İstanbul'a dair serbest gözlemler
Çok fazla küpeli erkek görüyorum. En son Erman Toroğlu’nun genç eşinden sonra imajını değiştirip küpe taktığına dair bir haber okudum. Bu konu sadece eski hakemle sınırlı değil. Sanki 80’lerin ortası ve erkekte küpe modası yeni yayılmış gibi. O zamanlar sağa takmakla sola takmak arasında anlam farkı vardı. Ayakkabılarını bağlamakla bağlamamak arasında olduğu gibi. İşin garip tarafı kulağı ta o yıllardan delik pek çok erkek artık küpe takmıyor ama hiç beklenmedik, hiç tahmin edilmeyecek ve hiç yakışmayanlarda küpe görüyorum. Toroğlu sadece biri, Sultanahmet Köftecisi’nin kasasında duran beyaz sakallı adam bir diğeri. Dövme çoktan yaygınlaşmıştı, küpe neden bir anda şimdi patladı anlamaya çalışıyorum.
Yaşlı erkekler küpe takarken genç kadınlarda çok fazla estetik ameliyat gözüme çarpmaya başladı. Henüz üniversite yıllarındaki gençler bunlar. Belli bir yaşa geldikten sonra kadınlar estetik yaptırdıklarını gizlemeye çalışırdı, şimdi daha yolun başındakiler hiç gizlemeden söylüyor. Epey bir zamandır Türkiye’de neredeyse yapılı olmayan burun kalmadı, ama yaş ortalamasının bu kadar aşağıya düştüğünün farkında değildim. Herkesin kendi bedeni; buradan yola çıkarak dayatılan estetik standartları ve genç kadınların kendilerini mecbur hissetmeleri üzerine ahkam kesmeye kalkmayacağım.
Ancak Instagram’ın 13 yaşındaki kız çocuklarını olumsuz etkilediğine dair yapılan araştırmaların ne kadar doğru olduğunu, bu uygulamada dayatılan (önerilen, öne çıkarılan, gözümün içine sokulan) fotoğraflarda belli bir tipolojinin güzel olarak sunulup insanların beyninin yıkandığı da yadsınamaz. Genç kadınların estetik yaptırmalarıyla hayatlarını sosyal medyada yaşamaları arasında illaki bir bağ var.
Geçenlerde hiç kimsenin beni tanımadığı—arkadaşımın arkadaşı vesilesiyle—bir partiye gittim, sadece eğlencesine kendime farklı bir kimlik icat ettim, ne yaptığımı soranlara ailemden hamam kaldığını ve onu işlettiğimi ama bu durumdan biraz çekindiğimi söyledim. Adımı soranlara başka bir isim uydurdum. Kendi kendime eğleniyordum. İnanması zor ama gecenin sonunda beni çok sevdiler ve iletişimde olmak istediler. Instagram’ımı sordular. Instagram’ımı söylesem yalanım ortaya çıkacaktı, bu sefer başka bir yalanla örtmeye kalktım: “Instagram kullanmıyorum.” Aileden kalan hamamı işlettiğime inananlar IG kullanmadığıma inanmadılar. Ne kadar ikna etmeye çalıştıysam da dört kişi kesinlikle yalan söylediğime, bu çağda bu uygulamayı kullanmamamın mümkün olmadığına ikna oldular. Biri diğerine doğrulattı hatta.
“Kesin yalan söylüyor, di mi?”
“Elbette.”
Sonunda onlarla bir daha görüşmek istemediğim için Instagram’ımı söylemediğime kanaat getirdiler ve “Olsun biz yine de çok eğlendik,” diye vedalaştılar.
*
Geçen senenin sonlarına doğru Türkiye’nin en eski pastanesi Lebon’un kapanacağına dair haberler çıktı. Bir İstiklal Caddesi klasiği artan kiralara daha fazla dayanamadığı için 31 Aralık’ta kepenk indirecekti. Böyle birçok haber çıktı. Ama bizde fikri takip olmadığı için Lebon’da neler olduğunu takip edemedim. Çünkü Mart ayında hala açık ve hizmet veriyor.
Ama garip bir şekilde ya kapanmayı bekliyor ya da caddenin bu halinden bezmiş gibi bir hali vardı. Fırınından ne çıkarsa çıksın lezzetli olmayı başaran bu pastanede toplam üç ürün var desem yeridir. Raflar genellikle boş.
Geçenlerde bir sabah peynirli simit aldım, o kadar güzeldi ki ertesi sabah tekrar almak için yola çıktım. Yoktu. Bir gün sonra yine yok. Ne zaman gitsem kaçırmış oluyordum; pastaneyle aramızda bir şakaya dönüştü. Günde toplam iki tane simit yapıyor olabilirler, zaten başka pek çeşit de yok.
Lebon caddenin son kalan kalesi gibi, ama ruhu bezmiş ve pes etmek ister sanki. İstiklal Caddesi’nin bir Orta Doğu sokağı olmasına bozulmuş, kendisinin bu yeni realitede anlaşılmayacağını düşünmüş, yeni düzene adapte olmakla, sokağın yeni kitlesine kendini beğendirmekle uğraşmaktansa gelip o üç ürününü beğenerek yiyenlerle vaktini tamamlamak ister gibi biraz. Dünyanın en yalnız ve tuhaf pastanesi olabilir.
*
Türkiye değişime ne kadar hazırlıklı, ne hızlı uyum sağlıyor. Beyoğlu çok fazla Arap turist geldiği için bütün çehresini ona göre değiştirmişti adeta, şimdi sokaklarda sık sık Rusça duyuluyor. Dünyanın geri kalanından kovulan Ruslar sadece Türkiye’ye gelebilirse hizmet sektörü de onlara yoğunlaşacağa benziyor. Bazı otellerin Rus müşterilerden peşin para aldığı konuşuluyor; haklılar, çünkü kredi kartları çalışmıyor. Bir otelci arkadaşım Antalya’da önümüzdeki yaz için otellerin Rus turistler ve diğerleri diye ayrıldığını, sadece bazı otellerin Rus müşterileri kabul edeceğini söylüyor.
Ben en çok bu yaz mağazalardaki Arapça yazılar sökülecek, yerini Rusça alacak mı diye merak ediyorum.