En iyi 15 zombi filmi
90 milyon dolar bütçeli 'Ölüler Ordusu'nun (Army of the Dead) çevrimiçi olarak seyircilerle buluştuğu günlerde biz de sinema tarihinin en iyi zombi filmlerini hatırladık. Habertürk film eleştirmeni Mehmet AÇAR'ın yazısı.
YAŞAYAN ÖLÜLERİN GECESİ (1968)
(Night Of The Living Dead)
İşte modern zombi filmlerinin öncüsü! Zombiler sinemada 1930’lardan beri vardı ama vampirler kadar popüler değildiler. Amerikalı yönetmen George A. Romero , ilkini 1968’de çektiği filmlerle çağdaş sinemadaki zombi imajına önemli katkılarda bulundu. Onları mezardan çıkan ve ağır hareket eden şuursuz canavarlar olarak betimledi. Sadece beyinlerinden vurulursa tekrar öleceklerine inandırdı bizi. Daha önemlisi, zombi filmleri türüne politik bir içerik ve şiddetle mizahı birleştiren bir yaklaşım getirdi. Kırsal kesimde bir çiftlik evinde geçen düşük bütçeli siyah beyaz film, alt metinleri itibarıyla ırkçılık ve Vietnam Savaşı travmasıyla ilgiliydi.
ZOMBİ (1978)
(Dawn of the Dead)
Modern zombi filmlerinin öncüsü Amerikalı yönetmen George A. Romero'nun 1968'de çektiği düşük bütçeli siyah beyaz kültleşmiş filmi “Night of the Living Dead”, insanların sınırlı bir alanda zombilere karşı verdiği yaşam mücadelesini anlatır. ABD – İtalya ortak yapımı olarak gerçekleştirilen ve Türkiye’de ‘Zombi’ olarak gösterime giren devam filmi “Dawn of the Dead” ise insanların zombi haline geldiği bir salgın ortamında geçer. Filmde bir grup insan, zombilere karşı korunmak için banliyödeki bir alışveriş merkezine sığınır. Dışardaki zombiler taze insan eti özlemiyle beklerken, onlar da kurtulma planları yaparlar. Romero filmin alt metinlerinde Amerikan tüketim toplumunu eleştirir.
ŞEYTANIN ÖLÜSÜ (1981)
(The Evil Dead)
Beş genç üniversite öğrencisi, tatil için ormanlık arazideki bir kulübeye gelirler. İçerde buldukları bir ses bandını dinlemeleriyle birlikte civardaki kötü ruhlar harekete geçer... Özellikle kulübenin yakınındaki ağacın gençlere karşı saldırıya geçtiği sahne benzersizdir. Düşük bütçeli bir film olsa da iğrençlik ve rahatsız edicilik konusunda kendi döneminin en cesaretli ve ilham verici filmlerinden biridir. Gerilimden ziyade korkutmayı hedefler ama aynı zamanda güldürür. İçerdiği korkunç ve tiksindirici şeylere rağmen kara mizah da eksik değildir. Filmin gerçeküstücülükle akraba olduğu dahi söylenebilir. Özellikle kamera çalışması kendi dönemine göre yenilikçidir. Son olarak, içerdiği şiddet unsurları nedeniyle birçok ülkede sansürlenmemiş eksiksiz bir kopyasının gösterilmesinin uzun süre mümkün olmadığını belirtelim. Yönetmen Sam Raimi, daha sonra iki devam filmi daha çekti.
VAHŞET (1987)
(Evil Dead 2)
1981'de düşük bütçeyle çekilen ''The Evil Dead''de (Şeytanın Ölüsü) toprağın altından çıkan ölüler, seyirciyi korkuttukları kadar eğlendirmiş, hatta güldürmüşlerdi. Yönetmen Sam Raimi, ilkinden 6 yıl sonra mizahı bilinçli olarak daha da ön plana çıkarıyor; seyirciyi eğlendiren ucuz ve bayağı bir estetik yakalamaya gayret ediyor. ''Gerilimsiz korku komedi''yi, mide bulandırıcı ve kanlı bir şiddetle buluşturan film, dipten dibe '' öteki'' korkusuyla dalga geçiyor ve yarattığı korku şenliğiyle türün meraklılarını yakalamasını biliyor. Başrolde ise ‘Evil Dead’ deyince akla gelen ilk isim olan Bruce Campbell var… Türkiye’de ‘Vahşet’ adıyla 1988 yılında vizyona girmişti.
