Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geriye dönüp baktığımda büyüdüğümüz yılların en muazzam halkla ilişkiler başarılarından birinin Çin Komünistlerine ait olduğunu düşünüyorum. Sovyet sisteminden sıtkı sıyrılmış genç-yaşlı pek çok sosyalisti cezbetmeyi başarmışlardı. Tek tip elbisenin getirdiği eşitlik görüntüsü, Kültür devriminin sloganlarının büyüsü, hiç değilse halkın karnının doyduğu mazlum ülke algısı soldan hazzetmeyenler için bile Mao ve arkadaşlarına yönelik saygılı bir bakış getiriyordu.

        Çin'in Sovyetler Birliği ile giriştiği ideolojik kapışmada üçüncü dünyacılığın bayrağını taşıması, hem Batı'da hem sömürgelikten yeni kurtulan ya da radikal hareketlerin güçlendiği ülkelerde Maocu hareketleri ön plana çıkarmıştı. Çin Komünist Partisinin 1934'te ülkenin kuzey batısına sığınmak için başlattığı, katılanların yüzde doksanının yolda telef olduğu, binlerce kilometre kat edilen "büyük yürüyüş" direncinin ve adanmışlığının kanıtı sayılırdı.

        O zamanlar Çin Komünist Partisi'nin bu kadim ülkedeki iktidarının ne feci bir insani maliyeti olduğu ortaya çıkmış değildi. Devrimin hemen sonrasındaki kolektivizasyonun hasarı, 1958-61 yılları arasında Mao'nun fantezilerinden "İleriye doğru büyük Adım" politikası neticesinde 45 milyon insanın açlıktan öldüğü, Kültür devrimi sırasında okumuş yazmışlara savaş açılarak korkunç bir kaos ve şiddetin hüküm sürmesiyle gene milyonlarca insanın hayatını kaybettiği pek bilinmiyor ya da dikkate alınmıyordu.

        Bu felaketlerin müsebbibi Çin Komünist Partisi 1921 yılında 50 civarında üyeyi temsilen 12 delegeyle ilk kongresini yapmıştı. Bugün 80 milyon üyesiyle doksanıncı yaşını kutluyor ve üyeleri sıradan köylü ve işçilerden çok yüksek düzey bürokratlar, askerler, yöneticiler, kapitalistlerden oluşuyor.

        Mao'nun ölümünden sonra, büyük iktidar mücadelesinden galip çıkan, daha önce iki kez iktidar çevresinden uzaklaştırılmış Deng Şaoping'in Komünist Partisinin başına gelmesiyle Çin bambaşka bir yola girdi. Yukarıdaki felaketlerin sorumlusu ÇKP bu kez de ülkeyi kapitalist bir kalkınma modeliyle büyütmeye ve geliştirmeye başladı. 1989'da Tiananmen Meydanı'nda sesini bulan demokratikleşme hareketi kanlı bir şekilde bastırıldıktan sonra büyüme yegane hedef oldu.

        Deng'in başlattığı hamleden 33 yıl sonra Çin dünyanın ikinci büyük ekonomisi oldu. IMF'ye göre alım gücü hesabıyla beş yıl sonra ABD'yi geçmesi mümkün. 1992 yılından beriyse Çin ortalama yüzde 10.3 oranında büyüdü. Kişi başına gelirini 4400 dolara çıkardı. Son yirmi yılda yaklaşık 300 milyon Çinli fakirlikten kurtuldu ancak gerek bölgesel eşitsizlikler gerekse kent-kır eşitsizlikleri arttı.

        Bu baş döndürücü büyüme hızlarının arkasındaki en önemli etken kırdan kente işgücü akımıydı. Önümüzdeki yıllarda Çin'in benzer yükseklikte büyüme hızlarına erişemeyeceğini savunanlara göre kırdan kente nüfus akışının sonuna gelindi. Bunun da bir yansıması olarak bir yandan ücretlerde, diğer yandan da hak talep edilen eylemlerde artış var.

        Çin'in geleceği son yirmi yılına göre daha zorluklarla dolu geçeceğe benziyor. Toplum tam anlamıyla zenginleşmeden yaşlanmaya başlayacak. Bunun bir sonucu olarak büyüme hızı düşecek, sosyal güvenlik yükümlülükleri artacak. İster istemez bu dinamikler ülke siyasetine de yansıyacak.

        Ancak anlaşılan asıl sıkıntı Komünist Partisinin artık ideolojisini yitirmiş, içten çürüyen bir örgüt olmasından kaynaklanacak. Bu haliyle bundan sonrasında ÇKP'nin yegane açılımının milliyetçilik ve büyük güç siyaseti olabileceğini düşündüren, son iki yıldaki saldırganlıktan, Pakistan ile derinleşen stratejik ilişkilere kadar yeterince emare var.

        O nedenle 21. Yüzyılın büyük stratejik sorusu yükselen Çin'in dünya sistemindeki yerini ne şekilde, yani yumuşak geçişle mi, kavgayla mı alacağıdır.

        Diğer Yazılar