Dallas'tan mektup: Ceyar'ı kim vurdu
Dallas, Texas
Dünya değişmeden önce dışarıda son akşam yemeğini New York’un SoHo bölgesindeki meşhur Fransız lokantası Balthazar’da yedim. Gidecek başka yer aklımıza gelmedi, iki baş aşçısı ayrıldıktan sonra eski havasını kaybemişti. Ama oradaydık, masa bulduk ve eski günlerin hatırına oturalım dedik. Normal şartlarda çat kapı gidip de birkaç saat beklemeden oturmak kolay olmaz, ama bu sefer hemen yer bulduk. Virüs korkusundan insanlar gönüllü olarak eve çekilmeye başlamıştı demek ki; ilk kez orada anladım.
Genelde mönüde olur, ısmarlamak hiç aklıma gelmez. Ama o gün, o son yemekte, nereden estiyse paylaşmak için deniz mahsullü risotto söyledik masaya. Sanırım iki kilo tereyağı vardı içinde, belki de bu yüzden lezzeti aklımda kaldı. Bir senedir yeniden ne zaman gidip yiyebilirim diye hayal ediyorum. Bazı lokantalar paket servise geçti, kapının önüne masalar koydu ama Balthazar’dan ses çıkmadı, kapı duvar. Sahibi Keith McNally kendi sağlık sorunlarıyla –virüsle iligli değil– uğraşmaya başladı, bir tanesi hariç bütün lokantalarını kapattı. Zaten Balthazar’ın ağırlıklı müşterisi turist, bu açıdan turistin olmadığı şehirde kapalı kalması da doğasına uygun gibi.
*
Geçen sene 12 Mart’ta New York tamamen kapandı. O akşama tiyatro biletim vardı, gidip gitmeme konusunda tereddüt ederken bir-iki saat içinde kendiliğinden iptal oldu. Sabah süpermarkete gidip rutin alışveriş yapmıştım, öğleden sonra raflar yağmalandı. O paniği, insanların apar topar eve kaçışmalarını, acil durum tedbirlerinin bir anda devreye girmesini sanırım hiç unutmayacağım.
Kullanamadığım tiyatro biletim hala masamda duruyor, Broadway yeniden perde açarsa geçerli olacak diyorlardı. Hala tiyatroların açılmasını bekliyoruz, bu sefer “Belki sonbaharda,” deniyor ama o bile belirsiz. Benim o gece izleyeceğim oyunun kadrosunda Armie Hammer vardı. Son bir senede eşini aldatmaktan yamyamlığa kadar uzanan çeşitli iddialar yüzünden iptal oldu o da.
*
Ceyar’ı kim vurdu? 1980 yılında bütün dünya bu soruyla kafayı bozmuştu. “Dallas” dizisinin baş karakterini biri vurmuş, yanıtı da bir sonraki sezonda verilecekti. Görülmemiş bir reklam kampanyasıyla aylarca bu sorunun yanıtı üzerine spekülasyonlar yapıldı, hatta dizideki bütün karakterlerin eline tabanca verilip ateş açarken görüntüleri çekildi.
Ceyar’ı kimin vurduğunun yanıtını ABD’de 87 milyon kişi izledi, vuran kişinin metres olduğu ortaya çıktı. Dünya o günden bugüne toplu halde aynı sorulara aynı anda pek odaklanmıyordu, ta ki geçen sene virüs hepimizin hayatını altüst edene kadar. Bir senedir herkes her yerde “Ne zaman bitecek,” diye birbirine soruyor. Sezon finali ne zaman gelecek?
“Dallas”ta bir keresinde Ceyar’ın kardeşi Bobi öldürüldü, herkes ağzı açık izledi. Ama aynı Bobi bir sene sonra hiçbir şey yokmuş gibi duştan çıkıp Pamela’ya gülümseyerek hayatına kaldığı yerden devam etti. Meğer her şey bir rüyaymış. Koca bir sene yaşananlar, Bobi’nin ölümüne kadar varan onlar olay, aile içindeki kavga ve kriz, hiç yaşanmamış. Pamela hepsini hayal etmiş. Kim bilir, belki de kainatın sırlarının yanıtı dizide gizlidir.
*
Dallas şehrine gelip de diziyi hatırlamak en kolay klişe. İlk kez arabayla şehre girerken “Dallas”ın jenerik müziğini çalmıştım, çocukluğumdan hatırladığım binaları görüp heyecanlanmıştım. Kentin silueti o günden bugüne değişti gerçi.
