Bildiğimi dosdoğru söyleyeceğime namusum ve vicdanım üzerine…
Hakkımda bir de “suç duyurusu” olmasına rağmen, bu “dava”daki ısrarım iki ana sebeple:
1. Efendiler övünürken, bir insanı ölüme götüren ne ve kim varsa, ortaya çıkması, gizlenmemesi için;
2. Bir “destan”ın hakikatini anlarsak, nice masalın sırrını da çözeriz belki, diye!
***
Yıl 1227 idi; Süleyman Şah, Cengiz Han’ın gadrinden kaçıp 50 bin insanıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya gelmiş, sonra Fırat’ta boğulmuştu.
Suriye’deki türbesi, Lozan ve Ankara anlaşmalarıyla “Türkiye toprağı” sayıldı.
Yıl 2015 idi; Türkiye Suriye’deki “zalim” rejimin devrilmesi için Suriye’nin paramparça olmasına TIR’larla “insani yardım” taşırken ne oldu?
Irak’ta Musul Konsolosluğu’nun “mukavemetsiz” teslim edildiği Işid, Suriye’deki türbeyi de ele geçirmeden, oradaki askerler ile türbedeki miras kurtarılmak istendi.
Garip olan şuydu:
“TIR’lı insani yardım”ın bir kısmı, Türkiye sınırında Kürtler bütünsel bir bölge kurmasın diye, “İslami duyarlılığı keskin” bazı örgütlere yapılmıştı.
Fakat Süleyman Şah “Tez beni buradan alın” buyurduğunda; orayı basıp ele geçirmesinden korkulanlar Kürtler değil, “insani yardım” almış örgütlerdi.
Yani Suriyeli Kürtlere karşı desteklenenler, Suriye’deki “vatan toprağı”nı ele geçirmek üzereydi; “vatan toprağı” bırakılıp “ecdad” oradan alındı (Kürtlerin de yardımıyla) Kürt bölgesine taşındı!
Vallahi böyle yaman bir çelişkiyi iktidar gibi güzel anlatamadım, kusura bakmayın!
***
İşte bu operasyon “destan” oldu; Başkomutan başta, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, hepsi destanla övündü.
Fakat “tek kurşun atılmadan tek şehit” verilmişti bir de.
Başbakan seçim meydanında, “şehit babası”nın elinden tuttu, “Baş veririiiz, baş eğmeyiiiz” diye bağırdı.
O sıra “şehit”in adını tamamen yanlış söylüyordu.
“Şehit” de hakikaten başından vurulmuştu ama düşman tarafından değil.
“Kendi operasyonumuzu kendi zırhlımızda filme çekme emri almış, kendi kameramızı kullanırken kompozit başlık takamamış, oradan geçen kendi tankımızın kendi namlusunun vurmasıyla kendi kapağımız başlıksız başına vurmuş, başı parçalanmıştı.”
Başbakan farkında mıydı? O sıra destanın filmini çekme emri olmasa, “baş eğilmiş” olabilse, “baş verilmeyecek”ti!
***
Onca övünülen koskoca operasyondaki tek şehidin ölüm sebebi için önce yalanlar söylendi; sonra (burada da yazıldı) gerçek ortaya çıkmaya başladı.
O vakit bütün büyük, yiğit, cesur, her şeyi bilen devlet adamları ve komutanlar arazi oldu; “trafik kazası suçu” iki uzman çavuşa yıkıldı.
***
Önceki gün destanın duruşması vardı.
Ve bir kez daha ama bu kez daha açık anlaşıldı ki, 50 bin kişiyi Orta Asya’dan getiren Süleyman Şah’tan 790 yıl sonra, onu taşıyacak operasyon bakarkör yahut üstünkörü olmuştu biraz!
Ortaya şunlar çıktı:
1. Harekât planında olmadık şekilde araçlar durdurulmuştu. Yolda araç olmaması gerekiyordu.
2. Hiç bilgi verilmeden bir tank üstüne “Türkçe bilmeyen, ancak bir askerin tercüme ettiği sivil şahıs” alınmıştı.
3. Devlet “PYD-YPG ile işbirliği yok” derken, mahkemedeki ifadelere göre, “PYD’ye ait dokça yüklü bir araç” eskortluk etmişti. Ama buna dair bilgilendirme olmamıştı.
4. Asfalt yolda, tankları şaşırtan sivil araç trafiği de vardı. “Karşıdan gelen araçların kime ait olduğu ayırt edilemiyordu.”
5. Bilgilendirmeler çok eksikti.
6. Sivil araçlardan kimin dost kimin düşman olabileceğine dair bir bilgi de yoktu.
7. Meskun mahalde, yani “Kürtlerin yerleşim yerleri”nde gözetleme yapmama emri verilmişti.
8. Tabur komutanı tarafından, geceye rağmen, gündüz periskopu kullanma emri verilmişti, tanıkların deyişiyle: “Normalde gece periskopu kullanılması gerekiyordu ama verim alınamıyordu… Gündüz periskopunda da görüş olmuyor, ancak öndeki tankın palet izleri takip edilebiliyor”du.
9. “Şehit” Astsubay Halit Avcı’nın çekim yaptığı zırhlı orada olmamalıydı; emri kimin verdiği belli değildi.
10. “Şehit” de aslında orada olmamalıydı; görev tanımında olmamasına rağmen “savaş muhabiri” olarak görevlendirilmişti.
11. “Şehit”in başında kompozit başlık olmalıydı; ama o başlıkla kamera vizöründen bakmak mümkün olmadığı için, başlık takılmıyordu.
“Şehit kardeşi”nin ve ailenin vekili Avukat Erkan Akkuş bu sebeplerle ve olayı “trafik kazası” gibi gösterdikleri gerekçesiyle (tabii subaylardan kurulu) mahkeme heyetini reddetti; fakat mahkeme de bunu reddetti.
***
Kısaca, büyükler atıp tutarken, Süleyman Şah şahittir ki, bir kısmı palavraydı.
Mahkemede tanıklar şöyle yemin ettiler:
“Bildiğimi dosdoğru söyleyeceğime namusum ve vicdanım üzerine yemin ederim.”
Belli ki efendilerin öyle bir yemini yoktu; varsa da tek ayakları havadaydı.
O yüzden; bir destanın hakikatini bilirsek, nice masalı da dahi iyi anlarız!
Başkaca bir diyeceğim yoktur Sayın Hakim!
- Komple saldırı mı komplo tezgâh mı?6 yıl önce
- Bundan böyle, Aznavour da yok!6 yıl önce
- İnci Sokağı'ndaki kız!6 yıl önce
- Fransa başbakanıydı… Barselona başkan adayı oldu!6 yıl önce
- Ajax'tan takasa, Avrupa'nın Pers seferi!6 yıl önce
- 380 yıl sonra Avrupa'nın 'din savaşları"6 yıl önce
- Cumhurbaşkanı adayına 'akli' muayene!6 yıl önce
- Faşizmin rehinesi olarak antifaşizm!6 yıl önce
- Her şey körleşiyor, derken… Devletler de itiraf eder!6 yıl önce
- İnsanların hüznü en çok gözlerinin içindedir!6 yıl önce