Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Basın tarihine geçecek bir açıklama bence, Hakan Şükür’le söyleşi yapmak isteyen bir YouTube yayıncısı kararından vazgeçmesini “Babama da sordum,” diye açıklıyor. Neresinden bakarsanız bakın absürt bir açıklama. İş daha da karmaşıklaşıyor, çünkü bir gazeteci ailenin içinde geçmiyor bu konuşma. Soran kişi YouTube’de 3.36 milyon takipçisi olan Oğuzhan Uğur. Baba daha da ilginç; Ergenekon kumpasında hapse atılan, Abdullah Öcalan’ı yakalandığında Türkiye’ye getiren Hasan Atilla Uğur. “Oğlum çıkarma yayına,” diye öğütlemiş. “Bir kişiye bile sempatik gelmesin.”

        Gazetecilik ne zamandır tribünlere sempati ölçmeyle yapılıyor bilmiyorum; askerin de medya üzerine fikir beyan etme ayrıcalığına sahip olduğu yanılsamasından sıyrıldığını düşünüyordum. Oğlan babasının sözünü dinliyor, bütün bu fırtınanın koptuğu sosyal medyada özürler, açıklamalar derken konu kapanıyor. Bütün bunlar da sosyal medya yasasının Meclis’ten geçtiği günlerde yaşanıyor. Yasa bir garip, ama YouTube daha da garip. Medya başlı başına problemli zaten.

        ESKİ PROGRAMLAR GİBİ

        Oğuzhan Uğur adını birkaç hafta önce Cem Uzan’la yaptığı uzun söyleşide duyurdu. Uğur Dündar gibi sadece adı bile dürüstlük mührü olan birisi de yayınına çıktığına göre güvenilir, dikkate değer biri olsa gerek. Cüneyt Özdemir de kendi programında Uğur’u ağırladı, hikayesini anlattırdı. Haklı olarak oyu yüzde bir gözüken Ahmet Davutoğlu gibi isimlerin Uğur’un Babala TV’sinde nasıl yedi milyon izleyiciyi çektiğini merak ediyor. Sosyal medyadaki her rakama yazıldığı gibi inanmamak gerektiğini bilmekle birlikte Babala TV’nin çok ilgi çektiği kesin.

        Ana akım medya kanallarındaki tartışma programlarının 30-40 kişilik konuk havuzu arasında döndüğü bir ortamda Uğur eskinin “Siyaset Meydanı” ve “Genç Bakış”ı karışımı bir alternatif sunuyor. Gençler doğrudan soruyor, bazen karşılıklı tartışılıyor. TV tarihine geçen iki format’ın da tartışmalı kısımları var.

        Ancak Ali Kırca ve—bir zamanlar Özdemir’in de içinde olduğu—ekibi yılların birikimi, ev ödevlerini başarıyla yapmanın getirdiği rahatlık, tecrübe ve donanımla tabuları yıkarken bir gün bile babalarına sormadılar. “Siyaset Meydanı”na davet edilen, eline mikrofon verilen sıradan insanlar da çok ciddi bir ön elemeden, uzun bir telefon mülakatından sonra programa davet edildiler. Bir dönemdi, bir daha gelmeyecek bir ekipti. Tekrar edilemez.

        “Genç Bakış” ise siyasilerle halkı karşı karşıya getirirken beklenen etkiyi yaratmadı, herhangi bir tabuyu sarsmadığı gibi manşet de üretmedi. Siyasetçiler sahneye kendi mitinglerine çıkar gibi çıkar böyle programlara. Sıradan insan bu gibi ortamlarda soru soramaz zaten. Herhangi bir panele katılığınızda illaki görmüşsünüzdür; “Şimdi sorulara geçelim,” kısmı kâbustur. Mikrofonu eline alan soru sormaktansa kendi görüşünü uzun uzun bildirmek, kendi görüşünün en az konuşmacı kadar önemli olduğunu düşünür. İşin içine kamera ve sosyal medya girince tribünlere şov fırsatı da doğar. (Kötü gazeteci de uzun soru sorar, Mehmet Ali Birand ise “Ne oldu ya?” der ve anlattırırdı.)

        GAZETECİLİK FAALİYETLERİNDE BULUNANLAR

        Babala TV’nin çok izlenen uzun programlarından da tek bir haber çıkmıyor, çıkamaz da çünkü hazırlayan gazeteci değil. Sadece gazetecilik faaliyetlerinde bulunan biri.

        Vatandaş gazeteciliğinin ilk destekçilerinden New York Üniversitesi’nden Jay Rosen bu insanları “gazetecilik faaliyetlerinde bulunanlar(acts of journalism) olarak tanımlamıştı. Gazeteciliğe özenen de denebilir. Eline akıllı telefonu alan, blog yazan, tweet atan kolaylıkla gazeteci olabiliyor. Gazeteciliğin bir meslek odası, barosu, sınavı olmadığı için kendi dergisini çıkaran Gülben Ergen de kolaylıkla “Gazetecilik yaptım,” diyebilir. Ama her gazetecilik yapan gazeteciliği bilmiyor elbette.

