En güzel Beyaz Saray
Bill Clinton yıllarından fazlasıyla esinlenen “The West Wing” dizisi 90’larda televizyonda yayınlanmasına rağmen son yıllarda yeni bir izleyici kitlesi buldu. 3 Kasım 2020 seçimlerinden hemen önce New York Times’da dizi üzerine arka arkaya iki yazı yayımlandı. Joe Biden’ın seçimi kazanmasından sonra yine gündeme geldi. Zaten gün geçmiyor ki birileri bir yerde günümüz siyasetiyle dizinin yaratıcısı Aaron Sorkin’in hayali Beyaz Saray’ı arasında paralellikler kurmasın. Elbette herkes televizyondaki siyasetin hayal mahsulü olduğunu biliyor, ama sanki herkes belki hayat sanatı bu sefer taklit eder umuduyla izliyor.
Pek çok dizi Türkiye’de tuttu ama ilk yayınlandığı dönem televizyonlarda gösterilmesine rağmen “The West Wing” bizde bir türlü karşılığını bulmadı. Aynı dönemde, blog’culuğun ilk yıllarında New Yorklu yazarların dizinin yayınlandığı akşam hayatın durduğunu, sevgililerin birbiriyle konuşmadığını, ertesi gün izleyenlerin İnternet forumlarına dalıp olay örgüsü ve diyaloglar üzerine tartıştıklarını yazdığını hatırlıyorum.
BİZDE NEDEN TUTMADI
Sorkin’in kaleminden çıkan diyaloglar çok hızlı akıyor dizide. Gözünüzü bir an kaçırırsanız, dikkatiniz dağılırsa tek bir cümleden dizide olan biteni anlamamanız mümkün. Geriye sarmadan ya da altyazısız takip etmek çok zor, çünkü karakterler normal hayattaki gibi değil de sanki kitaplardan ezberledikleri paragraflarla konuşuyorlar. Başka dilde takip etmek imkansız olmalı. En zoru hepimiz için dizinin içine girmek, adapte olmak. Bu da sanırım genel kitleler için çok kolay olmasa gerek.
“The West Wing”deki herkes çok bilmiş, ukala, ama çok akıllı. Ukalalık yapmayı, üstünlük taslamayı hak ettiklerini düşünüyorsunuz. Ülkeyi yöneten Başkan ana dili gibi Latince biliyor, teoloji mezunu bir iktisatçı ve Nobel ödülü var; sadece dizideki rolünden dolayı ABD’de bir seçim öncesi “Benim başkanım Martin Sheen” yazılı tişörtler görmüştüm. Başkan’ın danışmanlarıysa İngilizcede kelimelerin önüne gelen tanımlıkları doğru kullanmakla övünüp bazen tek bir virgülden kriz çıkaracak kadar ezoterik tipler. Hemen hepsi her şeyi biliyor, her şeyi bilmekle övünüyorlar, iyi okullarda okuduklarını sık sık yüzümüze vuruyorlar, hiç kimse de malumatfuruşluktan çekinmiyor.
Dizideki krizler başka yapımlarda alışık olduğumuz gibi patlamalar, dünyayı uzaylıların işgali, eşlerin birbirini aldatmasından değil bir anayasa maddesinden, kanun hükmündeki kararnameden, Başkan’ın yapacağı bir konuşma metninden ya da başkentteki bir bütçe pazarlığından çıkıyor: Devlet “Susam Sokağı”na yardım yapmalı mı? Bir yargıç ataması üzerine 45 dakikalık bir bölüm yazmak kimin aklına gelir? “The West Wing”de bir değil, iki tane yargı ataması bölümü var ve ikisi de ders gibi.
Zaten Sorkin’in yazdığı uzun açıklayıcı söylevler kimi üniversitelerde siyasete giriş dersinde okutuluyor; ABD’nin başkanlık sisteminin zararları üzerine gayet açıklayıcı bir bölüm var mesela, tavsiye ederim. Lisede sosyal bilgiler dersinde öğretmenler ülkeleri hakkında bilinç sahibi olmaları için öğrencilerine diziyi tavsiye ediyor.
Dizinin sadece ABD’de fenomen olmasının aslında bütün bunların ötesinde de bir nedeni var elbette: Fazlasıyla Amerikan. Dünyada kaç kişi Amerika’daki siyasi sistem üzerine bir dizi izler?
EN PARLAK BEYİNLER
Netflix sayesinde yeni kuşak izleyiciler bu diziyi keşfetti. COVID-19 salgınının başladığı, herkesin izleyecek dizi aradığı dönemde ilgi iyice arttı. Tabii dizinin yeniden kıymete binmesinin asıl nedeni Trump yıllarının pek çok kişide yarattığı yorgunluk ve umutsuzluk. Trump’ın ülkesinde “The West Wing”in idealist karakterlerine olan özlem daha da arttı.
Şimdi pek çok kişinin beklentisi Biden yıllarının en azından bir şekliyle “The West Wing”i andırması. Dizide her ne pahasına olursa olsun kendi ülkelerine en iyi şekilde hizmet vermek isteyen, sadece ülkelerine hizmet aşklarından dolayı hükümette çalışan bürokratları görüyoruz. En parlak ve parıltılı beyinler özel sektörde milyonlarca dolar kazanabilecekken cüzi maaşlara, yer yer bodrum katında küçücük hücre gibi odalarda çalışmaya sadece halka hizmet adına razı oluyorlar. Bu bürokratlar insanlar için iyi bir şey yaptıklarında çok candan seviniyorlar. Her zaman istediklerini beceremiyorlar, her cephede mücadeleyi kazanamıyorlar. Ama yenildiklerinde de gerçekten canlarının yandığını, topluma iyi bir katkı yapamamanın verdiği acıyı hissediyoruz. Sonuçta hiçbirinin dürüstlüğünden şüphe duymuyoruz ve hepsine sonuna kadar inanıyoruz.
En son ne zaman böyle siyasetçiler gördük? Bana “The West Wing”in Türkiye’de tutmamasının bir nedeni siyasete olan genel inançsızlığımızmış gibi gelir hep. Başka ülkelerde tıpkı hayali televizyon dizilerindekine (mesela diziden esinlenerek Danimarka’da çekilen “Borgen”de) benzeyen umut veren figürler ara ara çıkabiliyor. Barack Obama böyle bir rüzgardı mesela. Ama bizde çıkmıyor. Çoğumuz da siyasetçilerin en parlak ve parıltılı beyinler olmadığına, olanların da varını yoğunu bizim hayatımızı güzelleştirmek için harcayacağına inanmıyoruz.
ABD için de Biden yılları televizyondaki gibi bir mükemmel dönem olmayacak. Her hayal kırıklığından sonra tekrar tekrar diziye dönüp iç geçireceğiz büyük ihtimalle. Ama buna bile çok fazla fırsatımız olmayabilir, çünkü “The West Wing” yakında Netflix’ten gidecek.