Özgürlük, hak, sorumluluk… Bir derin huzursuzluk!
20 sene olmuş.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin tanık olduğum 35 yıl içindeki en önemli dönemi Nail Güreli başkanlığı sırasındaydı.
Devir biraz öyleydi. Gazetecilik öyle. Genç gazeteciler öyle. Örgütlü çabalar öyle.
Yoksa, bilen bilmeyene söyler ya, gazeteciler öldürülüyordu o günlerde. Bazen bir kuytuda kafalarına sıkılarak.
Tanınmış isimler de ama tanınmamış olanlar da.
Metin Göktepe mesela. Bir dönüm noktası olmuştu.
Genç bir gazeteci, tam Sabancı Suikastı öncesinde, haber peşindeyken bir köşede devlet şiddetiyle can vermiş, meslekte akıl, vicdan ve dayanışma sıçramasını adeta mütevazı hayatının en değerli mirası olarak bırakmıştı.
***
O günlerdi. Henüz yönetimine seçilmediğim TGC’nin Başkanı Güreli “Bir meslek etiği metni hazırlayabilir misin” dedi.
Abartmıyorum, o güne kadar dünyanın her köşesinde gazetecilikte etik-deontoloji-ilkeler adına ne kabul edilmiş, yayınlanmışsa hemen hepsini okudum, karşılaştırdım.
Enternasyonal, ulusal, örgütsel metinler de, kurumsal olanlar da.
Yetmedi, felsefi-siyasi-demokratik-tarihi arka planını da anlamaya çalıştım.
Esasen önce kendim öğreniyor, kendimle tartışıyordum.
Metnin öyle “Temiz gazetecilik, örnek gazetecilik” gibi “cici” bir şeyden ziyade, “Özgürlük, Hak, Sorumluluk Beyannamesi” olmasını, “gönüllü-gönülden” imzalanıp beyan edilmesini tercih ettim.
“Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi” çıktı.
Cemiyet’te gazeteciler, meslek örgütleri katılımıyla tartışıldı, kabul edildi, imzaya açıldı. O ara 3 bin imzaya ulaştı hemen.
Çok sayıda basın özgürlüğü davasında bazen avukatların, bazen savcı ve hakimlerin dikkate aldığı “içtihat”a da dönüştü.
***
O “Bildirge” bugün yaşıyor.
Bugün gazetecilerin üzerine yürüyen; gözaltı, tutuklama, işsiz bırakma, tehdit, meslektaş ihbar ve karalamasına maruz kalma, “hakaret” veya “ihanet” gibi “suçlamalar”ın çoğu aslında o “Beyanname”ye saldırı.
Elbette bir metin, kamusal-ortak bir vicdan muhasebesi “Güçlüler” karşısında “Güçsüz” sayılabilir.
Ama öyle değildir. Çünkü gücünü abartan, gücünü dayatan güçlüler esasında güçsüzdür.
Çünkü kudret ve kuvvete, hiddet ve şiddete dayalı güçler, “Özgürlük, Hak, Sorumluluk mücadeleleri” karşısında parantezdir.
Muhatabını içeri hapsettiğini düşünür parantez; ama esasında parantez tarihin biriktirdiği vicdan, hakikat, hürriyet, hak külliyatı içinde bir parantezdir.
Şöyle söyleyeyim de adil olsun:
Hepimiz iyi kötü, irili ufaklı birer paranteziz.
İyi-kötü!
***
“Bildirge”nin (tartışmalı ama bana göre tartışmasız önemli) ilk maddeleri şöyle der; hala öyle diyor:
“Gazeteci basın özgürlüğünü halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına dürüstçe kullanır. Bu amaçla, her türlü sansür ve otosansürle mücadele etmeli, halkı da bu yönde bilgilendirmelidir.
Gazetecinin halka karşı sorumluluğu, başta işverenine ve kamu otoritelerine olmak üzere, öteki tüm sorumluluklardan önce gelir.
Gazeteci tüm bilgi kaynaklarına serbestçe ulaşma ve kamu yaşamını belirleyen, halkı ilgilendiren tüm olayları izleme, araştırma hakkına sahiptir.
Gazeteci, devleti yönetenlerin belirlediği ulusal ve uluslararası politika konularında önyargılara değil, halkın haber alma hakkına dayanır.”
***
Bir medya patronu “Bildirge”nin “Müessese çıkarı” başlıklı ve gazeteciyi “mesleki çerçeve ile yayın organı çizgisi dışında faaliyete zorlanmaya karşı çıkma” maddesine epey kızmıştı.
Devlet, iktidarlar, muktedirler de yukarıdaki maddelere çok kızıyor tabii!
Fakat bugün muktedir olanlar dün güçlü değildi; çoğunluk olanlar azınlık, iktidar olanlar muhalif, devlete hakim olanlar devlet dışı, haliyle “ulusal” denen nice iç ve dış politikaya da karşıydı.
Başkaları onlara o sıra “hain” diyordu; nitekim onları da listeliyor, fişliyor, “devlet aleyhine” sayıyordu.
***
Mesele devleti ele geçirince bitiyor!
Yok, aslında bitmiyor.
Bu nevi özgürlük, hakikat, hakkaniyet, haysiyet meseleleri herkesin her zaman temel meselesi aslında.
Birileri sana baskı yaptığında, çiğnemek istediğinde, dışladığında, hor gördüğünde, ezmeye kalktığında onun gölgesi altında bunları arıyor, böyle hak, özgürlük ideallerine sarılıyorsun…
Ama kendin çok büyüyünce kendi gölgen düşüyor üzerlerine, onları görmüyor, tanımıyorsun.
***
Halkoyuyla iktidar olmak kin ve kibir mevkii değildir…
Halkın bilgilenme-haber hakkı için gazetecilik de hainlik değil!
Devlet, iktidar, yöneten ve hükmedenler, önyargı ve yargı, bir ülkenin aklını, zihnini, kalbini, tartışma, hakikati arama kabiliyetini boğunca, kendileri de ülke de huzura ermiyor ki…
O çok derin bir huzursuzluktur işte!
***
Nina Yefimova, Nadezda Caykova, Natalia Estemirova, Anna Politkovskaya.
Gazeteciydiler. Çeçen Savaşı’nda Rusya’nın, yani “devletleri”nin kara defterlerini açtılar. Hayatları pahasına.
Şimdi misal, Rusya Devleti veya Putin onlara “hain” dedi diye hain mi oldular!
Gazeteciydiler, gazeteci kaldılar!
- Komple saldırı mı komplo tezgâh mı?6 yıl önce
- Bundan böyle, Aznavour da yok!6 yıl önce
- İnci Sokağı'ndaki kız!6 yıl önce
- Fransa başbakanıydı… Barselona başkan adayı oldu!6 yıl önce
- Ajax'tan takasa, Avrupa'nın Pers seferi!6 yıl önce
- 380 yıl sonra Avrupa'nın 'din savaşları"6 yıl önce
- Cumhurbaşkanı adayına 'akli' muayene!6 yıl önce
- Faşizmin rehinesi olarak antifaşizm!6 yıl önce
- Her şey körleşiyor, derken… Devletler de itiraf eder!6 yıl önce
- İnsanların hüznü en çok gözlerinin içindedir!6 yıl önce