Ramazan'da suşi keyfi
Kamusal alanın özelleştirilip kamunun kullanımına özel güvenliklerle kısıtlama getirilmesinin İstanbul’da son örneği Galataport. Bu tartışmalı proje öyle ya da böyle yapıldı ve İstanbul’un Dubai’leşme sürecine bir katkısı oldu. Ama yine de Galataport’tan tarihi yarımadaya bakmanın eşi benzeri yok. Yıllarca Karaköy sahilinin o kısmı halkın kullanımına kapalıydı, şimdi en azından arkası AVM’yi andırsa da önde engelsiz İstanbul boğazını izlemek ve büyülenme fırsatı var. Burası, evet, kim çirkinleştirmek için ne yaparsa yapsın güzelliğini korumaya devam eden bir şehir.
Ancak herkesin elini kolunu sallayarak dolaşması gereken bu “promenade”a erişim için önce özel güvenlikten geçmeniz gerekiyor. İlk başlarda böyle değildi, sonradan birkaç noktaya birden çadırlar ve X-Ray makineleri kondu. Böylece insanlara ait olması gereken sokak özelleştirilerek vatandaşın kullanımına açıldı; halk girmesin diye.
Geçmişte Cezayir Yokuşu’nun adı Batı sömürgeciliğini onaylarcasına Fransız Sokağı’na dönüştürülmüş, özel güvenliklerle kapatılmıştı. Yapay bir projeydi ve tutmadı. Galataport’taki özel güvenlik için de İstanbul’da terör riskini öne sürecektir bu kararı alanlar. Oysa tehdidi önlemenin yolu istihbarattır, böylece herhangi bir tehlike yaklaşmadan engellenir. Özel güvenlik sadece kozmetik bir tedbir olabilir.
PAHALI VE UCUZ ZİNCİRLER
Özel güvenliğin asıl işlevi filtrelemek. Geçmişte Gaziosmanpaşa’da, Bayrampaşa’da, Zeytinbunu’nda yaşayan özel güvenlik çalışanın kendi mahallesinin çocuklarını Akmerkez’e almadığı gibi olaylar yaşanmıştı. Belli ki Galataport da steril kalınsın isteniyor.
Ancak içeride de bir kafa karışıklığı var. MoMA’yla aynı sokakta Burger King bulamazsınız, Musee D’Orsay’a lahmacun kokuları içinde girmezsiniz. Oysa Renzo Piano’nun İstanbul’a katkısı İstanbul Modern’e varmadan önce fast food zincirleri karşılıyor. Bir diğer uçtaysa birbirinden pahalı ve şık lokantalarla hizmet veriyor Galataport.
Bunlardan biri Londra merkezli Roka. 2000’lerin başında Anglosakson dünyasını sarsan ve başlangıcı Nobu’ya dayanan “Japon lokantası” furyasının meşhur bir ürünü. Japonya’da dünyadaki bildiğiniz anlamda bir Japon lokantası bulmak mümkün değil. Unagi için ayrı bir yere, tempura için bir başkasına gitmeniz gerekir. Ama Batı farklı yemeklerin aynı anda yeneceği bu restoran fikrini çok beğendi ve Nobu’yla birlikte Roka, Zuma gibi lüks zincirler oluştu.
Yıllar önce Londra’da İzzet Çapa’nın kendi ekibiyle yaptığı bir Ar&Ge gezisinde Roka’da denk gelmiştik. Ancak o zaman kokteyl deneyip yemek yememiştik. Aklımızda kalansa ne mekan ne de mönüydü. Roka’da barın arkasında küçük bir testereyle kesilen dev bir buz bloku duruyordu. İçi tamamen saydam, cam bir prizma hepimizi etkilemişti.
Tamamen saydam bir buz yapmanın ne kadar zor olduğunu biliyor musunuz?
Bir sanat eseri gibi barın arkasında duran o prizma Roka’nın ayrıntılara verdiği önem olarak hatırımda kaldı.
Yıllar sonra Galataport’taki Roka’ya bu beklentilerle gittim, ama böyle bir buz kalıbı bulamadım. Aksine bulduğum İstanbul’da yediğim en iyi suşiydi. Balıklar taptaze, pirinç muazzam bir ustalıkla işlenmiş, soslar dengeliydi.
Roka’nın bir zincir olduğunu unutmamak gerek elbette. Beklentiyi de ona göre ayarlamak gerek. Türkiye’de ciddi bir omakase deneyimi bulmak zaten mümkün değil. Suşi de bu topraklarda hala egzotik bir deneyim. Roka, Zuma ve Nobu gibi zincirlerin en büyük özelliği de geleneksel tariflerin ötesine çıkarak, Batı’ya beğendirecek Japon yemekleri yaptırabilmek. Dünyanın dört bir yanında şube açmaları, hemen her yerde de tutması bundan. Roka da bilindik reçeteleri, üzerine az yaratıcılık konan ve gelenekselin ötesindeki tabakları sunuyor. Standart, güvenli ve lezzetli.
EMIRATES VE ETIHAD YOLCULARI
Çiğ balığa karşı hala önyargısı olan bir dolu insan var, bu insanların bir kısmı zengin, pek çoğunun zenginliği de yeni para. Roka gibi yerler de parayla gösteriş yapmak ve kredi kartıyla statü satın almak için ideal. Japon mutfağı dünyanın her yerinde pahalı, İstanbul’daki Roka’da da kentin en yüksek hesaplarından birini ödemek mümkün.
Tek sorun ortam. Galataport nasıl Dubai’yse, Roka da ışığından mobilyalarına Dubai’deki bir otelin içinde yer alıyor gibi. İstanbul’un AVM’leştirilerek değiştirilme projesinde şaşırtıcı olmayan, bilakis bunun için Türkiye’ye getirilmiş bir yer burası.
Etraftaki insan kalabalığının Emirates ve Etihad yolcuları olması ortamın kimliğini belirliyor. Londra’nın Knightsbridge semtinde sokakta yürürken bu insanları sadece ağır parfüm kokularından tanımanız mümkün. Galataport da zaten aslında onların yeri. İşin garibi, buralara gelen Türk zenginler de adeta turistlerle karışıyor, yeni para her yerde birbirine benziyor.
Roka’yı asıl hitap ettiği kitle olmadan deneyimlemek için de yılda sadece bir ay var. Ve o süre bir-iki haftaya kadar dolmak üzere. Bugünlerde İstanbul’daki turist kitlesi biraz daha farklı, biraz daha az Etihad ve Emirates uçağı yolcularından oluşuyor ya. Özel güvenliği geçebilirseniz kendi ülkenizin kendi şehrinizdeki kendi sokağında en güzel manzaranın tadını kendi kendinize çıkarabilirsiniz. Roka’da yemek istikrarlı biçimde iyi ve şimdilik ortam da kabul edilebilir.
★★
Yıldız tablosu
★★★★ Olağanüstü
★★★ Mükemmel
★★ Çok iyi
★ İyi