Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yaşadığımız dönem hemen her yerde kavramların içinin boşaltıldığı bir dönem. En ciddi hasar gören kavramlardan birisi de demokrasi. Kavramın kendisinin meşruiyeti yüksek. İçeriği sulandırılsa dahi toplumlar açısından önemli ve korunmaya değer görülüyor. Bu nedenle demokrasinin sistem olarak altını oyanlar bile bunu demokratik bir görüntüyle, ya da demokrasi adına yapmayı tercih ediyorlar. Böyle durumlarda ortaya ya, sıradan ancak seçim mekanizmasını yok etmemiş bir otoriter yönetim, ya da halk desteğine dayanan popülist otoriterlik çıkıyor. Popülist otoriterliğe doğru kayan rejimleri tespit etmek pek zor değil. Hemen hepsinde davranış kalıpları aynı. Şu sırada dünyada en öne çıkan üç popülist ve değişik ölçülerde otoriter ya da otoriter eğilimli şahsiyete baktığınızda politikaları birbirine çok benziyor. Rusya'nın Putin'i iktidara gelir gelmez kendinden önceki dönemde zengin olmuş, tüm köşebaşlarını tutumuş "oligarklar" adı verilen gruba savaş açtı. Bunlardan mücadeleyi ellerinde tuttukları medya araçlarıyla sürdürmek isteyenler sonunda ya yurt dışına kaçmak zorunda kaldılar ya da hapse atıldılar. Sonunda Rus TV'sinin 1. kanalındaki haberlerin yüzde 91'inin Putin'e ayrıldığı bir ortam şekillendi. Rejime muhalif gazeteciler ise, bazen de öldürülerek, tasfiye edildiler. İtalya'da Silviyo Berlusconi iktidara elindeki medya kuruluşlarının büyük desteğiyle geldi. İktidarı sırasında sadece İtalya'da faşist bir damar kabarmakla kalmadı. Yolsuzluklar dolu dizgin gitti, mafya ile mücadele durdu. Berlusconi bu kez de siyasi iktidarın imkanlarını kullanarak hoşlanmadığı, muhalif ses üretmeye cüret eden iş dünyası mensuplarını ve medyayı sindirme girişimlerine başladı. En büyük muhalif grup olan Espresso grubu aleyhine 1 milyar euroluk dava açtı. Türkiye'de kendini solcu diye niteleyen önemli bir kesimin iflah olmaz romantizmiyle yere göğe sığdıramadığı Venezüella'nın başkanı Hugo Chavez de benzer yolun yolcusu. Bir yandan anayasayı değiştirip kendisini ömür boyu başkan seçtirmeye çalışırken, diğer yandan da muhalefeti ve özellikle muhalif medyayı sindirmeye yönelik baskısını arttırdı. Daha yeni 34 radyo ve TV ruhsatını iptal ediverdi. Rusya'daki "oligarklar" matah adamlar değillerdi ve sicilleri çok pisti. Chavez öncesi Venezüella seçkinleri ülkeyi fena sömürmüşler, alt sınıflara feci davranmışlardı. Demokrat filan da değillerdi. İtalya'da ise durum biraz farklı. Kendi demokrasisinin kokuşmuşluğuyla İtalya 1990larda mücadele etti ama belli ki o çaba son nefesini vermek üzere. Solun çökmesiyle sistem yörüngesinden çıkarak kötü bir yere doğru gidiyor. Türkiye'de Doğan grubuna karşı Maliye Bakanlığının açtığı vergi cezası savaşını bu uluslararası örneklerden pek farklı değerlendirmemek gerekir. Doğan grubunun medyacılık anlayışı, kendi gücünü kötüye kullanması ve kendisini bugün neden yalnız bulduğu hakkında bu gazetede ve başka yerlerde olumsuz ve eleştirel çok yazı yazıldı. Ancak bugünkü gündemde asıl can alıcı madde iktidar dışındaki toplumsal güç odaklarının sindirilmesi ve yok edilmesine yönelik taarruzdur. Medyanın sorunlu hali, yayın etiği açısından eksikleri, sermaye yapısındaki düzensizlikler ve medya gücünün kötüye kullanılması meselelerinin halli bu asli tehlike savuşturulduktan sonra ciddiyetle ele alınmalıdır. Eğer Türkiye hukuk üstünlüğüne dayalı bir demokrasi olacaksa böyle bir adım şarttır da. O alandaki eksiklikler, yanlışlar ve medya gücünün kötüye kullanılması, bu ülkede sesini yükseltebilecek herkese gözdağı vermeye yönelik, sindirme hedefi güden bir hamleyi yutmamızın gerekçesi de olamaz. TÜSİAD'ın, benim yayına hazırladığım, Private View adlı İngilizce dergisinde geçen yıl çıkan yazısında genç siyaset bilimci Yunus Sözen şu saptamayı yapmıştı: "Tüm popülist hareketler gibi Adalet ve Kalkınma Partisi de iktidarı hiç kıstlama olmadan kullanmasına yardımcı olacak bir söylemi benimser ve siyaseti "dost/düşman" ikilemi içinde yeniden tanımlayarak muhalif siyasetin alanını ve meşruiyetini kısıtlamaya çalışır. Ancak siyasi hakimiyet konusunda daha da ileri giderek elindeki araçları ister medya, ister sendikalar, ister ekonomik güç olsun tüm iktidar kaynaklarını kendine ait alanlar diye ilan etmeye çalışır. Öyle bir rejimse ancak müsamere demokrasisi olur.

        Diğer Yazılar