kültüre dair gözlemler katmasını önermiştim. Boş bir öneriydi elbette, ama aklıma daha iyisi gelmemişti.
O masadan sonra “Aslında Özgürsün” romanı çıktı. İnternet yeni yaygınlaşıyordu, Asena da okurlarının önerileri doğrultusunda bu romanı İnternet’te yazmıştı. Parçalar yayımlıyor, önerilere göre devamını yazıyordu. Tekniği içeriğinden daha fazla tartışılmıştı ama.
O günden sonra da “Aslında Özgürsün” ne aklıma geldi, ne de Duygu Asena külliyatında var olduğunu hatırladım. Hatta uzun süre adını “Aynada Aşk Vardı” romanıyla bile karıştırdım.
Ta ki New York’tan tanıdığım tiyatro yönetmeni ve yazarı Ali Kemal Güven’in bu romanın haklarını oyun yapmak için aldığını öğrenene kadar. İlk tepkim “Nereden çıktı,” ikinci tepkim de beklendiği gibi “Duygu Asena bu çağda biraz demode kalmadı mı?” oldu. Öyle ya, Türkiye’nin çoktan onu aştığını zannediyordum.
Emel Çölgeçen ve Pelin Öztekin’in oynadığı iki kişilik oyun hakkında medyada epey haber çıktı; uzaktan takip ettim. Geçtiğimiz haftalarda bir akşam İstanbul’da sahnelendiğini duyunca ne kaybederim ki diyerek salona gittim. Zaten tek perde, bir buçuk saatte bitiyor.
Oyun bittiğinde gözümden yaşlar geldi.
Belki tam arkamda oturan İnci Asena’nın varlığından, belki de oyunu izlerken adeta Duygu Asena’yla yeniden sohbet ediyormuşum gibi hissetmemden. Burada açıklamayacağım son cümlesi zaten tam da bu hisleri tetiklemek için doğru düğmeye basıyor.
YAZDIKLARI BUGÜN DAHA DA GEÇERLİ
Her ne kadar modernize edilip günümüze uyarlanmışsa da “Aslında Özgürsün” aslında hiç de eskimemiş ve hala geçerliliğini koruyor. Ben yanılmışım.
Ali Kemal Güven romanı alıp çok eğlenceli bir oyuna dönüştürmüş, ama özünü de korumuş. İki oyuncu sahnede konuşurken hangi cümlelerin Duygu Asena’dan geldiğini hemen anlıyordum zaten. Daha da önemlisi, oyundaki bütün temalar hala Asena’nın sözcülüğünü yaptığı kadın meseleleri.
Tipik Duygu Asena romanlarında olduğu gibi kadınlar seksten, orgazmdan, evlenmeden çocuk yapmaktan, feminizmden bahsediyor. Ama her cümlede, her şakada, oyuncuların her vurgusunda bu konuların hiç eskimediği, hatta 2019’da hatırlamanın ve hatırlatmanın ne kadar hayati olduğu anlaşılıyor.
Milliyet binasında ben Duygu Asena’yla tanışıp arkadaş olduğumda kendisi de eski etkinliğini kaybettiğini biliyordu. O günden bugüne kadınların şortu, mini eteği, ekranda öpüşmeler, hamile kadınların sokakta dolaşabilmeleri, hatta kadınların kahkaha atması bile tartışma konusu oldu, olabildi.
Hani Duygu Asena’yı aşmış, geride bırakmıştık? “Aslında Özgürsün”ü izlerken Duygu Asena’yı hatırlamanın, sahip çıkmanın bugün daha da anlamalı olduğunu düşündüm ve onu çok ama çok özlediğimi hatırladım.
Ölmeden birkaç hafta önce Vatan gazetesindeki odasına uğradığımda kendini yorgun hissetmeye başladığını, hiç adeti olmadığı halde gündüzleri uykusunun geldiğini, şuradan şuraya adımını atacak kadar mecali kalmadığını ve bu yüzden doktora gideceğini söylemişti.
Son konuşmamızdı.
*
Not: “Aslında Özgürsün” bugün İstanbul’da Caddebostan Kültür Merkezi’nde sahneleniyor. 26 Aralık ve 23 Ocak’ta ise Profilo Kültür Merkezi’nde.