Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        RESMİ ideolojik dayatmaya karşı isyanın sesinin temsilcileri arasındaydı…

        Tüm engellemelere karşın, göçün kentlere getirdiği en devrimci hareketle yükseldi; dün omuzlarda “Krala… Babaya… Prense Veda…” başlıkları altında uğurlandı…

        Ferdi Tayfur Turanbayburt’un dünkü cenaze töreninde söylenen sözler, sosyal medyada ardından yazılanlar da bunun kanıtıydı…

        Ülkenin her bir yanından son yolculuğuna uğurlamak için gelenlerin yüzlerindeki ifade de vicdan akrabasına karşı son görevini yerine getirmekten farklı değildi…

        “HUZURUM KALMADI FANİ DÜNYADA”

        Yaşamı da yaptığı müziğe uygun gitti…

        Kendisiyle aynı kültürden beslenen bir diğer “Kral…” Müslüm Gürses gibi Adana’da dünyaya geldi…

        Dublaj sanatçısı Ferdi Tayfur’dan etkilenerek oğluna adını veren babası Cumali Turanbayburt, pavyon çıkışı öldürülmesi sonrası, eğitim hayatı sonlandı, evin yükü omuzlarına bindi.

        Sakıp Sabancı’nın sahibi olduğu mısır tarlasında çalışırken söylediği türküler, kendisi gibi ırgatlık yapanları etkiledi; düğünlerde de söylemeye başladı.

        Adana Radyosu’nun açtığı yarışmada ikinci olunca soluğu İstanbul’da aldı; gazinolarda şarkı söylemeye başladı…

        İlk plak denemesini 1968’de yaptı, ancak başarılı olamadı; tekrar pamuk ve mısır tarlasına döndü…

        Üç yıl sonra çıkardığı, bugün de hafızalarda yerini koruyan “Huzurum Kalmadı…” plağı patlama yaptı…

        “Bilsen uzaklarda kimler ağlıyor/ Gelemem sevdiğim felek bağlıyor/ Gurbet eller bana bir mesken oldu/ Gelemem sevdiğim kader bağlıyor…”

        Özellikle, gurbetçi, Almancı denilen kesimde bu parça çok tuttu; gurbet teması yüklü şarkıları, yurt dışında tanınmasının önünü açtı…

        Onlarla da kalmadı, benzer müziği yapan Orhan Gencebay gibi janti giyim yerine, gömlekle çıkıp, düğmelerini söken, kentliye ve kültürüne karşı ve yabansı bir duruş sergileyen Ferdi Tayfur’un sahnedeki ürkek olmayan bu tavrı, kendisini varoşların isyan simgesi yaptı…

        Gülhane Parkı’nda 1993’de verdiği açık hava konserine İstanbul’un varoşlarından 200 bin kişinin akın etmesi de bunun en iyi göstergesiydi…

        Kırsaldan uzaklaşmaktan, kent kültürüyle de bütünleşmekten çekinen, büyükşehirlerin varoşlarındaki gecekonduya yerleşik kitlelerin sesi, yakınması, çığlığı oldu…

        SOSYOKÜLTÜREL YANSIMA

        Aslında kırdan kente göçün sahnedeki sosyokültürel yansımasıydı…

        Kentte arzu ettiği yaşam kalitesini, alışkın olduğu hayat sistemini kuramayan ikincil ekonomik sektörde çalışanların her gün dilinde olandı…

        Köy yaşamından soyutlanmış, aradığı, etnik ve siyasal kimlik arayışında eli boş kalmış, hayallerine ulaşamamış olanların yarattığı yeni kültürel kimliğin vicdan sesi arabeskin en iyi temsilcisi oldu…

        BATILI ENSTRÜMANLA ÇALINAN ARAP MÜZİĞİ

        Şarkılarına dayalı filmleri de arabeskin, radyodan ekran yansıyan yeni bir devrimdi…

        Çünkü hitap ettiği kitlelerin ruh halini en iyi yansıtan sözlere, tutumlara sahipti…

        Güzel hayallere ulaşmak için umutlara göç eden, geldiği yerde aradığını bulamayan, terk ettiği toprağın kültürüne özlem duyan, ezilmiş, maddi ve manevi sömürülmüş kitlelerin isyan sesi arabesk de onun şarkılarında vücut buldu…

        Arap müziğinin, Türkiye’de batılı enstrümanlarla yapay motif ve tonlar eklenerek icra edilen Arabeskin en etkili ismi oldu.

