Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Ben resmi davet alan biri değilim. Bugüne kadar bir kere Deniz Baykal’ın uçağına, bir kere İlker Başbuğ’un FETÖ’yü deşifre ettiği konuşmasına ve ilk ve son kez de bir 30 Ağustos resepsiyonuna davet edildim. Bugün gerçekleşen AK Parti’nin “Türkiye Vizyonu” toplantısına da davet edilmedim. Edilseydim giderdim; New York’tan İstanbul’a uçak var ne de olsa. Aklım da kalmadı değil.

        Bir kere, mükemmel izlenim yazılacak, haber atlatılacak bir ortam. Uçak gazeteciliği basın bültenine indirgendi, ama bu toplantının yapısı farklı olduğu için hareket etme alanı geniş. Dahası, sadece katılan gazetecileri takip edip yazmak bile başlı başına eğlenceli bir iş olabilirdi. Ortada “muhalif gazeteciler” diye bir liste dolaşıyor, uzun zaman sonra ilk kez onlar da davet edildi. Kimileri günlerdir bu daveti tartışmaya açarak kendi reklamını yapıyor. Doğrudan reddedenler, hayatı sosyal medyadan ibaret sanacak kadar anket açanlar, son güne kadar katılımını sır tutacağını söyleyenler…

        NEDEN DAVET EDİLDİLER

        AK Parti’nin “muhalif gazetecileri” kendisini aklama aracı olarak kullanmak istediğini hiç zannetmiyorum. Bütün dikkat o kalabalıkta birkaç kişinin üzerinde duracak diye bir durum söz konusu değil. Birkaç gazetecinin katılımıyla hiç kimse—iktidarın destekçileri de dahil—Türkiye’ye aniden basın özgürlüğü geldiğini düşünmeyecek. İktidar böylesi yumuşama hamlelerini her seçim öncesi yapıyor, seçimden sonra da helalleşme, normalleşme çağrıları yapılıyor. Bu açıdan samimiyetini tartışmak son derece anlaşılır.

        Ancak katılımın gazeteciler tarafından sorgulanması, bir meydan okuma, bir radikal çıkışa, bir muhaliflik testine dönüştürülmesi iktidarın haklı olarak “Biz onlara elimizi uzattık, onlarsa uzatılan eli reddetti,” demesine fırsat verir. AK Parti “Biz kutuplaşma ortamını eritmek istedik, ama onlar gerginlikten besleniyor,” dediğinde kim nasıl yanıt verir. Davetiyeler tam da bu yüzden yollanmış belli ki.

        İktidar açısından çok ustaca bir hamle. Kimi davet edeceğini, kimin katılıp kimin bunu şova dönüştüreceğini çok iyi kestirmişler bir kere. AK Parti yıllardır ana akım medyanın kendisine önyargılı olduğunu, taraflı yayıncılık yaptığını, kendilerini görmezden geldiğini iddia etti. Gazetelerin dönüştürülmesi, yeni bir medya düzeninin oluşturulması, ana akıma “gereğini yapan” isimlerin yerleştirilmesi hep eski medyanın önyargılarını kırma misyonuyla meşru kılındı. 20 sene içinde “muhalif gazeteciler” de belli ki hiç ders almamışlar, tuzağa düşmeyip tavır göstereceklerini zannederken adeta tuzağa düşüyorlar.

        Gazeteci meşru olan her davete arzu ederse gider. İsmail Küçükkaya’nın Meral Akşener’e sorusu da gayet yerinde bence; muhalefet liderine bu katılım listesi hakkında ne düşündüğünü sormak “icazet” değil gazetecilik. İktidar partisi veya Cumhurbaşkanı çağırıyorsa elbette gidilir. Burada önemli olan gitmek değil, dönmek. Dönünce yazabilmek. Davete katılanların izlenimlerini merak ediyorum; Türkiye’yi kurtarmaktan ve sosyal medyada “like” almaktan fırsat bulduklarında belki gazetecilik yaparlar.

        Kimileri diyor ki “muhalif gazeteci olmaz.” Belli bir misyonun sözcülüğünü yapmak, sisteme ve seçili iktidar kimse ona muhalif olmak bir gazetecinin tercihi olabilir. Bush yıllarında Huffington Post diye bir yayın organının çıkmasının nedeni kamuoyunun tam da futbol tribünlerine benzeyen bir tarafgirlikte muhalif gazeteciliğe ihtiyacıydı. Trump yıllarında “ortada” duran CNN bile 24 saat muhalif yayın yapan bir kanal oldu. İyidir kötüdür tartışılır, ama muhalif gazetecilik bir seçenek. Nihat Genç iyi bir örnektir buna; bugün onu öveyim, yarın beni yerin dibine sokabilir çünkü akan suya bile karşı ve bu yüzden de çok ilginç. İktidar kimin gerçek muhalif kimin tatlı su muhalifi olduğunu biliyor.

        KULLANIŞLI MUHALİFLER

        Demokratik rejimlerde baskıcı iktidarların akıllısı belli bir dozda muhalefetin var olmasına izin verir. Kullanışlı muhalefet her zaman iktidarların işine gelir. Birkaç çatlak ses iktidarlara “Burada diktatörlük olsaydı siz bunu söyleyebilir miydiniz?” deme fırsatını tanır. AK Parti’den yıllar içinde böyle çok cümle duyduk.

        Kimi gazetecilerse böylesi bir baskı rejiminde kelle koltukta gazetecilik yaptıklarını, vatanı kurtardıklarını, ateşten gömlek giyerek mücadele ettiklerini zannederler. Adamın biri, gazeteci bile değil, başarısız bir tiyatrocu eskisi, ağzından tükürükler saçarak sabahları saatlerce bağırıp çağırıyor. Sınırlı kapasitesiyle her konuyu herkesten daha iyi biliyor. Sesine, görüntüsüne tahammül edemiyorum ama belli bir çevrede kahraman gibi karşılanıyor.

        Ben bile bakamazken AK Partililer gördüğünde ne düşünür? Taban birbirine daha fazla kenetlenir, aman bu iktidardan vazgeçmeyelim de yenisi gelirse meydan bu gibi adamlara kalmasın alışkanlıklarına bağlı kalır.

        Bunlar muhalif mi kullanışlı muhalif mi?

        Bu iktidar bu işi herkesten iyi biliyor. Zaten bu sayede kazanıyorlar, şu en zayıf anlarında bile hala kazanma ihtimalini tartışıyoruz. “Muhalif gazeteciler” de tıpkı “muhalif partiler” gibi Yüzde 25’lik kaybedenler kulübünden bir türlü çıkamıyor.

        Diğer Yazılar