Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Herhalde insanın sinirleri astronomik servete sahip olunca otomatikman alınıyor. En azından dünyanın en zengin işadamlarından Michael Bloomberg’in dün gece televizyondaki hali bunu düşündürüyordu. Kurduğu finansal haber abonelik şirketiyle 60 milyar dolarlık servet yapan Bloomberg’in yeni hedefi Amerikan başkanlığı. Bu uğurda şu ana kadar 400 milyon dolar harcadı.

        Bu kadar para Bloomberg’i dün gece Demokrat Parti’nin başkan adaylarının katıldığı tartışma programına çıkarmaya yetti. Anketlerde bir andan yükselmeye başladı, sosyalist Bernie Sanders’a karşı geleneksel ve orta yolcu bir alternatif olarak parladı. Bloomberg’in parasıyla Demokrat Parti adaylığını kazanacağı ciddi bir ihtimal artık. Televizyondaki tartışmada da servetine fazlasıyla güvenen bir adamın ruh hali vardı zaten. 
Ama ne tartışma…

        İlk bir saati son yıllarda yapılmış aksiyon filmlerinden daha heyecanlıydı. İlk bir saatte 75 tane karşılıklı atışma gerçekleşti. 90’lı yıllarda Türk televizyonlarındaki siyasi tartışmaları hatırlattı; hani herkesin ağzına geleni söylediği, tansiyonun gerildiği, siyasi tartışmanın ötesinde kişisel bir hesaplaşmaya dönüştüğü. ABD seçimlerinde taraf değilim, ben bile bir ara yerimden fırlayarak izledim kavgayı. Kuşkusuz televizyon için mükemmel malzemeydi.

        MİLYARDER ADAY ORTAK HEDEF

        Bütün adaylar birbirlerine laf soktu, ama herkesin ortak hedefi milyarder Bloomberg’di; özel olarak Bloomberg’in milyarder oluşu. O da servetinden hiç gocunmadı, “Çok çalıştım,” dedi. Birkaç kere çok para kazandığını vurguladı. Ne kadar vergi verdiğini açıklayacak mı sorusuna “O kadar çok kazandım ki, kolay değil belgeleri toplamak, birkaç hafta sürer,” dedi.

        Donald Trump kendisiyle ilgili her konuda dalga geçilmesine izin veren bir medya şarlatanıydı Başkan seçilmeden önce. Kendi kızıyla seks yapmak istediği gibi esprilerin bile yapılmasına sinirlenmiyor, çıktığı radyo programlarında eşi Melania’nın yatakta nasıl olduğu sorularına (özel olarak oral sekste) rahatlıkla yanıt veriyordu. Tek bir kırmızı çizgisi vardı: Asla ama asla ne kadar zengin olduğunun sorgulanmasını istemiyordu. Bugün hala kimse Trump’ın ne kadar zengin olduğunu bilmiyor ama ısrarla zenginliğini insanın gözünün içine sokuyor.

        80’ine yaklaşan Bloomberg de belki eski dünyanın başarı kriterleri ve ezberiyle zenginliğin geniş kitlelerde cazibe yarattığını düşünüyor olabilir. Hala başarıyı servetle ölçen, ülke yönetimini şirketi yönetmeye eş değer gören azımsanmayacak bir kitle olduğu ortada. Ama son yıllarda dünyanın geçirdiği ekonomik krizler, gelir adaletsizliğinin giderek daha da büyümesiyle zenginlere yönelik kuşkuculuk da arttı.

        Öte yandan, ara ara kendisine yönelik eleştirilerden sıkılmış gibi gözükse de diğer adaylar birbirleriyle kavga ederken serinkanlılığını korudu, neredeyse hiç istifini bozmadı.

        Belediye başkanlığı yaptığı sırada New York’ta polisin siyah ve latino kökenli gençleri sebepsiz ve keyfi yere durdurup üzerlerini aramasına yöntem olarak hala karşı çıkmadı, sadece bu yöntemin başarılı olmadığını söyledi. Her şey bir yana, daha önce Cumhuriyetçi olmasına, George W. Bush’un seçilmesine destek vermesine bile açıklama yapmadı.

