Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Liyakat” ile “sadakat” iki farklı mana.

Aslında ilkini de pek sevmem; “işine layık olmak… mevkiini hak etmek” felan filan!

Fakat başka meselelerde itibarlı görünen ikincisi da, iş ve işyeri ortamında bambaşka bir sıfat haline geliyor.

Layıktan ziyade sadık!

Sandık demokrasi ile sadık bürokrasi.

***

Misal…

İş kazası” denenlerin katliam raddesinde bulunduğu bir ülkede…

Devletin “İş Sağlığı, İş Güvenliği” meselesinden sorumlu bir kişinin sorumluluğu epey tartışmalı olur, değil mi?

Hele, “köylü oldukları için yere basmaya alışmışlar; tersanede yüksekten düşüp ölüyorlar” diye…

Vallahi iktidarın ciddi bir tabanını da hor gören teşhislerde bulunmuşsa.

Ama yok, öyle değil.

Bakanlar değişse de, “layığıyla” görev başında.

***

Aynı şey, yüz binlerce gencin hayatını her aşamada belirleyen “Sınav sistemi”nin başındaki sorumlu için de geçerli.

Muhtemelen bu ülkede ondan daha iyi sınav sistemi bilen, soru kitapçığı düzenleyen, a ile b şıkkının ayrımın farkında kimse yok; ne profesör var, ne ordinaryüs onun gibi!

Ayda ortalama 61 işçinin öldüğü, öldürüldüğü “iş kazaları” sırasında, “iş güvenliği”ni daha mükemmel hissedip organize edebilen bir başkasının asla çıkmaması gibi.

***

İşte böyle, her sene böyle!

LYS’den KPSS’ye kadar tüm sınavların üstüne yine şaibe kokusu sindi.

Pardon…

Şaibe de olabilir, şapşallık da…

Veya bir kez güvensizlik, kuşku yer etti ya; iddia veya iftira da mümkün elbet.

Ne fark eder ki…

Ne 12 yıllık bir öğrenim yükünden sonra üniversite marifetiyle kendi yolunu, hayatını bulmak üzere zihnini, imkânlarını, imkânsızlıklarını seferber etmiş genç ile ailesi güveniyor…

Ne de okulları bitirmiş de, büyük devletin bir köşesinde, öğretmenlik yahut memuriyet, bir görev alma umudu taşımış ve umutsuzluklar kuyularına atılmış onca insan!

***

Bürokrasinin bu mükemmel misallerini “layık” bulan büyükleri mutlaka vardır ama; şu durum, onların “liyakat”ten daha ziyade sanki “sadakat” marifetiyle yerlerinde sabitleştiklerini düşündürüyor.

Düşünmeye de gerek yok…

Bu kadar çok insanın kandırılma, aldatılma, istismar edilme (tabii işyerinde ölme) şüphesi varsa…

Olağan şüphelilerin koltuklarında kalması onların değerini mi, yoksa o koltukların ne hale geldiğini mi gösterir, devlet terbiyem olmadığı için ben bilemiyorum.

Fakat anladığım kadarıyla…

Sadakatle görev yapan bu büyük bürokratlar; milyonlarca insanın hayatıyla oynadı, oynuyor…

Ya umutlarını çalarak…

Ya hayatlarını alarak!

Elbette bunu kasten, bilerek yaptıklarını iddia etmiyorum…

Muhtemelen işlerini de öyle pek bilmeden yapıyorlar!

Fakat ayıp Hocam!

İş kuyusunda sönen hayatlara da; sınav çukurunda sönen umutlara da.

Türk” zaten övünüyor…

Velev ki çalışacak…

Hiç güvenmiyor!

(Ne kadar sakin bir yazı oldu bu böyle!)

Güç ve ceza!

79 yaşında bir ana Sitti Şen.

Yaşadıkları kimilerine “layığını bulmuş” gelebilir ama…

Vicdanda öyle bir misilleme yoktur!

Kızı mayına basıp ölmüş 10 yıl önce. Bir oğlu PKK’ya katılmış, öldürülmüş 6 yıl önce. Bir diğer oğlu Almanya’da tutukluymuş.

Köy yakılmış; göç etmiş.

2006’da katıldığı eylemden “örgüt propagandası”ndan yargılanmış, hapis verilmiş.

Yargıtay onaylayınca polis yakalamış, adalet de, kalp ve tansiyon hastalığıyla birlikte cezaevine atmış! Ceza ertelemesi bile dikkate alınmadan.

Bir başka cezaevinde de, 66 yaşındaki emekli general Ergin Saygun’un üçte bir kalp, yarım akciğer, 18 hastalık, 25 ilaçla neredeyse ölmeye yatırıldığı söyleniyor.

Sitti Şen muhtemelen onu tanımazdı; Saygun da onu bilse, onca acıdan sonra 79 yaşında hapsini muhtemelen hiç dert etmezdi!

Oysa vicdanı eksik hukuk; onu da bulur seni de bulur; onu da vurur, seni de vurur!

Adalet sadece suç arayıp ceza veren bir güç değildir ki.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar