Katrina-Kahramanmaraş hattı
Amerika’nın eski başkanı George W. Bush görev süresinin en kötü anısı olarak Kanye West’in televizyonda yazılı metnin dışına çıkıp siyahları umursamadığını söylemesini anlatır. 2005 yılında Amerikan tarihinin gördüğü en büyük kasırgalardan biri olan Katrina barajların yıkılmasının ardından ağırlıkla siyahların yaşadığı New Orleans’ı vurmuş, Bush yönetimi de bu doğa felaketine geç müdahale etmekle eleştirilmişti. Kanye West de pek çok kişinin aklından geçen ama söylemeye cesaret edemediği o lafı etmişti: “George Bush siyah insanları umursamıyor.”
Irak ve Afganistan savaşlarından sonra W.’nun başkanlığının en önemli dönüm noktası Katrina. Pek çokları “Bush’un Katrina’sı” bile diyor kasırgaya, Başkan’ın sonunu hazırladığını düşündükleri için. Yaygın kanı o sırada ikinci kez seçilen W.’nun başkanlığının fiilen o gün bittiği. Kanuna göre bir daha seçime girme ihtimali olmadığı için de Bush’un Katrina sonraki performansını sandıkla değil, halk desteğiyle ölçmek mümkün: Yüzde 40’ın altına düştü ve bir daha da toparlayamadı.
Bu örnekten yola çıkarak Güneydoğu’da yaşadığımız depremin ardından bir iktidar değişikliği olacağına emin olma aceleciliğine kanmak mümkün. Muhalefet zaten cepte olduğunu düşündüğü seçimi artık kesin garantilediğini düşünüyor. 1999 depreminin uzun vadeli sonucunun mevcut siyasi partileri devre dışı bırakıp AK Parti’yi doğurduğuna dair yorumları yabancı basın da yazıyor. Bush’un Katrina’sı gibi bu da Erdoğan’ın depremi mi? Keşke bu kadar kolay olsa.
KASIRGA ÇOK ETKİLEMEDİ
Algı başka, rakamlar başka bir tablo ortaya koyuyor. 2001’de yüzde 85’lere kadar çıkan Bush’a yönelik halk desteği sekiz sene içinde istikrarlı bir şekilde düşmeye başlıyor zaten. 2001’de ne olduğunu unutmayalım: 11 Eylül’den sonra ülke olağanüstü krizlerde olduğu gibi Başkan ve bayrağın etrafında kenetlenmişti. Amerikan siyasi literatüründe “rally around the flag” olarak adlandırılan bu kenetlenme geleneği görevde kim olursa olsun savaş zamanında hemen hemen hiç değişmez.
Katrina sonrası Bush’un arkasındaki halk desteğini inceleyen Vox’un dikkat çektiğiyse 2005 yılına girildiğinde halk desteğinin çoktan yüzde 40’larda seyrettiği. 22-25 Ağustos arasında Gallup rakamlarına göre Bush’un kamuoyunun güven oyu sadece yüzde 40. Kasırgaya denk düşen 28-30 Ağustos’ta bu rakam yüzde 45’e çıktı—barajlar 29 Ağustos’ta kırıldı. 8-11 Eylül’de yüzde 46’ya yükseldi, 16-18 Eylül tarihleri arasındaysa yüzde 40’a geriledi. Kanye West o meşhur sözü 2 Eylül’de canlı yayında etmişti ve çok tartışılmıştı; 26-28 Eylül’e gelindiğinde Bush’un arkasındaki destek yeniden yüzde 45’e yükseldi.
Medyada kopan fırtınanın aksine Katrina’nın Bush’a yönelik desteği çok da etkilemediği ortaya çıkıyor. W. tarihin en zayıf başkanlarından biri olarak görevden ayrıldı, ama bunun nedeni anlatıldığı gibi Katrina değil ekonomi; özellikle de sosyal sigorta üzerinde vaat ettiği reformu bir türlü gerçekleştirememesi.
Türkiye’nin başına böylesi bir deprem hiç gelmemişti ama Cumhurbaşkanı Erdoğan iktidarda olduğu 20 yıl boyunca kaç kriz atlattı. İşte şimdi bitti dendiği anda güçlenerek çıktı. Özellikle Gezi ve 17-25 Aralık’tan sonra girdiği seçimleri kazandı, Soma gibi facialarda da oy oranı etkilenmedi. Gözden kaçırılmaması gereken faktörlerden en önemlisi geçmişteki her krizde Türk ekonomisi bugünkünden daha sağlamdı, dolayısıyla seçmen önceliğini ona göre belirledi. İlk günlerin şokuyla yönetilecek mesaja karar veremeyen hükümet birkaç gün içinde toparlanarak kendi sözcüsü olan medya kuruluşlarında bu depremin çok büyük bir felaket olduğunu vurgulamaya başladı. Hükümetin destekçileri de aynı metni okuyor adeta. “İki bin yılın en kötüsü,” diyeni de duydum. Bu aynı zamanda “Hükümeti suçlamayın,” demek. O kadar büyük ki kim olursa olsun daha iyisini yapamazdı.
KİM DAHA BASKIN
Sosyal medyada kıyamet kopuyormuş gibi gözükürken a Haber gibi kanalları bir saat izleyince binlerce yılın en büyük felaketine karşı devletin görevini yaptığını, krizi yönettiğini duruma hakim olduğunu düşünüyorsunuz. Mesaj gayet başarılı bir şekilde işleniyor. Yardım kampanyasındaki dev bağışlar, depremde mağdur olanlara devlet yardımının hemen yatırılacağı vaatleriyle birlikte bu felaketin hükümetin kontrolünde yavaş yavaş atlatılmaya başladığına dair bir tablo çiziliyor. İşin ironik tarafı yıkılan yerlerin yerine hemen inşaata başlanacağı da vaatlerden biri.
Elbette birileri bu depremdeki dev yıkımla son 20 yılın inşaata dayalı politikası arasında doğrudan bir bağ olduğunu, yıkılanın büyümeyi inşaat yapmaya endeksleyen anlayış olduğunun da farkında. Deprem sanki özel olarak bu zihniyeti hedef aldı; yıkılan devlet binaları, çöken yollar, kullanılamaz hale gelen havalimanları ortada. “Yıkıldı” eleştirilerine karşı mesaj ise “Hemen onarıldı, yeniden yapıldı.” Son zamanlarda bölgede görev yapan gazetecilere, milletvekillerine adeta bir metni ezberden okuyormuş gibi “Devlet burada, çalışıyor, siz düşmansınız!” diye çıkış yapanlar da belirmeye başladı. Sokaktaki adamın sesi de böylece yönetiliyor.
Her mesajın bir alıcısı olacaktır elbette, ama şu anda hangi mesaj daha fazla karşılık buluyor kestirmek güç. Bunun bir nedeni insanların korkularından dolayı gerçek düşüncelerini söyleyememeleri. Korku 20 yılda giderek arttı ama Türkiye’de seçmen zaten hep demokrasinin sınırlı bir yorumuna yatkındı, tepkisini sadece sandıkta göstermeyi tercih etti. Sandıkta gömdüğü (CHP’nin baraj altında kalması), öngörülemeyen sürpriz yaptığı (Genç Parti, MHP’nin 90’lardaki yükselişi), sürekli yücelttiği (Erdoğan) oldu. “Üç ihtimalli bir maç,” diye saçma sapan bir futbol yorumu var ya, karşımızdaki tam bu. Ama şunu da söylemeliyim: Erdoğan hala yine kazanırsa artık diyecek hiçbir sözümüz yok, hepimiz biat edelim.