Sosyalist Başkan korkusu
Demokrat Parti’nin Başkan adayını belirleyecek ön seçimlerin ikincisi New Hampshire’da yapıldı ve gecenin galibi Bernie Sanders oldu. Komşu eyalet Vermont’ı temsil eden senatör Sanders daha önce Hillary Clinton’a karşı da burada kazanmış, ancak daha sonra aday olamamıştı. Bu sefer Demokrat Parti’nin aday belirleme süreci daha dağınık, daha fazla kişi yarışta ve son iki ön seçimi başa baş götürse de şimdi az bir oyla lider pozisyonuna geldi.
Öte yandan müesses nizam Sanders’ın yükselişini önlemek için alttan alta çalışıyor ve adeta bir operasyon yapılıyor. Hepsi de gözümüzün önünde, son derece şeffaf bir şekilde yaşanıyor.
MEDYA-SERMAYE-SİYASET ÜÇGENİ DEVREDE
Dün gece New Hampshire’daki ön seçimden Bernie Sanders birinci çıksa da asıl önemli sonuç yarışta ikinci ve üçüncülüğü göğüsleyen isimlerdi. İkinci ve üçüncü çıkan adaylar Amerikan siyasetinde etkili olan medya, sermaye ve siyaset üçgeninin nasıl mevcut sistemi korumak için devreye girdiğini ve savunma refleksi verdiğini de gösteriyor.
Iowa’dan kıl payı birinci çıkan Pete Buttigieg bu sefer ikinci oldu. Yarışın onunla Bernie arasında geçeceği tahmin edilirken bir başka senatör, Amy Klobuchar sürpriz bir çıkış yaparak oylarını arttırdı ve üçüncü oldu.
Aslında Demokrat Parti’nin adaylık süreci başladığında küçük bir üniversite şehrinin eşcinsel bir belediye başkanı olarak ünlenen Buttigieg’in ilerici, devrimci bir aday olması bekleniyordu. Ama McKinsey geçmişli yönetim danışmanı işletme zekasını kullanarak pazarda bir açık gördü ve hemen kendisini buna göre konumladı: Orta Amerika’nın orta yolcu adayı. Demokrat Parti’nin aşırı sola teslim olmasından endişe edenlerin ona kadar tek alternatifi hafif bunama belirtileri gösteren ve hiçbir parıltı vaat etmeyen eski Başkan Yardımcısı Joe Biden’dı. Son iki ön seçim Biden’ın kampanyayı daha fazla yürütemeyebileceğine işaret ediyor. Ortanın solunu silip süpürüyor şimdi Buttigieg.
Klobuchar ise 37 yaşındaki Buttigieg’den farklı olarak bir medya parlatması, bir dahi çocuk portresi çizmiyor. Aksine Washington’da işlerin nasıl yürüdüğünü bilen tecrübeli bir isim. Okul müdürü edasında güvenilir bir kadın izlenimi veriyor. Minnesota’dan senatör olarak seçilen tek kadın, dahası “kırmızı” yani Cumhuriyetçi bölgelerden de oy almakla övünüyor. Yarışa girdiği ilk günden beri de mesajı Trump’ı ancak Cumhuriyetçiler’den oy alarak yenebilecekleri, bunu da sadece kendisinin başaracağı. Onun dışında ilerici bir vizyon ya da devrimci bir vaadi yok. Biraz Cumhuriyet Halk Parti’sinin Erdoğan’ı yenebilmek için sağcı adaylar gösterme fantezisine benziyor: Ekmel Bey’i hatırlayan var mı acaba?
Ama Klobuchar sağcı değil, tam orta yolcu. Aslında bir anlamda Hillary Clinton, ama onun sırtında taşıdığı yüklerin hiçbirine de sahip değil. Bu açıdan ideal ve geçmişi hakkında hiç kimsenin spekülasyon yapamayacağı bir kadın aday. İki orta yolcu adayın en büyük zaafı ise azınlıklara bir türlü hitap edemeyişleri.
