Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Bir ülke yamultula yamultula yarıldı, kırıldı, yeniden yeniden daha çok kanıyor.

Biz kimseyi öldürmeyeceğiz” diye lütfedip sonra “oluk oluk kan akacak” diyebilen birileri kendi fotoğrafları yanına bir cumhurbaşkanınınkini de asıyorsa…

Velev ki başka hiçbir suç tanımına girmiyor; “Cumhurbaşkanına hakaret suçu” esas odur…

Devletin aklı başında olsa biraz!

Oysa Saray, istihbarat, Emniyet, yargı harıl harıl gazeteci toplamak, tutuklamak, hapse mahkum etmekle, sansür koymakla, hep başkasına saydırmakla meşgul.

Tek kişilik dünyamız”da, kim yapmış olursa olsun, Suruç-Ankara hattı da böyle oluştu.

Birinden birine varan “Kısa başkanlık tarihi”nde, çıkmamış 400 milletvekili ile polis, asker, vatandaş, çocuk, yaşlı, genç ve “etkisiz hale getirilmiş” 400’den çok fazla can yatıyor!

Barış”ın kıyısındaki bir ülkeden savaşın, katliamların cehennemine fırlatılmış bir memleket.

***

Düşüncesi, fikri, yazdıkları, inandıkları, sorguladıkları yüzünden öldürülenlerin üzerine gazete sere sere büyüdük, yaşlandık, cenazeler kaldırdık, acılar, yaslar biriktirdik.

Şimdi ölülerin üzerine “Barış” pankartları serme zamanı.

Halaylarda bir ötekine verilmiş elleri paramparça etme zamanı.

Türküleri hemen ağıta, umutları katliama çevirme zamanı.

Ne de çok özlemişiz gökyüzüne kansız bakmayı” diyenleri cansız bırakma, gökyüzüne cansız bakma zamanı.

Silahların susmasına dair en küçük ihtimali dahi susturma zamanı.

Yılda 1500 işçinin işyerlerinde öldürüldüğü ülkede “Emek” diye başlayıp Barış, Demokrasi” diye devam eden pankartlardan ceset torbası yapma zamanı!

Çünkü üçü de tehlikeli, üçü de lanet, üçü de ölümcül, üçü de katledilmesi gerekendir.

Oluk oluk kâr akıtan kimi çarkın dönmesi hep oluk oluk kan akmasına muhtaç olur.

***

Başbakan devlet adamı, siyasetçi kimliğiyle düşünemediğini akademisyen kimliğiyle düşünür, belki baba, dede kimliğiyle diye bekle dur.

Düşünemediği şöyle bir şey:

Tarihe, içeride ve dışarıda barışın başbakanı olarak geçmektense, “tek kişilik gösteri” sürsün derken, kanlı, katliamlı, iç ve dış savaş sıcaklığında bir ülkenin gölge hükümetinin başı olarak geçiyor.

Bu tercih edilecek bir şey midir?

Bu teslim olunacak bir şey midir?

Bu içinde sürüklenilecek bir şey midir?

Yine bir hamile eş ile 3 yaşındaki minik çocuğu yanında öldürülen polisin de başbakanıdır; Suruç’tan Ankara’ya 30’ar 90’ar katledilenlerin de.

Katil” kim olursa olsun, tarihin bu evresinde her canın emanet edildiği sorumlu odur.

Bunları hiç düşünebiliyor mu?

Düşünemediği, Suruç’ta 32 kişiyi öldürürken kendi de paramparça olan canlı bombayı yakalayıp “Hukuka teslim etmesi”nden belli.

Bu hükümeti kendi hükümeti sanmamasından da.

***

Diyarbakır, Suruç, Ankara Garı…

Bir örgüt var” ve her iki şıkta da…

Bunun istihbaratını yapamamak, saldırıyı önleyememek durumunda da…

Devlet içinde yuvalanmış birileri” kuşkusunda da sorumlusu olan bir iktidar var.

Bu bütün dünyada böyledir; belki Suriye, S. Arabistan hariç!

Suruç’u barışı kuvvetlendirmek için değil, “yeniden savaş” için fırsat sayanlar, Ankara Garı Katliamı’nın da yolunu açtılar.

Ama Başbakan, seçilmemiş kabine üyeleri, 17 Aralık Emniyeti’nden İçişleri Bakanı, MİT Müsteşarı, “her şeyi bilen, çok konuşanlar”, siyasi-idari sorumluluğu üstlenmek zorunda değiller tabii! İstifa yerine gülümseyebilirler kameralara!

Yayın yasağı” koymak daha önemli, daha sorumlu, daha demokratik bir iş.

Sansürlemek, yazanı cezalandırmak, tehdit, baskı… hepsi daha kolay.

İddiaları araştırmak yerine, örtü fırlatmak, buhar basmak, eşini, dostunu, çocuğunu kaybetmiş insanlara gaz ve su sıkmak daha doğru!

Birlik ve beraberliğimize, ülkemizin huzuruna kasteden saldırı” kınamak çok büyük sorumluluk ve devlet adamlığı; cümle içindeki birlik ve beraberliğe de, huzura bile içtenlikle inanmadan!

***

Hükmettiği yılların bir kısmını “Ergenekon’un, derin devletin varlığı” ile geçiren…

Son yıllarda da “Ergenekon’un yokluğu ve kumpas olduğu” ile geçinen bir iktidarımız var.

Bizi sürekli bir önceki “hakikat”in “yalan”; önceki “yalan”ın da “hakikat” olduğuna inandırmaya çalışa çalışa ya kendi başı da döndü, pek bir şeyin farkına varamıyor…

Yahut yeni bir “derin devlet” katliamlarla ülkeyi bir yere sürükleme, süründürme işinde ustalaşmak üzere!

Bir seferde 100 insanı öldürecek bir katliam planlamak öyle iki canlı bomba aklından öte bir şey.

Türkiye bu vicdansız, vahşi, canî aklın merkezine merkezini keşfedip üzerine yürümedikçe, huzur bir yana, bir zerre umut bile bulmayacak.

***

75 yıl önce miydi, “Memleketimden İnsan Manzaraları”nda Nâzım Ankara Garı’nı anlatıyordu:

Öyle zor bir şey vardır ki rüzgârında… Bağırılmaz, koşuşulmaz, yüksek sesle gülüşülmez Ankara Garı’nda!”

Bundan böyle tam öyledir işte:

Bir toplu mezar, nice kibre karşı barışa adanmış, barış için kana bulanmış bir kabir gibi.

Haydarpaşa’dan Kurtalan’dan ekspreslerin, katarların buluşup yurdun her yanından ağıt taşıdığı bir anıt gibi.

Ankara Garı’ndan bindiği trenlere kastederek, “Ankara’nın en güzel yanı İstanbul’a dönüşüdür” demişYahya Kemal’e, Ankara ve Gar’ın en acı hatırası artık bu insanların ölüşüdür, hiçbir yere dönmeyişidir, der gibi.

Hızlı Tren iktidarının vardığı felaket bir istasyon işte!

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar