Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Hiç mi iyi bir şey yapmıyorlar, diye zaman zaman soruluyor ya, hükümetin sigara ve dezenformasyonla mücadelesini hemen başa koyabilirim. İkisi de insan sağlığına zararlı; biri bedenimize, diğeri aklımıza. Böyle durumlarda devletin bir çocuk bakıcısı gibi devreye girip vatandaşını koruması zorunludur. Elbette iki konudaki mücadelenin niteliği, ne kadar başarılı olduğu, en önemlisi de motivasyonu tartışmaya açıktır.

        Sigara bu hükümetle başlayan bir sorun değil, dezenformasyonu da bu hükümet icat etmedi. Ama insanların özellikle sosyal medya üzerinden beyinlerinin yıkanması, karşılığında seçmen davranışlarının değişmesi son 10 yıldır dünyanın önde gelen ülkelerinin de çözmediği bir probleme dönmüştü. Brexit referandumu ve Donald Trump’ın seçilmesi dezenformasyon kampanyalarının sonucudur. Hükümet de bu sorunu kendi kucağında buldu. Çözümü Twitter’ın yavaşlatılması, Ek$iSozluk’un kapatılması gibi yöntemlerde arıyorlar.

        BASIN-YAYIN İLKELERİ NEREDE

        Yaygın kanı dezenformasyonla mücadele adına muhalif seslerin susturulduğu, hükümetin dezenformasyonu bahane ederek kendisine yönelik eleştirileri önlendiği. Bu eleştiriler haksız değil, iktidarın en ufak bir eleştiriden bile hoşlanmadığı da yeni değil.

        Ancak bir an için bu hükümetten bağımsız düşünelim. Yapılan araştırmalar dezenformasyonun en çok Türkiye, İtalya ve Rusya’da karşılık bulduğunu gösteriyor. Özellikle sosyal medya üzerinden yalanların yayılması hem demokrasiye hem de insan hayatına tehdit. ABD’de “pizza gate” diye bir yalandan dolayı gözü dönmüş bir saldırgan bodrum katında çocuk ticareti yapıldığını sandığı bir pizzacıyı ateş açmıştı. Pizzacının bodrum katı yoktu oysa, ama sosyal medya platformları—geleneksel medyanın aksine—bu gibi veri doğrulamayla vakit kaybetmiyorlar.

        Ben de çok rahat bir şekilde oturup Ek$iSozluk’e uzun uzun, ayrıntılı ve ikna edici bir komplo teorisi yazıp nadasa bırakabilirim. Birileri fark edene, ya da hukuki müdahale gelene kadar da yazdıklarım orada durur ve kim bilir, kar topu gibi büyüyerek başkalarını etkileyebilir. Ek$iSozluk, Facebook ya da Twitter, fark etmez, bu gibi platformlarda yazılan yalanları hukuka uydurmak ve böylece yayından kaldırılmamasını da sağlamak mümkün.

        Bu platformlar kendilerini medya şirketi olarak görmediklerinden geleneksel basın-yayın ilkelerine uymak ya da içeriklerini editoryal süzgeçten geçirmek gibi bir zorunlulukları yok. Oysa özellikle Ek$iSozluk dileyeninin ağzına geleni söylediği Hyde Park kürsüsündense, bir gazetede konunun uzmanı olmayanların bile her konuda kolaylıkla fikir ürettiği sonsuz bir yorum-görüş sayfasını andırıyor. Ama başı boş, editörü olmayan bir yorum sayfası.

        Geleneksel medyanın—daralan kadrolar, ekonomik sıkıntılar—yüzünden bu işlevi ne kadar yerine getirdiği de tartışılır. Ben ideal bir medya düzeninden bahsediyorum. Pratikte ise profesyonel gazetecilerin veri doğrulayıcı ya da editör eksikliğinde birçok fonksiyonu tek başlarına yaptıklarını biliyorum. Çok basit bir örnek vereyim: Eskiden bir ismin doğru yazılışına biz bakmazdık, bunu düzeltmen ya da editörlere bırakırdık. Şimdi bir yazıyı teslim sürem üç-dört katına çıktı, çünkü birkaç kişinin işini birden yapıyorum.

        Bu durumdan şikayetçi değilim, yalapşap yazı teslim de edebilirim ve birçok kişinin radarından çıkar. Ama profesyonel gazeteciler yaptıkları işin topluma ve gerçeğe karşı sorumluluğu olduğunu bilerek hareket etmek zorundadır.

        Aksi halde Oğuzhan Uğur olursunuz.

        İYİ NİYET YETMİYOR

        Marshall McLuhan’ın “Başkalarının infiali ahmaklara saygınlık kazandırır,” sözünü bir yere not edelim. Kriz anlarında sosyal medyayı kullanarak kendilerine kahramanlık ve itibar kazandırma fırsatı tanıyan pek çok ikinci sınıf şöhret olduğunu Gezi’den biliyoruz. (Londra’dan “Parkta şu anda…” diye tweet atan yazarı hatırlar mısınız?) Bu insanlar iyi niyetli, öfkeli ve gerçekten yardımsever olabilirler. Ama özellikle kriz anlarında nasıl davranacaklarına dair bir eğitimleri, tecrübeleri olmadığı ortada. Devlet, evet, yetersiz kaldı. Ama tecrübesi olmayanların iyi niyeti bazen daha fazla sorun doğurabilir, işleri aksatabilir.