En büyük hayal kırıklığım adım başı kovboy şapkası çizmeleriyle dolaşan iş adamlarını görmemek olmuştu. Hala var Ceyar gibi tipler, ama tek tük. Herkes Ceyar ya da Bobi gibi giyinip holding yönetmiyor, sokakta “Buralar benden sorulur,” havasında dolaşmıyor. Aksine son yıllarda Teksas eyaletinde ucuz yaşam şatlarından dolayı yoğun göç alıyor, özellikle New York ve Los Angeles gibi pahalı şehirlerden gençler buralara taşınıyor. İster istemez kentlerin demografisi de değişiyor, muhafazakarların kalesi Teksas liberalleşiyor.
İşte bu liberal kesim, özellikle gençler -Ceyar'ın torunları ya da– COVID-19’un aşağı yukarı birinci yıl dönümünde Teksas’ta hayatın hiçbir şey değişmemiş gibi devam etmesine anlam veremiyor. Üç gündür gezdiğim Dallas’ta sahiden virüs bir rüyaymış, geçtiğimiz bir sene hiç yaşanmamış gibi bir hava var.
*
Teksas geçen hafta resmen açıldı. Hiçbir zaman tam kapanmamış, ülke genelindeki abartılı tedbirlere direnmeye çalışmıştı gerçi. Sonra vaka sayılarında rekor artış gözlendi, hastaneler dolmaya başladı ve eyalet isteksizce tedbirleri artırdı.
Geçtiğimiz haftalarda Teksas dünyanın gündemine alışılmadık kar fırtınasıyla geldi bir de. Sıfırın altında 10 dereceyi bulan kutup soğuğunda insanlar günlerce elektriksiz kaldı, kimileri donarak hayatlarını kaybetti.
Ama bugün ne virüs ne de kar fırtınası yaşanmış gibi. Başka yerde yaz havası, burada güneşli bir Teksas baharı. Pazar günü I. M. Pei’in yaptığı beş tane binayı görmek için sokaklarda yürürken –buralarda kimse yürümüyor bu arada– virüs olmadan hayatın nasıl yaşandığını gördüm burada. En son ne zaman bar kuyruğunda beklediniz? En son ne zaman bir teras barda arkadaşlarınızla toplanıp ortadaki dev kovalardan içkileri devirdiniz? En son ne zaman yeni tanıştığınız biriyle el sıkıştınız, sarıldınız ya da yabancı biriyle öpüştünüz?
Ne barı, ne gezmesi… Son bir yıldır çoğumuz evde tek başına Sue Ellen gibi birkaç kadeh devirdik en fazla. Ama geçen hafta bir günde Teksas hiçbir şey olmamış gibi eski günlere dönmeye karar verdi. Tüm yasakların kalktığını açıkladı; maske zorunluluğu da dahil. Virüsün bir senesi bile dolmadan bütün işletmeler açıldı. Özel işletmeler hala maske diye direniyor, havalimanları ve toplu taşıma devlet kontrolünde olduğu için maske gerekli hala. Süpermarketlere de maskesiz girilmiyor. Ama havalimanından şehre gittiğim arabanın şoförünün dediği gibi “Maskenizi çıkartmak istiyorsanız itiraz etmeyeceğim.”
Bu noktada maske koruyucu bir önlemden simgeye dönüşmüş halde. Bulaşma riski olmamasına rağmen açık havada dahi maske takmakta direnenler kendilerinin daha bilinçli ve eğitimli olduğunu vurguluyorlar dışarıya karşı. Bu işin kendi içinde tutarlılığı da yok ama. Dallas’ta bir gece kulübünün önünde içeri girmek için maskeyle bekliyoruz, içeride barmen zaman zaman maskenizi takın diye uyarı yapıyor megafonla. Ama burası bir gece kulübü ve herkes her an içki içiyor zaten. Sonuçta tamamen göstermelik bir simgeye indirgendi maske: Kapının önünde tak, içeri girer girmez çıkart.
