Beyaz Türkiye de pahalı
Yıllar önce ünlüleri tuzağa düşürmek için ekmek fiyatını sorardı gazeteciler, Ajda Pekkan gibi o anki zamanın ruhuna göre kendisini Fransız ya da Amerikalı zanneden star’ların böylece sokaktan ne kadar kopuk olduklarını anlardım. Benim durumum da böyle biraz. Fiyat artışlarından bahsetmek istiyorum ama konuya nereden gireceğimi kestiremiyorum. 80 TL’ye ekmek gördüm. Bu ekmeklerin hiç de şikayet edilmeden satın alındığını da.
Fiyat artışını anlamlandıramıyorum ama bunun asıl nedeni halktan kopuk olmam değil. Türkiye’de fiyat istikrarının kalmaması. Çok basit bir örnek vereyim. İstanbul’dan en iyi yemek yapan yerlerden Şahin Lokantası’na dadandım bir süre önce. O kadar da halktan kopuk değilim. Hemen her öğlen burada yemek yedikten sonra çay ya da kahve içmek için Soho House’a gidiyorduk. Bir yerde tıka basa doyana kadar yemek yiyor, diğer lüks otelin lobisinde de sadece çay içip aynı hesabı ödüyorduk. Elbette esnaf lokantasıyla dünyaca ünlü bir otelin fiyatları kıyaslanamaz, ama çayla yemeğe aynı hesabın gelmesi hakikaten anlaşılır gibi değil. Ya biri çok pahalı, ya diğeri çok ucuz. (Dahası Soho House’un kurucusu Nick Jones hayatı boyunca Şahin Lokantası kadar iyi yemek sunabildi mi, bu da ayrı bir konu.)
YAZIN FİYATLAR UÇACAK
Yakında Çeşme ve Bodrum’da ev fiyatlarının ne kadar artmaya başladığına dair geleneksel haberleri görmeye başlarız. Bir televizyon kamerasına konuşan yerel emlakçı bahçeli veya havuzlu evlerin sezonluk fiyatlarını sayacak; kiraları Malibu, Ibiza ya da Cote D’Azur’a eşit bu evlerin kapış kapış gittiğini de söyleyecek. Ama bu ülkelerin kişi başı geliriyle Türkiye’ninki eşit değil, sadece fiyatlar aynı ve döviz arttıkça burada ikiye katlanıyor.
Beyaz Türkiye bu yaz Çeşme ve Bodrum lokantalarındaki fiyatlardan da endişe ediyor. Her yıl lahmacun fiyatıyla haber olan Maça Kızı’nda yemek New York’taki bir lokantaya gitmekle eşitti. Enflasyon sadece Türkiye’nin değil, ABD’nin de sorunu. Bu sene New York’ta fiyatlar katlandı, demek ki Maça Kızı’nda da ona göre artacak.
Birkaç hafta önce İstanbul’dayken yazın gittiğimiz bir lokantada ödediğimiz kişi başı ücretin şimdiden iki katına çıktığını fark ettim. Lüks lokantalarda kişi başı bin TL hesap gelmesi norm olmuş. Dört kişinin Sunset’te yedi bin TL ödediğine dair hikayeler duyuyorum.
Bütün bunlar içkili hesaplar. Ama geçen gün elime Beyti’nin iftar mönüsü geçti. Yaklaşık 800 TL’lik bu mönüde sınırsız ayran ve çay servisi var. Özellikle sınırsız ayrana güldüm; bir insan yemek boyunca ne kadar ayran içebilir, iki taneden sonra kim olsa tıkanır.
Herkes fiyat artışından şikayetçi ama gittiğim her yer de dolu. Hafta içleri bile. Fiyatlar arttıkça müşteriler de artıyor anlaşılmaz bir şekilde. Yurtdışına giden—gidebilen—Türklerin sayısında da pek azalma yokmuş gibi görünüyor.
Geçen yaz pandemi dolayısıyla kapalı kalan mekanlar astronomik hesaplarla açığı kapatmaya çalışmıştı. Herkes şikayetçi oldu ama gitti. Bu yaz da aynısı olacak. Çeşme ve Bodrum’daki yazlık evler de tutulacak, lokanta ve gece kulüplerinde de masa bulunmayacak.
Buradan ekonominin iyi gittiği, kriz olmadığı, fiyat artışının CHP zihniyetinin işi olduğu sonucunu çıkartmak da mümkün. Business Class kabininde yer bulunamıyor ne de olsa.
GELİR UÇURUMU GENİŞLEDİ
Ya da bu gözlemlerden Türkiye’de uçurumun hiç olmadığı kadar genişlediği sonucu çıkabilir. Bir kesim fiyat artışından etkilenmeyecek kadar ekonomik olarak başka bir basamağa yükseldi belli ki. Doların iki katına, üç katına çıkması bile etkilemiyor. Ekonomik olarak o kadar gelişen mutlu bir azınlık var. Tıpkı ABD’de olduğu gibi yüzde 1 ve yüzde 99 ayrımı epeydir oluşmaya başladı Türkiye’de. Yine de kafa karışıklığımı açıklamaya yetmiyor bu durm. Beyoğlu ve Etiler elbette Türkiye’nin tamamını yansıtmıyor, ama bahsettiğim kitleye de yüzde 1 demek zor. Türkiye’nin Elon Musk’ları, Jeff Bezos muadilleri değil bu lokantalarda gördüğüm, yazlık ev tutan ya da Çeşme-Bodrum’da astronomik fiyatları harcayan Beyaz Türkler. Orta-üst ve üst gelir grubu denebilir, ultra-zenginleri kastetmiyorum.
Benimki son derece yüzeysel bir gözlem. Sadece bu tuhaflığı anlamaya çalışıyorum. Fiyatların artmasına, her ürünün pahalılaşmasına rağmen ekonomik hayatın ultra-zengin olmayan bu kesim için durmamasını aklı almıyor. Yastık altındaki para mı? Belki bir gün—“bunlar gidince”—yeniden kazanılır diye birikmişler mi harcanıyor? Krediyle borçlanma mı?
Laboratuvar olarak incelendiğinde bir şekilde Beyaz Türkiye’nin sokaklarındaki manzarayla somut ekonomik göstergeler, rakamlar birbirini tutmuyor. Hatta ikisi birbiriyle çatışıyor. Bunu birinin açıklaması gerekmez mi? Bu görev en başta muhalefetin olmalı. Zira açıklamadıkları sürece kalabalık lokantalar iktidar seçmeni için “iyi ekonomi” algısını kuvvetlendiriyor. Seçimlerin algıyla kazanıldığını da unutmayalım.