Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu sene en iyi film Oscar’ını alan “Parazit” filminin bu kadar sevilmesinin nedeni ABD’deki gençlerin siyasi tercihlerinden bağımsız düşünülemez. Yönetmen çok iyi, film için kurulan setler insanın nefesini kesiyor, hani tam da “sinema gibi sinema” ve hiç sıkmadan altyazıya rağmen sonuna kadar kendisini izletiyor. Ama “Parazit”in bu teknik başarılarındansa daha çok mesajı izleyici kitlesinin çoğunluğunda karşılık buldu: Zenginin iktidarına karşı çok sempatik, çok sevilesi ve tarihin hep görmezden geldiği “küçük insanların” yanında yer alması. Film icabı da bu sefer zenginler kaybediyor.

        SOSYALİZM RÜZGARININ ETKİSİ

        Amerika bir süredir sosyalizmi keşfetti. “Sosyalist” denen aslında İskandinav sosyal demokrasisi, ama bu kadarı bile vahşi kapitalizmin Kabe’sine fazla geliyor. Öte yandan 2008’deki büyük krizden sonra büyük bankaların onca günahına rağmen hala devlet tarafından kurtarılmaları, insanları borca sürükleyen banka yöneticilerinin milyonlarca dolarlık tazminat paketleriyle görevlerinden ayrılmaları halkın belli bir kesiminde ciddi bir tepkiye neden oldu.

        Orta sınıfın bir kısmının öfkesi karşılığını Donald Trump’ta buldu. Daha çok eğitimsiz, yeni ekonomiye adapte olamayan halk bu otomatik portakalı kurtarıcı addetti. Daha eğitimli, genç ve kentli nüfus ise hak arayışı için mücadele misyonunu Bernie Sanders’a yükledi. İki siyasetçinin tabanı birbirine zıt gibi görünse de ikisini de ortaya çıkartan dinamikler birbirinin aynısı.

        Bu öfkede haksızlık olduğu da söylenemez. Dünyanın sözde en gelişmiş ülkesinde CEO maaşlarıyla asgari ücreti kıyaslamak bile rejimin yıkılmasını meşru kılacak bir adaletsizlik. Servetin sınırının olmadığı ABD’de özel jetler, apartman büyüklüğündeki yatlar, 85 odalı malikaneleriyle zenginler hep kazanıyor. Dahası, Endüstri Devrimi’nin milyarderlerinden sonra yeni teknolojiden servet yapan Mark Zuckerberg, Jeff Bezos gibi isimlerin de dünyayı daha adil yapacağı söylenen İnternet sayesinde kapitalizmin en büyük açıklarını kendi lehlerine kullanmayı biliyorlar. Hep tekelciler, hem de vergi ödememek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu arada sıradan insanların sağlık hizmeti alma hakkı bile tartışmaya açılabiliyor, gençler okula gitmek için 18’inde yüzbinlerce dolar borcun altına giriyor.

        Bu kültürel ve siyasi iklim “Parazit” gibi bir filmin kabul görmesi için son derece elverişliydi. Thomas Pikkety’nin “21. Yüzyılda Kapital” kitabı, Bernie, #Occupy hareketleri popüler kültürde de bu damarı yakalayanın amiyane tabirle malı alıp götüreceğini garanti ediyordu. Nitekim, aynen beklendiği gibi de oldu. Anti-kapitalist rüzgarların gazıyla “Parazit” kapitalizmin en pornografik şenliklerinden Oscar töreninin galibi oldu.

        Film tarihi bir başarı yakaladı kuşkusuz, sinemasal değeri de tartışılmaz. Ama “Parazit” tesadüf ya da anomali değil, aksine sinemanın ciddi bir kapitalist endüstri olduğunu kavrayan iş insanlarının (moda tabirle) stratejik bir yatırımıydı. Batılı okurun neyi ne zaman istediğini çok iyi bilen Orhan Pamuk, Salman Rushdie, V.S. Naipaul gibi yazarlar gibi Bong Joon Ho da belli ki dersini çok iyi çalışmış. Ha Osmanlı’da Nakkaş, ha Kore’de lağıma batmış bir yoksul evi.