        Yaşam mücadelesi, mütevazi hayatı, aile yaşamını toplumun önüne sürmemesi de Ferdi Tayfur’u “Arabesk Kültürünün Kralı” yaptı...

        TÜRK BEŞLERİ DE YETMEDİ

        O kültürü yaratan da devlet eliyle müziğin yanlış inşasının bir sonucuydu…

        Ziya Gökalp’in başını çektiği müzik otoriteleri, konservatuvarlar, müzik okulları ve kamulaştırılan radyo, yeni müzik politikası doğrultusunda ‘Klasik Türk Musikisi’ni dinlenir olmaktan çıkarma kararı aldı.

        Onun yerine revize edilmiş Türk Halk Müziğini koydu…

        Gerekçesi de Gökalp’in tanımıyla, “Alaturka müzik Bizans, Pers ve Arap müziklerinin bir uzantısı” olmasıydı…

        On yıllardır tek sesli müzikle beslenmiş, çok sesliliğe açık olmayan Anadolu, batı müziğini içselleştirmekte zorlandı; “kilise müziği diye isimlendirilmesi” de uzak durmasının bir başka etkeni oldu…

        Her ne kadar “Türk Beşleri…” adı verilen isimlendirilen Türkiye’nin önde gelen başarılı bestecileri çok sesli müziği Türkü ile buluşturmak için çabalasa da toplumdaki algıyı kırmaya yetemedi; istenilen seviyeye ulaştırmadı…

        MISIR FİLMLERİ ETKİSİ

        Ümmü Gülsüm, Muhammed Abdülvahab, Yusuf Vehbi gibi Mısırlı şarkıcıların başrolde oynadığı, konusu aşk olan ve bol miktarda Arap müziği barındıran filmler daha izlenip dinlenebilir hale geldi…

        Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle de batı müziğine olan ilgi gittikçe azaldı, Arap müziğinin batılı enstrümanlarla icra edildiği Arabesk yeni bir alt kültür oluşturdu…

        Gurbetçilerin 1960 başından itibaren akın ettikleri Almanya’daki vatan hasreti, 1970’lerde kırsaldan kente göçün getirdiği gecekondulaşma kültürü ve 1980 ihtilalinin dayattığı sanat Arabeskin patlamasını sağladı...

        CEM KARACA: SALÇALI ÇORBADIR

        Bu dönemlerde yapılan filmler de en çok izlenenler arasında yer alırken, bünyesinden Anadolu Pop diye de isimlendirilen yeni bir akımın da çıkmasını sağladı…

        Nitekim bu akımın en önemli isimlerinden Cem Karaca bir röportajında bu durumu şöyle dile getirdi:

        “Arabesk de pop müzikten çok farklı bir müzik değildir esasında. Ben arabeskin çok ayrı bir tür olduğuna inanmıyorum. Arabesk içinde Türk pop müziği salçası olan, biraz Türkü salçası olan, biraz gerçek anlamıyla Arap müziği salçası olan bir çorbadır…”

        Burada da kalmaz, “gecekonduda örgütlenen müzik” tanımını getirdiği Arabeskin Türk Pop müziğinin yükselişine de katkı verdiğini söyler…

        Cenazesine katılan kalabalığın ardından seslendiği gibi Ferdi Tayfur’un “Arabeskin Babalarından” biri olduğu, bu müziğin temellerinin oluşmasında katkısı bulunduğu da tartışmasız bir gerçektir.

        Bu topraktan mütevazı, saygılı, bir o kadar da alçak gönüllü bir “Kral…” gelip geçti…

        Şarkılarını bir kuruş telif hakkı istemen halka mal etti...

        Sevenleri de onu bağrına bastı, son yolculuğuna da dün hepimizin ezberinde olan eserindeki sözleriyle veda etti:

        “Bir yanda yaşanan o güzel günler/ Bir yanda anılar bir yanda dünler/ Seni yaşatacak neler var neler/ Bir gün gitsen bile hatıran yeter…”

        Hak yolu açık, ruhu revan, devri daim olsun…

        İyi insandı…