        Pop şarkıcılığı tutmayınca gazeteciliğe özenen Oğuzhan Uğur gibileri edindikleri kuvvetli platformda bonkörce bilgi akışı sağlarken bunun belli bir disiplini olduğunu bilmiyorlar. Gazeteciliğin herkese açık ve herkesin yapabileceği bir iş olmasının bazı sıkıntıları var ne yazık ki. Olağanüstü şartlarda doğru bilgi akışını sağlamak zordur—gazeteci için de zordur. Ama insanın geçmişten gelen böyle bir deneyimi yoksa hiç kalkışmaması çok daha sağlıklıdır.

        Önceki gün hükümete yakın konuştuğum biri “Sırf bu yalan yüzünden ekipler kurtarma çalışmalarını bıraktı ve baraja yöneldi,” dedi. “Kim bilir kaç kişi kurtarılamadı bu yüzden.” Bu söylenen hükümetin propagandası olabilir, belki beş dakikalığına ekipler çalışmayı bırakmış ama sonra da işinin başına dönmüştür. Bilmiyorum, orada değildim. Ama teyit edilmemiş bilgileri yaymanın böylesi bir sonuç doğurabilme ihtimali bile insanı tereddüt etmeye yeterli kılmalı.

        “Barajlar yıkıldı,” böylesi bir tecrübesizliğin, aceleciliğin ürünüdür. Gezi’de de polisin göstericilerin üzerine “Agent orange” sıktıklarını iddia etmişlerdi, karşı taraf da Kabataş ve camide bira yalanını uydurmuştu. İki tarafın da sahiplendiği, bir kısmı devlet katında da tekrarlanan bu hurafelerin çok daha ağır sonuçları olabilirdi. Kahramanmaraş katliamı sosyal medyadan önce, böyle bir yalanla başlamıştı.

        ÖZGÜR BASININ ÖNEMİ

        Twitter ilk yaygınlaştığında akademisyenler, yazarlar, gazeteciler, iş insanları, editörler sıklıkla kullanıyor, bu sayede ana sayfanızdan Habermas’vari bir kamusal alana dahil olabiliyordunuz. Bu insanların teker teker kaçması, susması, hesaplarını kapatması, görünür olmamalarının üzerinde durmak gerek. Cemil Barlas ve Özgür Demirtaş’tan başka seçeneklerimiz vardı. Bu insanların alıcısı olmasa ne dediklerinin bir önemi olmazdı. Kim olduklarından emin olmadıkları ve sadece birkaç aydır aşina oldukları hesapları / insanları / fenomenleri takip eden milyonları da suçlamıyorum çünkü hepimiz gibi onlar da bilgiye aç. Türkiye’de de sosyal medya yalanlarına inanan, bunu besleyen önemli bir kitle var. Ama pek çok kişi de—özellikle Gezi’den sonra—Twitter gibi platformları haber almak için kullanıyor. Çünkü geleneksel medya işlevini uzun süredir yerine getiremiyor.

        Bu da bir tercih değil, zorunluluk. ABD, İngiltere gibi ülkelerde de sosyal medyada yalanlar yayılıyor ama merak eden bağımsız medya kuruluşlarından mümkün olan en doğru ve teyitli bilgiyi alabiliyor. Elbette The Guardian veya New York Times’ın da yanıldığı olur, ama çok daha nadirdir. Okur da sosyal medyada gördüğü bir iddiayı gazete ve haber kanallarından teyit edebilir.

        Diyelim ki gerçekten baraj yıkıldı: Türkiye’de geleneksel medyanın bu haberi verip vermeyeceği, ya da ne zaman vereceği şüpheli. Oysa New York Times yöneticisi bu haberi yaparken yarın baskıyla işsiz kalır mıyım, ya da patron gazetesine el konur mu diye düşünmüyor.

        Hükümet dezenformasyondan haklı olarak şikayet ederken bu canavarı büyütmekteki katkısından dolayı özeleştiri yapmalı. Türk basını hiçbir zaman ideal değildi, ama en azından yazdığından şüphe duymayacağımız birkaç kurum hep vardı. En kötüsü de bugünkünden daha iyiydi. Hükümetin iletişim stratejisini çizenler medyayı yeniden tasarlarken özgür basınla oynamanın sonuçlarını tam kestiremediler. O günlerde “Özgür basın bir gün herkese lazım olabilir,” klişesini kimse duymak istemedi. Çok büyük yanlışlar yapıldı, şimdi bedelini hep birlikte öderken yine başka yanlışlar yapılıyor.

        Diğer Yazılar