        'Parazit'in yapımcılarından Miky Lee
        'Parazit'in yapımcılarından Miky Lee

        TÜRK SİNEMASINI YOK EDEN KADIN

        Pazar gecesi Oscar töreninde son sözü alan filmin yapımcılarından Miky Lee ekranda gördüğümüz o sempatik teyze değil sadece, Güney Kore’nin en önemli medya şirketinin yönetim kurulu başkan yardımcısı. Dedesi tarafından kurulan CJ Şirketler Grubu’nun eğlence ayağını yönetiyor. Un-şeker üretiminden bio-teknik ve ecza yatırımlarına uzayan bir yelpazede faaliyet gösteren şirketin CEO’su da Miky’nin erkek kardeşi; 2014’te dolandırıcılık ve vergi kaçakçılığından hüküm giyip affedilene kadar iki sene boyunca şirketi ablası yönetti.

        Güney Kore’de eğlence sektöründe Miky Lee ne derse o oluyor, onun istemediği hiçbir iş yapılmıyor. Harvard’da yüksek lisans yapan Miky Lee ne Amerika’ya ne de Hollywood’a yabancı. Güya “Parazit” Hollywood filmi değil, ama yapımcısı Lee bile Kore’de değil, Los Angeles yakınındaki Orange County’de Hollywood yıldızlarına komşu yaşıyor. (Kobe Bryant da Orange County’de yaşayan ünlülerden biriydi.) CJ Grubu ta 1995’te kurucuları Steven Spielberg, Jeffrey Katzenberg ve David Geffen olan Dreamworks SKG stüdyosuna da 300 milyon dolar yatırım yapmıştı.

        Güney Kore’ye çoklu sinema salonlarını (multiplex) getiren CJ’i aslında biz de çok iyi tanıyoruz. Mars Sinemaları’nı 800 milyon dolara satın alarak sektörde büyük bir tekel oluşturan, bağımsız Türk sinemasının can çekişmesini sağlayan, geçtiğimiz sene de Türk sinemasına adeta can çekiştiren de onlar. Bu salon tekeli yüzünden Türk sinemasının kendi “Parazit”i çıkamıyor.

        Kısacası CJ tıpkı filmde yavaş yavaş evi ele geçiren parazit aile misali dünyanın çeşitli yerlerindeki sinema sektörüne sızıyor ve ele geçiriyor. Bir günde, birkaç sene de de olmuyor bu tabii ki. Operasyonun ağları yıllar öncesinden bir nakış işlenir gibi sabırla örülüyor.

        KAPİTALİZMİN YENİ OYUN KURUCULARI

        Bugün Güney Kore’de sadece Gyeonggi bölgesinde toplam 715 perde var, Seul’de 587, Busan’daysa 213. Hükümet sadece geçen sene Güney Kore sinemasının tanıtımı için 85 milyon dolarlık bir bütçe ayırdı. Amerika’da genelde bağımsız ve küçük filmlerin dağıtıcısı olarak bilinen Neon da bu sayede “Parazit” için astronomik bir bütçeyle tanıtım yaptı. Önce filmi küçük sinemalardan çıkartıp birçok salonda vizyona soktu, ardından agresif bir kulaktan kulağa tanıtımla filme ilgiyi sağladı. Oscar sezonu geldiğinde de “Parazit” neredeyse Netflix kadar kampanya yaptı.

        Güney Kore sineması zaten yıllardır çok konuşulan “Oldboy” ya da “The Handmaiden” gibi filmler üretmişti, “Parazit” sadece zirve noktası oldu. Ülkenin popüler kültürdeki global hakimiyeti sadece sinemada sınırları zorlamıyor. Dünyanın büyük müzik grubu BTS ta kaç sene önce “Gangnam Style”la başlayan K-Pop’un da gelip geçici bir moda olmadığını gösteriyor. Bu “yumuşak gücü” bir de Samsung, LG, Kia, Hyundai’le birleştirince Oscar töreninin aslında dünyadaki global rekabet, kapitalizmin geleceği, yeni güç odaklarının çatışması ve rekabeti, ülkeler arasında değişen güç hiyerarşisiyle ilgili olduğu da çok net ortaya çıkıyor.

        Kapitalizmin en büyük kurnazlığı gerçek yüzünü gizleyebilmesi, kendini sevdirebilmesi ve bizi alıştırabilmesidir. Bir parazittir. Kendini olmadığı bir şeymiş gibi gösteren filmdeki aile misali ne kadar gizlense de bir noktada hemen kendini ele verir ama. Çünkü kokuyor.

        Diğer Yazılar