Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

BU ay Tevfik Fikret’in doğumunun 150. yılı. Malum kendisi istibdat döneminde bugün asla anlayamayacağımız ağdalı bir dille yazdığı “Sis” şiirinin de müellifidir. “Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı muannid/ Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid/ Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh/Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh”.

Bu ülkede her şey siyasileştirildiğinden Fikret Batıcılık yanlılarının ikonu olmuş, Mehmet Akif taraftarlarınca lanetlenmiştir. Bu nedenle Fikret ile Akif’in meraklıları farklıdır. Her ikisinin farklı dünya görüşleri olduğuna kuşku yok. Birbirleriyle polemiğin şiddeti, Akif’in ağır hakaretleri ve buna Fikret’in verdiği cevap, bu konularla ilgilenenlerin malumudur.

Ancak her ikisinin de ahlaki açıdan düzgün, dürüst, ilkeleri uğruna köprüleri yakacak karakterde, inançlarını içselleştirerek yaşamış kişiler olduklarını da biliyoruz. Belki de aradan geçen bunca zamana rağmen hiç değilse bir kısım vatandaş açısından birer nirengi noktası olmaları da tam bu yüzden, yani siyasi duruşlarından çok ahlaki duruşlarındandır. Giderek mumla aranır hale gelen, eksikliği ahlaki/ toplumsal çürümeyi getiren bir duruştur bu.

‘SON DÜZLÜKTE’

Bugün yüz yıl öncesinin koşulları içinde kendi ahlak, doğruluk ve özgürlük anlayışları içinde yazan, çizen, mücadele eden şairleri anmanın asıl sebebi de zaten bu çürümenin alıp başını gitmesindendir. New York’taki bir mahkemeden buraya hiç değilse internet üzerinden, sosyal medya kanalıyla akan ifadelerin içerdiği kimi hususlar çürümenin boyutlarını gösterirken, bu şairleri anmak aslında kötü bir şaka gibi de gelebilir çoğumuza. Her ne kadar toplumun kahir ekseriyeti ne olup bittiği hakkında bilgilenmiyor, geri kalanının bir kısmı işin nasıl örtbas edileceğiyle uğraşıyorsa da ülke ve toplum olarak vahim bir sınavdan geçtiğimize kuşku yok. Ve yaşanılan andaki sıkıntılı ruh hali de aslen çok az insanın bu ahlaki çürümüşlüğü kendi başına bir sorun, dertlenilecek bir yara olarak görmesinden kaynaklanıyor.

Daha önce yazdım; davanın esas konusu ABD’nin İran’a yönelik, ABD çıkarlarını koruyan, ABD’de bile karşı çıkılabilecek ambargosunun, Zarrab ve İran’da temasta olduğu kişi ve kuruluşlar tarafından delindiği iddiası. Mahkeme buna ilişkin karar verecek. İfadelerde, internetten akıp bizdeki çürümenin boyutlarını gösteren kimi hususlarda değil. Ama Zarrab ve etrafındaki çürümüşlük dertlenilecek bir yara olarak görülmeyince, hakkıyla ambargoya bile karşı çıkılamıyor. Bir zamanlar Filipinler, Endonezya, Zaire, Orta Afrika, Tunus ya da Haiti’de yaşayanlarınkine benzer bir vitrindeyiz. Sonunda bir şekilde bundan etkileneceğiz de. Oralardaki gibi kendimize toz kondurmadan başkalarını suçlayacağız, üzerimize yüklenilmesinden kaynaklanan öfkeyi de patlatacağız. Ve tabii bunları hiç bilmiyormuş gibi de yapacağız.

17 Aralık ve 25 Aralık 2013’te kamuoyunun gündemine düşen yolsuzluk dosyaları, hiç kuşkusuz, bir dönem iktidarın destek aldığı o zamanki adıyla Gülencilerin, bugünkü adıyla FETÖ’nün bir darbe teşebbüsüydü. Ama gene de o dosyalar Cumhuriyet tarihinde yargının bu tür konularda hazırladığı en detaylı dosyalardandı. Fikret’in yazdığı gibi ortaya serilen manzara şuydu: “Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır/ Huzurunuzda titriyor - şu milletin hayatıdır/ Şu milletin ki mustarip, şu milletin ki muhtazır”

Eğer işin darbe teşebbüsü kısmına gösterilen sert ve etkili tepki, çürümüşlüğün boyutları kısmına da gösterilmiş olsaydı, bugün New York’tan gelen dava haberleriyle yatıp kalkmıyor olacaktık.

BU FIRTINA GEÇER

Eğer o dönemki Cumhurbaşkanı, hiç risk almamak üzerine kurguladığı tarzıyla herhangi bir sorumluluk almaktan kaçmasa ve en azından emrindeki devlet denetlemeyi harekete geçirse, belki Türkiye bu kanserli uzvu bir bedel ödese bile bünyeden kesip atmış olacaktı.

Yine de bu fırtına geçer. İçeride dışarıdan daha kopuk yaşanır, ABD ile ilişkiler daha fazla gerilebilir, tüm olumsuz çıkarsamalarıyla Ortadoğululaşma derinleşebilir, ülkenin başına ne açacağı henüz belli olmayan muhayyel Avrasyacılık da mesafe kat edebilir.

Fikret’ten iyimser dizelerle bitireyim: “Evet, sabah olacaktır, sabah olur geceler/ tulû-i haşre kadar sürmez; âkıbet bu semâ,/ bu mâi gök size bir gün acır; melûl olma”

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar