‘Benim polisiyelerim hafiften birer parodidir’
Metin Çakır polisiyeleriyle tanıdığımız Armağan Tunaboylu, 'Polisiye Yazarının Ölümü' adlı yeni romanında Berkun İstanbullu adında yeni bir kahramanla çıkıyor karşımıza. Habertürk yazarı Mehmet AÇAR, liseden sınıf arkadaşı Tunaboylu ile romanı ve kahramanı üzerine konuştu.
‘Polisiye Yazarının Ölümü’nde yeni bir roman kahramanıyla çıkıyorsun karşımıza: Berkun İstanbullu. Birçok açıdan daha önceki polisiye romanlarının kahramanı Metin Çakır’ın karşı kutbunda durduğu söylenebilir. Berkun İstanbullu ne zamandan beri aklında? Nereden esinlendin? Ve neden böyle farklı bir karaktere yöneldin?
En başta Berkun vardı. Birazcık “en başta söz” vardı gibi dini referansa sahip görülmesin. Aklımda, ismi Berkun olacak bir polis memuru, detektifi ya da komiseri vardı. Aslında burada itiraf edeyim, ben polisiyeye çok inanan biri değilim. Benim polisiyelerim hafiften birer parodidir. Metin Çakır örneğinde de olduğu gibi. Berkun da bu parodideki bir roldü. Absürdü reele dönüştürmeyi seviyorum. Bu da benim okurla karşılıklı oynadığım bir oyun. Kısacası Metin Çakır ve Berkun İstanbullu aynı hamur demek istiyorum. Bazı yazarlar “ben kendim için yazarım, okuru pek sallamam” derler ama bende beğenilme hastalığı var. Yazdığım şey beğenilmelidir. Nokta. Biri romanlarım ya da öykülerimin aleyhine konuştu mu ona yapmayı planladıklarım konusunda Jean Christophe Grangé yanımda dünkü bebe kalır. Neresi olduğunu anımsamıyorum ama bir toplantıda birisinin “ama o da hep aynı şeyleri yazıyor” diye fısıldadığını duyunca bir yenilik yapmam gerektiğini düşündüm. Bu arada belirteyim bu lafı edeni ailesi hâlâ arıyor.
Bu soru için birçok şey söyledim. Şimdi toparlıyorum. Birincisi Berkun İstanbullu bir yenilik gereksiniminden doğdu. İkincisi benim yaratma tarzıma uygun bir kahraman olmalıydı, öyle oldu. Üçüncüsü ve en önemlisi farklı düzeylerde, zümrelerde, mekânlarda geçmesi gereken öykülerim vardı. Bunları Metin Çakır karşılayamıyordu.
Önceki romanlarının kahramanı Metin Çakır dedektif değildir. Olağan şüphelilerden biridir sadece. İçeri girmemek ve polis baskısından kurtulmak için cinayetleri mecburen çözer. O yüzden Metin Çakır polisiyelerinin edebi açıdan farklı bir yapısı vardır. Berkun İstanbullu ise Cinayet Masası detektifi. Dolayısıyla, işin içine bürokrasi ve polis prosedürleri giriyor ki bu, mesela sinemada ayrı bir alt tür olarak geçer. Sen bu türün iyi örneklerinden birini veriyorsun. Zor türdür çünkü sahici olabilmesi için ön çalışma ve araştırma gerektirir. Sen ne düşünüyorsun?
Polisiye romanı yazan ve polis memuru olan arkadaşım Gürkan Karahan bana saatlerini harcadı. Hayatımdaki en uzun telefon görüşmesini onunla yaptım. Ve hâlâ çok az şey biliyorum. Yakında yeni Berkun İstanbullu macerasına başlıyorum, Gürkan bir yerlere saklan! Bunun dışında okuduğum, izlediğim binlerce roman, film, dizi de esin kaynağım oldu. Toplumsal gerçeklikle edebi gerçeklik arasında farklar var. Mesela Birinci Şube çalışanı bir polis memuru benim anlattığım Birinci Şube'den çok farklı bir yerde çalışıyordur. Yani demek istediğim toplumsal gerçekliği iyi bilmek, aralarını doldurmak gerekir. Şöyle bir örnek vereyim -kendime de verdiğim bir örnek bu- çocuklara el alışkanlığı kazansın diye mi yoksa resim yapmayı sevsinler diye mi, bilmiyorum, çizgilerden oluşan bir boyama kitabı verirler. Çocuklar da o kitaptaki desenleri yan sayfadaki şablona göre boyarlar. Önemli olan çizgilerin dışına boyayı taşırmamaktır. Burada da öyle bir şey söz konusu. Şablondaki kırmızı kısmı mora, yeşili maviye boyama özgürlüğünüz vardır ama boyayı dışarı taşırmadan… İyice yaşlandım galiba, çok konuşuyorum, kısaca toparlamaya çalışayım: Bir polisiye kurguda en önemli olan sağlam bir öyküsü ve muamması olmasıdır. Sonra da inandırıcı olmasıdır.
