Hırsızınkini ödüyoruz engellininkini niye ödemeyelim
İÇİMİ paralayan bir fotoğraf.
Önce tam ne olduğunu kavrayamıyor insan.
Bir sürü tuhaf cihaz görünüyor.
Borular, kablolar sarkıyor.
Sonra o hortumlardan birinin ucunun bağlı olduğu minik biri göze çarpıyor.
Off Allah'ım o nasıl güzel bir yüz.
Minicik ama yaşadıkları çok büyük.
Yorgun görünüyor.
MAKİNEYE BAĞLI
Milliyet'ten Önder Yılmaz'ın haberine göre, omurga açıklığı denilen bir illete yakalanmış.
İki yaşındaymış Ecrin.
Kısacık hayatını bu makinelere bağlı geçirmek zorundaymış.
Solunum cihazına bağlıymış ve babası elektrik faturasını ödeme güçlüğü çektiği için elektrikleri kesilip minik Ecrin ölümle yüzleşmek zorunda kalabilirmiş.
Haberi okurken gözüm hâlâ fotoğrafta.
O halsiz yatan miniğin büyük bebek yatağının üzerindeki turuncu ayı figürü gözüme çarpıyor.
Fotoğraftaki tek mutlu şey, o yatağa işlenmiş olan ve Ecrin'in kalkıp görmeye ve neşelenmeye takati olmadığı ayı figürü.
Ecrin'in babası S.G. çaresizlik içinde haykırıyor haberde.
Ayda 220 lira elektrik faturası geliyormuş.
Hasta bebişleri üşümesin diye doğalgaza da yükleniyorlarmış haliyle.
Meclis'e dilekçe vermiş. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na başvurmuş.
Sadece onlar da değil onlarca kuruma başvurmuş.
Hem kendi hem de kendisi gibi durumda olan aileler adına çok doğru bir isteği dillendiriyor.
"Engellinin bulunduğu yerde elektrikten, doğalgazdan ve diğer masraflardan tasarruf edilemez" deyip evinde engelli yakınlarına bakanlara tanınan imkânların genişletilmesini ve kolaylıklar sağlanmasını istiyor. O kadar haklı bir istek ki bu.
HAREKET BAŞLATILSIN
Meclis'in, Fatma Şahin'in hemen kolları sıvaması ve Sağlık Bakanlığı ile ortak bir hareket başlatması gerek.
Biz ki yıllardır evlerimizde tükettiğimiz elektriğin yanı sıra utanmadan elektrik çalan hırsızın uğursuzun da elektriğini ödüyoruz.
Hatta artık ne kadar ödediğimizi bilmeden ödüyoruz; çünkü biliyorsunuz faturaya yansımıyor artık "kayıp-kaçak" bedelleri.
E bunca yıl hırsızın elektriğini ödeyen bizler, minik Ecrin gibi çaresizlik denizinde boğulmakta olan kardeşlerimizin elektriğini üstlensek ne olur ki?
Milli parklar mı değerli petrol mü?
DÜNYA hiç görülmedik bir hızla yakıt tüketiyor.
Doğalgaz, petrol, kömür ne bulursa yakıyor.
Bunların hepsinin de ne yazık ki sınırlı ömrü var.
Mesela BP (British Petroleum) doğalgazların 65 yıl içinde tükeneceğini öngörüyor. Bir başka araştırmaya göre, eğer yakıt talebi bugünkü gibi artmaya devam ederse durum pek parlak görünmüyor.
Mesela, Çin şu anda dünyanın kömür üretiminin dörtte birini tüketmekle meşgul. Keza Hindistan, Brezilya gibi ülkeler de sürekli artan bir taleple enerji açlığı yaşıyorlar.
GÜNEŞ VARKEN...
Bugünkü şartlarla rezervler karşılaştırıldığında eğer talep artmazsa en uzun ömürlü fosil yakıtın kömür olacağı belirtiliyor ve 150 yıllık ömür biçiliyor.
Ama talep artışı göz önüne alındığında 50 yıllık ömür biçiliyor kömüre.
Petrol içinse 40-50 yıllık bir öngörü var.
Yani gelecek yenilenebilen enerji kaynaklarında.
Ki Allah'a şükürler olsun, ülkemiz şimdilik bu kaynakların hepsine fazla fazla sahip. Ama biz ne yapıyoruz? Milli parklarımıza kafayı takıyoruz.
Dün bizim gazetede vardı haber; bundan böyle milli parkların içinde petrol aramaya izin verilecekmiş.
Yani canı isteyen istediği milli parkımızı delik deşik edip, ağaçları telef edip, sincapların yuvalarını yıkıp, kuşları stresten öldürüp ömrü kısıtlı ve ülkemizde olup olmadığı net olmayan petrolün peşinde koşabilecekmiş.
Üstelik yirmi yıllığına ruhsat alıp bunu on yıldan fazla olmamak üzere iki kez uzatabilecekmiş.
Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma(ma) Yasası, milli parkları turizm yatırımlarına açmayı hedeflerken bir yandan da bu parkları petrol sahasına dönüştürmemiz akıl alır şey değil.
Güneşi, rüzgârı coşturmak varken parklara göz dikmeyi anlamak mümkün değil.
Taksim'de trafik yaradana emanet
BAZEN, mesela eve sağ salim ulaşmayı başarıp kendimi bir koltuğa atmış şuursuzca tavanı seyrederken bulduğumda, İstanbul'da yaşayıp gün içinde birkaç kez bir yerden başka yere gitmeye çalışan bir vatandaş olarak akıl sağlımı nasıl koruduğuma şaşırıyorum.
Trafik düzeni, bırakın bildik sabit, aynı kaos içinde seyretmeyi, her geçen gün biraz daha kötüye gidiyor.
TEM'de, E-5'te yoğun saatlerde trafik akışı öylesine pamuk ipliğine bağlı ki bir küçük trafik olayı, iki damla yağmur, üç damla kar insanları saatlerce yollarda, metrobüslerde, duraklarda mahsur bırakıyor.
Geçen yaz yaşadığımız FSM'nin tamiri sırasındaki trafik felaketinin ardından ders aldığını düşündüğüm Emniyet ve İBB hiç oralı görünmüyor.
SAÇLAR DİKEN DİKEN
Biliyorsunuz, Taksim betonu inşaatı tüm hızıyla devam ediyor.
Yayaların ve sürücülerin çektiği eziyet de artarak devam ediyor.
Yayalar, çamurlar içinde yolların kenarlarında hayatta kalma mücadelesi veriyor. Sürücülerin hali ise başka bir bela. Bırakın bizlerin inşaat sırasında ulaşımlarının nasıl sağlanacağının planlanmasını, şu anda oluşan kaosu yönlendirecek bir trafik polisi bile yok kilit kavşaklarda.
Buna biz İstanbul sürücülerinin birbirimize olan saygısızlığı, kuralları aymazlığı, cehaleti eklenince saçlar diken diken oturuyoruz otomobillerin içinde, zaman zaman birbirimize en nezih küfürleri sallayarak.
Tamam hiçbir şeyi planlamayı sevmiyorsunuz, ama hiç değilse birer polisle günü kurtarın değerli İstanbul trafiği yöneticileri.