Rahşan Ecevit'ten nefret etmeyi ne zaman bıraktık
Zamanında oğullarına Bülent, Ecevit hatta Karaoğlan adını koyan aileler oldu. Siyasi modalara göre konan adlar yeni bir fenomen değil, bir sürü Menderes var mesela. Gerçi kimse Asım ya da Efe adını Özallar’dan dolayı aldı mı, bilmiyorum, ama, evet, bazı aileler çocuklarına siyasetçilerin isimlerini verir. Kaide genellikle bütün isimlerin liderlerin ardından verilmesidir, bütün liderler de erkek olduğu için piyango o günün siyasi ikliminde doğan erkek çocuklarına vurur. Tansu Çiller zamanında da doğup bu ismi alanlar herhalde şimdi çoktan mahkemeye başvurmuştur diye tahmin ediyorum.
Tek istisna Rahşan olsa gerek. Tıpkı Ajda gibi sadece tek bir kişiye aitmiş gibi hafızamıza kazanmış bir isim bu. Ama ben bile kendi hayatımda adını Rahşan Ecevit’ten alan iki kişi tanıyorum (nerelerdesin beni evinde o güzel Mersin yemekleriyle ağırlayan X-Large arkadaşım?) Demek ki Ecevit’in siyasette şahlandığı dönemde eşine de hayranlık duyan, kendi kızlarının adını verecek kadar yakın bulan aileler de varmış.
Tahminim ilerleyen yıllarda, belki de doğumlarından sadece birkaç sene sonra birçok Rahşan’ın adının açıklamasını yapmak, hatta kendilerini yok yere savunmak zorunda kaldıkları. Ne de olsa çocuklara verilen isimler sokaklara verilenler kadar kolay geri alınamıyor.
TÜRK SİYASETİNİN TİJEN FİGÜRÜ
Türkiye’de ölenin arkasından sahte gözyaşı dökme modası malum. Ama geçtiğimiz gün kaybettiğimiz Rahşan Ecevit ben kendimi bildim bileli apaçık bir nefret figürü oldu. Bugün Meghan Markle, dün Yoko Ono sonradan parçası oldukları aileleri (ister rock grubu, ister İngiliz monarşisi olsun) dağıtmakla itham ediliyorlar ve epey saldırıya uğruyorlar. Türk toplumu için böyle bir figür bulunacaksa kuşkusuz kendi öz orijinal Yoko’muz Rahşan Ecevit’ti.
Neler neler denmedi ki yaşarken?
Türkiye’de solun bir türlü belini doğrultamamasının, bölünmesinin, sol partilerin bir araya gelip yıllarca etkili bir muhalefet gücü olamamasının tek sorumlusu ilan edildi kaç kuşak boyunca. Kimi eleştirilerde haklılık da vardı kuşkusuz; o da tıpkı Bülent Ecevit gibi uzun siyasi maratonunda birçok hata yapıp yanlış ata oynamıştı. Ama Rahşan Ecevit’e yönelik eleştirilerin hemen tamamı “Kaynanalar” dizisiyle karikatürleştirilen Tijen düzeyindeydi.
Zamanında TRT dayatmasıyla bir şekilde belleğimize zorla işlenen “Kaynanalar” ciddi anlamda gerici bir diziydi. Kentli değerlerin hepsiyle dalga geçen, Batılılığı ve çağdaşlığı küçümseyen ve mizah unsuru yapan, taşranın açlığını ve kurnazlığını yücelten bir ilkellikti. İşte bu dizide Ankara’nın kalburüstü semtlerinde yaşayan diğer kaynanalar Tijen ve eşi Timur dalga unsuruydu.
Tijen tıpkı karakteri canlandıran Sevda Aydan gibi dizide de piyano çalıp opera söylerdi. Entelektüel ama dominant bir karakterdi. Ancak profesörlüğe kadar yüklesen soprano Aydan’ın aksine Tijen’in ses açması, provaları dizinin taşralı ana ailesinin dalga geçtiği unsurlardı. Şehre gelen taşralı aile operayı anlamak, yeni bir kültürü öğrenmek ya da Tijen’i tanımak yerine kendi ilkel kültürüyle bunu bastırmaya, izleyiciyi de yanına alarak onu ötekileştirmeye, mizah malzemeyi yapmayı başardı.