Armağan Tunaboylu (Fotoğraflar: Yüksel Kurt)Polisiye entrikası olarak baktığımda da daha karışık ve komplike bir hikâye örgüsü var. Sürprizler hiç eksik olmuyor. Yazım tekniği açısından sence hangisi zordu. Metin Çakır polisiyesi mi? Yoksa Berkun İstanbullu polisiyesi mi?
Metin Çakır çok zordu. Çünkü ben ilk yazmaya başladığım zamanlardaki cahil cesaretimle “biraz da bilinç akışı gibi yazıyorum, bir cümleyi yazarken bir sonraki cümleyi bilmiyorum” diye övünürdüm. Kazın ayağı hiç öyle değilmiş. Bunu öykü atölyeleri yapmaya başladığımda fark ettim. Öğrencilerime önce bir sinopsis sonra tretman oluşturun diye talkımı veriyordum ama ben öyle yapmıyordum. Kendimi ikna etmem uzun sürdü. Nitekim son Metin Çakır macerası ‘Park Cinayetleri'ni sağlam bir tretman yaparak bitirdim. Ardından gelen öykü kitabı ‘Cinai Tuhaflıklar’ tamamen sistematik olarak yazıldı. ‘Polisiye Yazarının Ölümü’ de aynı şekilde. Berkun İstanbullu çok zordu, çünkü polisiye mevzuatı bilmek gerekiyordu. Epey hukuktan anlamak gerekiyordu. Berkun gibi karşıt uçların adamını yaratırken dikkatli olmak gerekiyordu. Metin Çakır kolaydı, heyecanlanınca zırlayan altına çişini kaçıran bir adam vardı karşımda. Berkun heyecanlanınca ne yapacaktı bilmiyordum. Acı çekince, sevinince, kavga ederken ne yapacaktı bilmiyordum. Cool bir herif olacaktı ama ‘Big Bang Theory'nin Sheldon'ının, Broen'in Saga Noren'inin Şarklı kopyası olmayacaktı. Jilet sırtında yürümem gerekiyordu. Artık ilk roman çıktı rahatladın diye düşünebilirsin ama öyle değil. Berkun gelişmeye ve değişmeye devam edecek.
Metin Çakır polisiyelerinde genelde kahramanın zihninde olmaya alışmıştık. Hatta Metin Çakır’ın düşünce akışında olup biteni unutur, onun zihninin içinde hayal dünyalarına bile giderdik. Burada ise Berkun İstanbullu’nun zihnine o kadar yakın değiliz. Sanki sen de ona uzaktan bakıyor, onu anlamaya çalışıyorsun. Bu tercihin romanın anlatım tekniğini ve üslubunu da değiştiriyor. Ne dersin bu konuda?
Evet... Evet, aynen de öyle. Zaten kahramanları biraz kendi başlarına bırakmakta fayda var. Metin'in zihninin içindeydim ama beni bile atlatıp şaşırtıcı işler yapıyordu. Ben her zaman karakter olarak Metin'e yakın bir yazardım. Ama bir yandan maşist, ırkçı, hatta faşist bir adamı da sevdiğim düşünülmesin. Berkun da pek sevmediğim züppe bir karakter. Yaşadığı çevrelere, ortamlara, düşün, Metin'den bile uzağım. Yine öykü atölyelerime döneceğim, her zaman “bir karakter yaratırken tuttuğu takımdan cinsel yönelimlere kadar her şeyi bilmek zorundasınız” derim. Berkun'un kendine göre sürprizleri var. Onunla yaşadıkça bunları ben de öğreneceğim. Ama ne Metin'i ne de Berkun'u hayatımın sonuna kadar tam anlamıyla çözemeyeceğim. Bir de şunu eklemek isterim, dışarıdan nasıl görünüyor bilmiyorum ama Metin Çakır'ı da Berkun İstanbullu'yu da oldukları, bulundukları yerden çekiştirip kendi yanıma çekmeye çalışıyorum. Bence bir yazarın yapmaması gereken bir şey. Bu, benim tüm enerjimi alıp tüketiyor. Ancak onları bu şekilde sevebileceğimin farkındayım.
Berkun İstanbullu’nun yanındaki polis karakterlere gelelim. Özenle anlatıldıklarını düşünüyorum. Özellikle Semra’nın… Hatta birçok yerde Berkun’dan ziyade Semra’nın aklından geçenleri takip ediyoruz. Sık sık Berkun’u Semra’nın gözünden görüyor ve izliyoruz. Ercan’ı da dahil edersek onlara bir ekip olarak bakıyorsun. Ercan ve Semra, gelecekteki Berkun İstanbullu polisiyelerinde olmaya devam edecekler mi?
Sorunun sonuyla başlayayım, evet, olacaklar. Kadın karakter yaratmada çok başarılı olmadığımı düşünüyordum ama romanın kostümcülüğünü üstlenen ve benim kafamda farklı ufuklar açan Esin Uras, Semra için hiç de aklıma gelmeyen giysiler ve aksesuvarlar önerince ben de Semra'yı tanımaya başladım. Yoksa Berkun ve Emniyet Teşkilatı arasında yapayalnız bir tampon olarak kalacaktı. Elbette Berkun ve Emniyet Teşkilatı arasında tampon olmak çok önemli. İki karşıtı dengelemek gibi önemli bir görevi var. Sıradaki kitabın temasında aile içi şiddet ve ensest önemli bir yer tutacak. Semra da boşandığı eşiyle sorunlar yaşamaya devam edecek. Ercan ise sürekli değişen, fikirleri kaypak bir karakter. Semra onu eğitmeye devam edecek. Bunların dışında, ilk macerada yer alan, Amir Sezai, Devrim, Vedat ve Funda karakterlerinin de yeni macerada olmasını planlıyorum.
Romanda işlenen suçlar ve o suçlar çevresinde tanıştığımız karakterlerin dünyasında da yakın tarihimizden izler görüyoruz. Özellikle başkaları üzerinden tanıdığımız Nihat Akik’in serüveni dikkat çekici. Sığınmacılar, insan kaçakçılığı, yayıncılık üzerinden kara para aklama gibi konularla birlikte önceki romanlarına göre daha gerçekçi ve politik bir zeminde miyiz?
Türkiye'de herkes mizahı seviyor, lakin ciddiye alan yokmuş. Sanki Metin Çakır maceraları arkadaşlar arasında anlatılıp bir kaç dakika sonra unutulan fıkralar gibi görülüyormuş. Düşün bunu da ‘Polisiye Yazarının Ölümü üzerine yapılan beğeni mesajlarından anlıyorum. “Level atlamışım.” Telefon açmış böyle diyor. Sanırsın kendisi edebiyat allamesi. Yani bu zamana kadar eften püften şeyler yapıyormuşum da ciddi bir roman (içinde mizah olmayan roman) yazınca level atlıyorum. Metin Çakır'da da vardı bunlar. Bir roman yazarsanız mikro bir evren kurarsınız. Bu evrende en başta devlet ve toplum vardır. Devlet kurumlarıyla, toplum bireyleriyle yer alır. Yasalar, normlar, etik vardır. Bunların hepsi Metin Çakır'ın “Cinayetleri” kelimesiyle biten maceralarında vardı. Bu olguların görünür olması benim de bitaraflıktan vaz geçip bir taraf olmamla ve bunu belli etmemle, ‘Polisiye Yazarının Ölümü'nde gerçekleşti. Şimdi burada “Polis” kavramı üzerine tartışmak istemiyorum. Ama ben bu zamana kadar Metin Çakır'ın tarafındaydım. Çünkü ona toplum tarafından istemediği bir görev yani bir meslek verilmişti ve bu o görevi yerine getiriyordu. Elbette toplum'u da tartışmayacağım yoksa sınıfsal ayrımlara girmemiz gerekecek. Belki de artık bazı şeylerden vaz geçip hiç değilse burjuva demokrasisini savunmayı görev edinmiş olabilirim.
Sadık bir okurun olarak Berkun İstanbullu’yu tanımış olmaktan memnunum. En iyi romanlarından biri olduğunu düşünüyorum. Ama öte yandan Metin Çakır’ı unutmayacağını ummak istiyorum. Metin Çakır’ı bırakmıyorsun herhalde?
Metin Çakır'ı her şeyden önce kendim için yazıyordum. Yazarken yazdıklarımı düzeltmek için okurken, bir daha, bir daha okurken, bittikten sonra, basıldıktan sonra da okurken çok eğleniyordum. Beni çok güldürüyordu. Şimdi önümde okumalarını, ön çalışmalarını yapmaya başladığım bir Berkun İstanbullu macerası daha var. Bir seneye kalmaz biter tahmin ediyorum. Üçüncü Berkun İstanbullu macerasıysa henüz sinopsis durumunda. Geleneksel bir Türk vatandaşı olarak ölmez sağ kalırsak üçüncü ya da dördüncü Berkun'dan sonra Metin Çakır'a dönüş yapmayı istiyorum.