        BU TAKTİK TÜRKİYE’DE TUTMADI

        Bloomberg’in bir bildiği olmalı. Kafası tamamen verilere ve sayılara odaklı, bu sayede servet yapmış, hiç yoktan büyük bir medya imparatorluğu kurmuş birinin zekasını kimse hafife alamaz. Hepimizden daha parlak bir beyin olduğu kesin.

        Demokrat Parti’nin adayları birbirleriyle dalaşırken kenarda durarak, bu kavgaya bulaşmadan, kendisine yönelik eleştirileri de geçiştirerek aradan sıyrılacağını hesaplıyor. Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın siyasi yükselişi tam da 90’lı yıllarda muhalefetin bir türlü kendini toparlayamamasından oldu. Donald Trump da bölünmüş bir Cumhuriyetçi Parti’den ne derse üzerine yapışmayan, ne kadar saldırılırsa o kadar güçlenen biri olarak çıktı.

        Ancak Bloomberg’in şimdilik tek vaadi, üzerinde durduğu tek konu da Donald Trump’ı yenebilmek. “Ne olursa olsun da Trump gitsin,” diyecek olan seçmenin çoğunluk olduğuna, Beyaz Saray yolunun tek bir mesajla açılabileceğine inanıyor.

        En azından Türkiye’de bu yöntemin tutmadığı, “Ne olursa olsun da Erdoğan gitsin,” diyenlerin bir türlü kazanamadığı ortada. Burası Türkiye, orası ABD ama aslında kimi dinamikler çok da farklı değil.

        *

        Sanders ve Bloomberg başa baş

        - Biri Brooklyn, diğeri Boston doğumlu ama ikisi de aslında New Yorklu…

        - Biri ömrünü işçi sınıfına adadı, diğeri özellikle serbest piyasayı takip eden yatırımcılara hitap eden bir abonelik şirketi kurarak zengin oldu…

        - İkisi de Yahudi, ikisi de 80’ine yaklaşıyor…

        - Sanders evli, Bloomberg ise bekar…

        - İkisi de aslında Demokrat Partili değil. Sanders “bağımsız” senatör olarak seçildi, Bloomberg ise New York belediye başkanlığı seçimine ilk kez Cumhuriyetçi olarak girdi, daha sonra bağımsız oldu.

        - Biri ilerici, diğeri gelenekçi olarak tanımlanıyor.

        - Sanders ultra-zenginlerden para almıyor, kampanyasını küçük bağışlarla yürütüyor. Bloomberg ise bütün seçim kampanyasını cebinden finanse ediyor ve destekçilerinden yardım istemiyor.

        - İkisi de seçim boyunca özel uçakla yolculuk yapıyor.

        - Birini gençler destekliyor, diğerini orta yaşlılar.

        - Birini #Occupy hareketi parlattı, diğeri #Occupy hareketine karşı çıktı.

        *

        Trump yenilecek mi

        Demokrat Parti’nin adayı kim olursa olsun Donald Trump’ı yeneceğine dair çıkan bir anket bir haftadır tartışılıyor. Kimi daha açık farkla yenecek, kimi daha az farkla. Ama anketler Trump’ın kasım ayında ikinci seçimini kaybedeceğini söylüyor…

        En azından şimdilik.

        Öncelikle bu gibi kamuoyu yoklamaları için henüz çok erken, çünkü hala Demokrat Parti’nin geleceği belli değil.

        Öte yandan, anketlerin ne kadar güvenilir olduğu da sorgulanır.

        Zira 2016’da Hillary Clinton’ın büyük bir fark atacağı ve Trump’ın yenileceğine kesin gözüyle bakılıyordu. Ünlü istatistikçiler ve seçim kahinleri oylar sayılırken bile hala Clinton’a yüzde 90 şans veriyordu.

        Clinton üç milyon fazla oy aldı Trump’tan ama seçimi kazanamadı. Çünkü kritik eyaletlerde Trump ona oy attı ve seçim sonucunu belirleyecek 538 sandalyeli “kurulda” çoğunluğu kazandı. Şimdi de anketler oy çokluğuna dayanarak Demokrat bir adayın kazacağını gösteriyor. Ama Amerikan seçimleri böyle kazanılmıyor, o yüzden Trump’ın üzerini çizmek için erken.

        Tabii bu arada bir anket daha var. O da Demokrat’ın çoğunun seçimi Trump’ın kazanacağını düşündüğünü gösteriyor.

        Diğer Yazılar