Nefret edilesi Tijen kentli kötü kaynanan prototipi olarak yaratılmış, ekrandaki eşi Timur da bizim televizyon ve sinemada çok sık kullanılan “kılıbık” erkek gibi gösterilmişti.
Kurguyla gerçeği ayırt edemeyen Türk halkı için de Aydan yıllarca hepimizin belleğinde Tijen olarak kaldı. 1962’de Rusya’nın çağrısı üzerine eski Sovyet cumhuriyetlerinde sahneye çıkması gibi büyük başarıları (ki Rusya’nın sahne sanatlarında ne kadar ilerici olduğunu düşünün) ancak ölümünden sonra birer dipnot olarak kaldı.
Rahşan Ecevit ve Türk halkının ekrandan aşina olduğu Tijen’in bir yansımasıydı. Doğal olarak eşi de kendi kendine karar veremeyen, eşinden korkan, masaya yumruğunu bir türlü vuramayan bir kılıbık Timur’a indirgenmişti. Çocukluğumun rakı sofralarında ülkeyi kurtaranların ilk ismiyle hitap ettikleri Bülent ve Rahşan’ın ilişkisini karikatürize ettiğini çok iyi hatırlıyorum.
KADININ ROLÜ BELLİ
Kendi annem bile zamanın ruhundan etkilenmiş olmalıydı. Bugün İstanbul Modern’de retrospektifi sergilenen rahmetli Lütfi Özkök rahmetli annemin (evet, herkes gitti bu dünyadan) amcasıydı ve dünyanın bütün büyük yazarlarını çeken bir fotoğraf sanatçısıydı. Şair Ecevit’le de yolu kesişmiş, bugün sergide de yer alan fotoğraflarından birini çekmişti. Ecevit çiftinin bir fotoğrafı da ailemizin evinde vardı.
Annem bir keresinde Heathrow’da karşılaştığı Ecevit’lere amcasının selamlarını iletmiş, onlarla sohbet etmişti. Döndüğünde çocuk aklımla ben bile Rahşan’ı sormuştum, annem de Bülent Ecevit’in tam sigara içecekken Rahşan’ın müdahale ettiğini, “İçmeyecektin Bülent, hani söz vermiştin,” gibisinden bir söz söylediğini anlatmıştı. Tabii bu komik ve belleğimizdeki stereotiple birebir örtüşen anekdota da bolca gülmüştük.
Rahşan Ecevit’in eşi üzerinde çok fazla etkisi olduğu, zaman zaman çok fazla inisiyatif kullandığı ve hatta sözü aldığı sır değil. Ama Ecevit çifti Türkiye’deki ataerkil yapının pek de alışık olmadığı eşitler arası bir ilişkiydi belki de. Büyük proje çifti Clinton’lar gibi “kocasının yanındaki bayan” rolünü oynamadı Rahşan Ecevit mesela. Kendi birikimi, derinliği ve “eşitliği” işine geldiğinde veya iklim hazır olduğunda devreye girmedi. Eğitim konusunda da birikim konusunda da Bülent Ecevit’le eşit, belki ondan daha ileriydi.
Ama Türkiye’de eğitimli, okumuş, erkeklerle eşit kadınların hele hele kamuoyu önünde çok fazla yer almasını, rol çalmasını istemezler. Beğenin ya da beğenmeyin, ekonomi profesörü olabilmiş Tansu Çiller bile Özer’in (ve DYP’deki geriatrinin) kuklası gibi yansıtıldı yıllarca.
En ileri gözüken çevrelerde bile kadının rolü sınırlı tutulur. Hala da böyle, eskiden, Rahşan Ecevit’in tanındığı yıllarda daha da kötüydü. O her açıdan Türkiye’nin nefret simgesiydi, ama aslında bu içselleştirdiğimiz kadın düşmanlığının yansımasıydı sadece. Çünkü erkekler ilkeldir.