Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Artık o kadar genç olmadığımı birkaç sene önce Miami’deki bir hip-hop festivalinde fark ettim. Halbuki üç günlük festival gerçek olamayacak kadar büyülüydü. Kendrick Lamar, Future, Migos, Playboi Carti gibi o aralar kim meşhursa onlar arka arkaya sahneye çıkacaktı. Son gece de Travis Scott konseri vardı. Kağıt üzerinde mükemmel ama yaşayınca bir kabusa dönüşen bir tecrübeydi. Hafta sonu Houston’da sekiz kişinin Travis Scott’ın başını çektiği Astroworld festivalinde öldüğü haberi gelince Miami aklıma geldi, oradan sağ çıktığıma şükrettim. Çünkü Travis Scott da dinleyicileri de bildiğimiz anlamda konser izleyicileri değil.

        ÖFKELİ ÇOCUKLARIN TEMSİLCİSİ

        Travis Scott sadece ünlü bir rap yıldızı değil, çok ünlü bir rap yıldızı. McDonald’s için özel menü hazırlıyor, hiçbir özelliği olmamasına, yanında oyuncak bile gelmemesine rağmen bir anda satış rekorları kırıyor. Nike’yle spor ayakkabıları çıkarıyor ve ikinci elde binlerce dolara satılıyor; önümüzdeki günlerde yeni bir model daha piyasaya çıkacak. Saint Laurent’ın yüzüydü bir ara, Bape ve Ksubi gibi markalarla ortak kıyafetleri var. Reese’s Puffs adlı ‘cereal’in bile Travis Scott resimli kutusu çıkmıştı. Pandemi sırasında dünyada canlı performans diye bir kavram unutulmuşken Fortnite oyununda 27 milyon kişinin izlediği canlı konser verdi, aynı kapsamda Nerf oyuncak silah piyasaya çıktı. Byredo’yla kendi adına özel parfüm çıkardı. Kylie Jenner’dan çocuk yaparak Kardashian klanına da dahil oluverdi.

        REKLAM

        Kanye West’in izindeki bir sonraki kuşağın Drake’le birlikte en önemli yıldızı. Ama Drake yer yer romantik, sulugözlü ya da şapşalsa Travis Scott öfkeli, hatta çoğu zaman trip’e girmiş gibi. Takipçi kitlesi de diğer star’lardan daha genç. 29 yaşında olmasına rağmen 10’lu yaşlarını yaşayan gençleri (özellikle genç erkekleri) Tik Tok’tan, Fortnite’tan falan yakalamasını biliyor. Çocuk diyeceğimiz bu dinleyiciler de ergen öfkesini onun müziğinde ve sahne performasında buluyorlar.

        Miami’de de sahnede bir an bile durmuyordu. Ben hareketlerini abartılı ve fazla coşkulu buldum, ama nefes almadan kendinden geçmesi herkesi etkilemişti.

        Miami’de kalabalığa “Şu anda görüp görebileceğiniz en büyük ‘mosh pit’i oluşturun,” diye talimat verdi: ‘Mosh pit’ kalabalığın geri çekilerek ortada dev bir çember oluşturması. Zaten adım atacak yer yoktu, ‘mosh pit’ oluşturması hepimizin daha fazla birbirimizin üzerine çıkması anlamına geliyordu. Ama onun konserlerinde sahneden kalabalığın üstüne atlamak, başkalarının elleriyle sahneye doğru ilerlemek, tepelerden atlamak, zıplamak, birbirini itmek, tepinmak sıradan durumlar. Geçmişte bu yüzden başı belaya da girdi. İki kat yukarıda duran insanları aşağıya atlamaya teşvik etti, “Sizi birileri mutlaka tutacak,” dedi sahneden. Bir genç itildiğini ve bu yüzden felç olduğunu iddia ediyor, dava sürüyor. Bayılmak, kendini kaybetmek, sakatlanmak da Travis Scott konseri için olağan durumlar.

        O ‘mosh pit’ kurulurken de zaten tıklım tıklım olan konser alanında bedenler birbirine daha da yapıştı, pek çoğumuzun ayağı yerden kesildi, hava sıcaklığı arttı, nefes almak zorlaştı.

        Çocuk denilecek yaştan beri konserlere gidiyorum, hatta çocuk denilen yaşlarda stadyum konserlerine bile başımda yetişkin biri olmadan gitmişliğim var. Ama hayatımda Miami’deki Travis Scott konseri gibi kendinden geçmiş bir kalabalık, böylesi kendini kaybedebilen bir kitle görmedim. Sözlerinde öfkesini haykıran Scott sahnede de “Bastığımız yeri sarsmaya geldik, bana öfkenizi gösterin,” gibi sloganlar atarak kalabalığı gaza getirmesini biliyor. Bu gibi sözleri Houston’da da tekrarladı. Sonra da olan oldu.

        REKLAM

        RAP'İN MÜSLÜM BABASI

        Bu konserlerde hem sahnedeki kişi hem de dinleyenler kendinden geçtiği için bayılanları, acil yardıma ihtiyaç duyanları da görmüyorlar. İnsanın içini acıtan görüntülerde dinleyici çocuklar ambulansların üzerine tırmanıyor, tepiniyor. Bir ara müziği kesen Travis Scott muhtemelen hayatını kaybeden veya bayılan birinin vücudu taşınırken şarkı söylemeye devam ediyor. Kesebilirdi, ama kesmedi çünkü o da sahnede kendini kaybediyor. Bunu daha önce de ifade etti.