BİR HAFTADA NELER OLDU
Sadece geçen hafta Iowa’daki sonuçlar söz konusu olsa, Klobuchar’dan bahsetmek bile gereksiz olurdu. Ancak dün gece işin rengi değişti. Klobuchar yüzde 20’ye yakın oy aldı ve bir anda üçüncülüğe yükseldi. Dahası, oyların çoğunu bir ara yarışın favorisi gözüken Warren’dan aldığı da anlaşılıyor.
Buttigieg ve Klobuchar’ın toplam oyu yüzde 45’i buluyor. Bernie’nin yüzde 25’ine karşı iki orta yolcu aday birleşse bakkal hesabıyla Demokrat Parti’yi ele geçirebiliyorlar. Halbuki daha önceki hesaplar Warren ya da Sanders’dan birinin diğerinin lehine yarıştan çekileceği, böylece iki güç odağının birleşerek Parti’nin ilerici (ve sosyalist, her ne kadar Warren bu kavramı kullanmasa da) bir adayla yarışa gireceğiydi.
Şimdi ise sol değil, ortanın solu güçlendi. Bütün bunlar da bir haftada oldu.
Peki ne değişti?
Bir haftadır New York Times, CNN, Slate gibi güya muhalif ve liberal yayın organları Bernie Sanders’a karşı adeta gizli bir kampanya başlattı.
Örneğin, NYT’nin “ilerici” ve “muhafazakar” iki ayrı köşe yazarı aynı gün aynı yazıyı yazarak seçmeni Sanders’a karşı uyardı: Medya muazzam bir korku ikliminin öncüsü oldu ve Sanders’ın adaylığının felakete yol açacağına dair yayınlar yapmaya başladı.
Sözde uzmanlar Trump’ın en çok Sanders’ı vuracağını, sosyalist kimliğinin karşılık bulmayacağını söyledi durdu. Tartışma programları, makaleler, tweet’ler… İşin ilginci de en çok Trump yandaşları Sanders’a karşı kampanya yapıldığını bas bas bağırıyor. Steve Bannon önceki gün televizyonda partinin Sanders’ın adaylığı engellemek için uğraştığını anlatıyordu.
Sonunda da korku iklimi bir şekilde karşılığını bulmuşa benziyor ki Sanders her ne kadar yarışı önde götürüyor gözükse de aslında “ortanın solu” koalisyonu karşısında ciddi bir darbe almışa benziyor. Anlaşılan sosyalist başkan adayı olabilmek için Sanders’ın birkaç cephede birden, hatta tüzüklerle de savaşması gerekecek. Kimse devrim kolay yapılıyor zannetmesin.
*
Yozgat’ta kilise yoktu ki…
Bugün Fatih Altaylı da hatırlatıyor, Taksim’deki büfelerin kaldırılıp o güzelim kilisenin ortaya çıkması yeni değil. Habertürk yıllar önce bu konunun öncülüğünü yapmıştı, Altaylı da eski yazılarını paylaşıyor. Büfelerin kaldırılıp meydanın açılması konusunda ben de birkaç yazı yazdım burada. Birçok başka yazar da aynı konuyu işledi yıllar içinde.
Hiçbirimiz de olmayan bir şey icat etmedik; İstanbul’u bilen, Taksim’de gezen, meydanla organik bağı olan herkesin görebileceği bir ideale işaret ettik. Bir dünyanın en çirkin kent meydana bakan biri oradaki nadir güzelliği ve Karadenizli hamburgercilerin bu güzelliği nasıl gölgelediğini fark eder zaten.
Meğerse fark edemeyen de varmış.
Altaylı’nın da bahsettiği bir yazar meydandaki kilisenin güzelliği önceki gün keşfetmiş. O da önüne gelen fotoğrafta görünce. Bir anda da sanki ilk kez kendi düşünmüş gibi “Hakikaten büfeler kalksa ne güzel olur” diyor.
Bildiğim kadarıyla Yozgat’tan İstanbul’a geleli epey oldu, Taksim Meydanı’na da tepeden ya da yerden illaki bakmışlığı vardır. Peki nasıl olur da bu kiliseyi ve önündeki büfeleri önceki gün fark eder?
Şaka olsa gülünmez, ama çıta düşe düşe geldiğimiz nokta bu.