*
Maske takmak reflekse dönüşmüş bazılarında. Hero diye fabrikayı andıran bir lokantadayım. İçeride kaybolmak mümkün, o kadar büyük. Vasat yemekler, pahalı içkiler var. Teksas’ta her şey büyük derlerdi zaten, yine de görünce insanın aklı çıkıyor. Kolej basketbolu maçlarını izlemek için buradayız, barda 15 ayrı televizyon ekranını gören bir noktada sipariş veriyorum. Barmenin maskesi kulağında asılı ama sadece bana yemek veya içki getirirken yüzünü kapatıyor. Konuşurken çıkarıyor, kendi kendine dururken de. Ne zaman ki içki hazırlıyor ya da yemek servis ediyor, o zaman maskesini takıyor. Kendi içinde bir tutarlılığı var gibi, ama ben çözemedim.
Bir Dallaslı bana “Burası Teksas’ın sorumsuzca açılışını gözlemlemek için doğru bir yer değil,” diyor neden bulunduğumuz mekanın tıklım tıklım dolu olmadığını sorduğumda. “Sonuçta Dallas liberal bir şehir, birçok kişi de valinin kararını sorumsuz buluyor.”
Ertesi gün Deep Ellum'da gözlerim valinin kararını sorumsuz bulan insanları arıyor. İnsanlar teras katlarında partilemekten, dans etmekten, şişe açmaktan son derece memnun gözüküyor. Tek dilim pasta almak için 30 dakika kuyruk var. Vaka sayıları, hastaneye kaldırılma oranları ve ölümler ABD’de istikrarlı bir şekilde azalıyor. Amerikan Başkanı “Neandertal kafası,” diyor Teksas’ı açan zihniyet için. Ama tedbir alan yerlerle almayan yerlerde de sayılar düşüyor, o zaman kim haklı? Açmakla kapanmanın sonu aynı yere çıkıyorsa… Aç… Aç… Aç…
*
Beyaz Über sürücüsü aşı olmayacağını söylüyor ama virüsün varlığını inkar etmiyor. Ailesinden birkaç kişi hastalanmış. Dallas’ta bir şekilde virüse yakalanan çok kişi var, birbirlerine ne zaman hastalandıklarını sormak rutin olmuş. New York’ta herkes virüsten korunmuş olmakla övünüyor, buradaysa yakalanmaktan.
Über şoförü daha evvel lokantada çalışıyormuş ama insanlarla uğraşmaktan bıkmış. “Kimseye bir şey de denmiyor burada, maskenizi takın diye de uyarmıyorum,” diyor. “Çünkü kimin ne olduğu belli değil, herkes silah taşıyor.” Aşı konusunda kuşkulu ama virüs inkarcısı değil, üstelik silah karşıtı… Politik eğilimini çözemiyorum.
Siyah Über sürücüsüyse “Virüs bulaşıp da anında öldürüyor diye bir şey yok,” diye söze giriyor. “Neyse bir şey diyecektim, vazgeçtim.”
“Gazeteci olduğum için mi?”
“Evet.”
Ana akım medyadan, virüs konusunda korku yaratılmasından, bir senedir devam eden tedbirlerden nefret ediyor. “Birkaç günde kurtuluyorsun virüsten, amma abarttılar,” diye isyan ediyor. Siyah ve virüs inkarcısı, ama Trump’cı gibi. Burada hiçbir şeyi çözemiyorum.
*
Balthazar nihayet 24 Mart’ta yeniden açılıyor. Birkaç gün öncesinde de New York’ta lokantalarda içeride yeme kapasitesi de yüzde 50’ye çıkıyor. Benim için şehrin geri döndüğünün simgesi önünden geçip geçip kapalı kalmasına üzüldüğüm yerin geri gelmesi.
Balthazar’ın rezervasyon için özel bir telefon hattı var. 90’ların sonunda Madonna falan müdavimken bu hat çok kıymetliydi, şimdi bende bile var. Günler öncesinden bir arkadaşıma “Bir an önce gidelim, içeride yemek yiyelim o aynanın altında,” dediğimde hala iç mekan konusunda tereddütleri olduğunu söylemişti. “Sen kendini rahat hissedene kadar biz yine masa bulamayız, gider bir de kapıda bir saat bekleriz,” dedim.
Bu sefer erken davrandığımı düşünüp o ayrıcalıklı rezervasyon hattını aradım, bir sene önce kaldığımız yerden devam etmek için. Şimdiden her gün dolmuş, ancak ay sonuna yer bulabildim. Öyle ya da böyle, virüsün sezon finali beğensek de beğenmesek de geldi. Birkaç haftaya “Dallas” gibi her şey bir rüyaymış diye uyanır, banyoya girdiğimizde duş alan Bobi’yi görüp kaldığımız yerden devam ederiz.