        Korkunç senaryolar konuşuluyor: Birilerinin içinde uyuşturucu olan şırıngaları insanlara vurduğu, ilkyardım çadırlarında ‘opioid’ (uyuşturucu bağımlığı etkisi gösteren tartışmalı bir ağrı kesici) aşırı dozuna karşı kullanılan ilaçların hızla tükendiği, daha konser başlamadan 300 kişinin acil yardıma ihtiyacı olduğu. Aylar öncesinden olayların çıkabileceği ihtimali üzerinde duruluyor, güvenlik sayısı artırılıyor, sayfalarca raporlar hazırlanıyor ama yine de 50 bin kişilik coşkulu kalabalıkla baş edemiyorlar. İşin içinde bir şekilde kimyasalların olduğu da ortada.

        Müslüm Baba konserlerinde jilet atanlar gibi müzikle kendinden geçmek yeni değil. Konserlerde facia yaşanmasının da rock tarihinde acılı örnekleri var: Altamont’ta Rolling Stones’dan 1979’daki The Who konserinde 11 kişinin öldüğü trajediye kadar. Astroworld’u diğerlerinden ayıran hayatını kaybedenler gibi konsere gelenlerin çocuk yaşta oluşu ve bu çocuk diyeceğimiz isimlerin neden bu kadar öfkeli olduklarını, neden kendilerinden geçtiklerini bir türlü anlayamamamız.

        Dünyanın en iyi dizisi böyle yazılıyor

        Dünyanın en iyi dizisi böyle yazılıyor
        0:00 / 0:00

        Daha önce de “Succession” dizisinden bahsettim. Üçüncü sezon yayınlanırken bütün bölümleri tekrar tekrar izliyorum, arada kaçırdığım cümleler olursa durdurup geri alıyorum. Şu anda hiç abartmadan dünyanın en iddialı dizisi diyebilirim. Bu başarının altında da dizinin yaratıcısı Jesse Armstrong var. Çok ama çok iyi bir yazar.

        New Yorker dergisinde yaz sonunda Armstrong’la yapılan bir söyleşiye yeni denk geldim. Yazı yayımlandığında ben de dizideki aile gibi dünyadan uzak bir tekne seyahatindeydim, dünyadan kopmuştum. Bu kadar iyi bir dizi yazmak için ekibin hangi kaynaklardan beslendiğinden bahsediyor yazı bir bölümünde. Yazı ekibi bir kere düzenli olarak Financial Times gazetesini ve medya biyografilerini okuyor. Kendall’ın iç çalkalanışını derinleştirmek için “Suç ve Ceza”dan faydalanmışlar. Roma İmparatorluğu’nun tarihi, Neron ve Sporus’un ilişkisi Kuzen Greg ve Tom’un ilişkisine ışık tutabilirmiş. “Lake Success” romanında zenginlerin hayatını yazan Gary Shteyngart’a danışmışlar. Tom Holland ekibe Caligula, Ortaçağ tarihi ve Roma İmparatorluğu’ndan başka liderlerin hikayelerini anlatmış. Gılgamış Destanı geçen sene Armstrong’un ilham kaynaklarından biri olmuş. Son okuduğu kitaplarda da İşçi Partisi politikacısı Jack Straw’ın anıları, Robert Draper’ın Irak Savaşı hakkındaki kitabı, John Carey’nin “A Little History of Poetry”si ve Jean Stafford’un kısa hikayeleriymiş.

        Kitapların dışında yazar odasındaki çalışma yöntemi de ilginç Armstrong’un. Her sabah yazarlar toplandığında bir gün önce ne yaptıklarını soruyormuş. Bazen bir saate çıkan bu sohbetlerde hikayeler ne kadar sıradansa o kadar iyiymiş. Ne yedin, televizyonda hangi filmi izledin, kaç saat uyudun gibi. Bir süre sonra bu egzersiz yazarları birbirine daha da yakınlaştırmış ve gündelik hayatlardan anlar dizide yer bulmaya başlamış. Staten Island’da yaşayan bir yazarın vapurda çektiği sıkıntılar Greg’in aynı yerde yaşamasına dönüşmüş örneğin.

        Bunlar “Succession”ı başarılı kılan formüllerden bazıları. Ama iş bütün bunlardan beslenip kendi dilini yaratan yaratıcıda elbette.

        Soros ve işçi hakları

        Soros ve işçi hakları
        0:00 / 0:00

        New York Times’ın medya yazarı Ben Smith’in bugünkü köşesinde okudum, More Perfect Union isimli video merkezli bir haber sitesi ilgi çekmeye başlamış. 24 gazetecinin bünyesinde bulunduğu site işçi haklarını korumak ve işçilerin sesini duyurma misyonu taşıyor. Amazon’un sendika karşıtı taktikleri, Frito-Lay ve Kellogg’s fabrikalarındaki çalışma koşullarına dair videoları Twitter’da iki milyon kere izlenmiş. Site bundan sonra da işçilerin sesini duyurmaya devam edecek, başka fabrikalardaki çalışma koşullarını da ifşa edecek.

        Peki sitenin parası nereden geliyor?

        George Soros destekli Açık Toplum Vakfı’dan aldıkları fonla. Türkiye’de fon ya da Soros denince bir öcü akla geliyor, ama ben şu ana kadar Türkiye’de fon almayan ya da Soros’la ilgisi olmayan sitelerin işçilerin haklarını koruduğunu görmedim. Gerçi fon alan ve Açık Toplum’la ilintili sitelerde de bunu görmedim.

        Demek ki fon almak ya da almamak tek başına kriter değil. Önemli olan aldığın fonla ne yaptığın. Paraları cebine atıp YouTube’da ahkam mı keseceksin yoksa gazeteciliği mazlumun sesini duyurmak için mi kullanacaksın? Sorun da Soros değil.

        Diğer Yazılar