        Oğuzhan Uğur’un da alacağı ilk ders gazetecinin sonuçlarına aldırmadan kamu yararı olduğu sürece herkesle konuşabileceği, hatta konuşması gerektiğidir de. Birand’ın Ağca ya da Öcalan söyleşileri haberdi. TRT’nin Osman Öcalan’ı çıkarması da; gerçi orada niyet ve uygulama farklıydı o yüzden tepki çekti. Hakan Şükür’ün de anlatacaklarını merak edecek bir kamuoyu illaki vardır, ama karşısına da donanımlı çıkmak, propaganda yapmasına fırsat vermemek, eğer olursa yanlış iddialarını çürütecek bilgi ve belgeyle sorgulamak gerekir.

        Dediklerim özgür bir basının olduğu ülkelerin mesleki standartları tabii, Türkiye değil. O zaman da ikinci aşamaya, gazetecinin neyi yapılıp neyin yapılmayacağını bilmemesi noktasına, ince ayara geliyoruz. Bir-iki kahramanlık gösterisi, ana akıma meydan okuma, ülkeyi kurtarma girişimiyle gazeteci olmaya özenenler sadece kendi kalelerini yakar. Bu da kamuoyunu ileride söylenecek daha kıymetli sözlerden mahrum bırakmaya değmez.

        Sonuçta her şey dönüyor dolaşıyor gazetecilik yapmak isteyenle gazeteci arasındaki farkta kitleniyor. Bu yeterlilik henüz Babala TV’de yok. Olmasını beklemek de haksızlık olur, çünkü Uğur birkaç sene önce gazetecilik işleriyle değil dizi-film, daha önce de pop müzik işleriyle ilgileniyordu. Gazetecilik işleriyle ilgilenenlerin takipçi sayılarına bakarak gaza gelip “Hakan Şükür’ü de alalım,” demeleri bana Orhan Pamuk’un “Kar” romanında Atatürk rolüyle meşhur olan oyuncunun “Halkımız uygun görürse Peygamber Efendimizi oynamak isterim,” deyişini hatırlatıyor.

        *

        Bu arada söylemeden edemeyeceğim: üç bin kitap okuduğunu söyleyen Uğur’un Ayazağa’daki basketbol potalı, bilardo masalı dubleks dairesinin en azından Youtube’culara açtığı kısmında görünür hiçbir yerde—sehpanın üstü, masa, başucu—tek bir kitap bile yok.

        YouTube denetlenmeli mi

        YouTube denetlenmeli mi
        0:00 / 0:00

        Öyle ya da böyle YouTube çok önemli bir alternatif medya Türkiye için. Şimdi iktidar bu kanalı da tıkamaya çalışıyor. Dün ana akım medya, bugün sosyal medya. Sesini duyurmak isteyen bir yolunu illaki bulur, o yüzden bu sansür yasası da uzun vadede fiilen bir işe yaramayacaktır.

        Açıkçası, YouTube’un denetlenmediği, ana akım medyanın yerine geçtiği bir dönemin demokrasiye ne kadar katkısı olduğu da tartışılır. Cüneyt Özdemir, Murat Yetkin gibi gazetecilikten gelen, o disiplini burada da koruyan birkaç kişinin ötesinde binlerce aptal, komplo teorisyeni, cahil, hatta mafya babası ve çok sayıda kumpasçı FETÖ’nün cirit attığı, insanların da ne yazık ki bu tiplere bilip bilmeden inandıkları, beyinlerinin yıkandığı kontrolsüz bir ortam bu. Türkiye’de bir dezenformasyon sorunu olduğu kesin. Çok kısa bir süre önce iyi bir haber alma mecrası olan Twitter da böyle yok edildi; Facebook’un demokrasiye verdiği zararları da 2016’daki Amerikan seçimlerinde gördük. Ne Mark Zuckerberg ne de Sundar Pichai Türkiye’ye özgür basın ya da demokrasi getirme peşinde.

        Haber almak isteyen izleyici ana akım medyadan kaçarak alternatif arayışına yöneldiler. 30-40 kişilik konuk havuzundan bahsettim ya, hiçbir televizyon yöneticisinin, hatta konuşmacıların da bu durumdan memnun olduğunu düşünmüyorum. Konuklara da yazık. Bu öyle bir sınırlama ortamı ki Hulki Cevizoğlu’nun iktidarı desteklemek, Cem Küçük’ün de muhalif olmak zorunda kaldığı anlar oluyor.

        İktidar çok fazla oynadığı, çok fazla müdahale ettiği ana akım medyayı, ya da eski Türkiye’nin medyasını mumla aramalı. Özlemiyorsa özleyecektir. Pek matah değildi belki, ama yine de 300 bin takipçilik Über şoföründen haber almaktan iyiydi.

        Çözüm hiçbir zaman yasa olmadı şimdi de yasalarla bir kısıtlama daha getirmek değil. Çözüm her zaman özgür basın, olabildiği kadar büyük harfle Gerçeğe sadakati olan gazetecileri rahat bırakmak. Olmadığında karşımıza neyin çıktığını gördük.

        Diğer Yazılar