BRAINDEAD (1992)
Yeni Zelanda’nın sakin kasabası Wellington’da yaşayan Lionel’in baskıcı annesi Vera, hayvanat bahçesinde bir Sumatra fare-maymunu tarafından ısırıldıktan sonra enfekte olur ve et yiyen bir zombiye dönüşür… ‘Yüzüklerin Efendisi’ ile tanıdığımız Peter Jackson, meslekteki ilk yıllarında düşük bütçeli B filmleri çekerdi. Bugün bir kült film olarak görülen ‘Braindead’ onlardan biri… Ama seyretmek için sağlam mide gerektiğini baştan belirtelim. Jackson’ın amacı Sam Raimi’nin “Evil Dead” serisine göre daha özenli bir öyküyle, mide bulandırma konusunda ileri gitmek, iğrençliği estetik bir kategori haline getirmek. Olup bitenlere katlanmanın yegâne yolu ise mizah. Sadece türün iflah olmaz meraklılarına…
28 GÜN SONRA (2002)
(28 Days Later)
Bilimsel deneyler için kullanılan şempanzeleri özgür bırakmak isteyen hayvan severler, eylemleri sırasında enfekte olur ve şiddete yol açan bir hastalığa yakalanırlar… Virüs öylesine bulaşıcı ve güçlüdür ki 28 gün sonra Londra, insansız bir şehre dönüşür. Londra’nın bu halini terk edilmiş bir hastanede gözlerini açan Jim’le (Cillian Murphy) birlikte keşfederiz… Jim, zombiler tarafından yakalanmak üzereyken enfekte olmamış kişiler tarafından kurtarılır… Filmin geri kalanı, kıyamet ortamında geçen bir yaşam mücadelesi üzerine kurulu. Zombilerin farkı ise son derece hızlı ve seri hareket edebilmeleri. Dolayısıyla, çok daha tehlikeliler… Senaryosunu Alex Garland’ın yazdığı, Danny Boyle’un yönettiği film, aldığı olumlu eleştirilerin yanı sıra gişede başarılı olmuş, devamı çekilmiş ve resimli romanları da yayımlanmıştı.
ÖLÜLERİN ŞAFAĞI (2004)
(Dawn of the Dead)
Yüksek prodüksiyon kalitesine, mükemmel özel efektlerine ve daha iyi oyunculuklara rağmen George Romero’nun 1978 tarihli filminin tadına ulaşması elbette mümkün değil. En önemli eksiği Romero’nun mizahı ve politik bakışı ama yine de başarılı bir uyarlama. Senaryosunu James Dunn’ın yazdığı filmde yönetmen Zack Snyder, ilk uzun metrajında harika bir açılış sahnesiyle seyirciyi avcunun içine alıyor ve bir daha hiç bırakmıyor. Alışveriş merkezinde zombilere karşı mücadele eden bir grup insanın serüvenini baştan sona ilgiyle izliyoruz.
ZOMBİLERİN ŞAFAĞI (2004)
(Shaun of the Dead)
İşte seçkinin en eğlenceli filmi... İngiliz yönetmen Edgar Wright'ın başrolde oynayan Simon Pegg'le birlikte yazdığı “Shaun of the Dead”, George A. Romero'nun zombi filmlerine selam gönderen bir komedi... Shaun (Simon Pegg) ve Ed (Nick Frost) adlı Londralı iki arkadaş, enfekte olmuş zombilerin dünyayı ele geçirdiği bir kıyamet ortamında sevdikleri insanlarla yerel bir pub'a sığınırlar... Shaun’un başı zombiler olmadan da derttedir zaten. Sevgilisi, arkadaşı ve ailesiyle sorunları vardır. Peki, zombilerin gelişiyle gerçek bir kahramana dönüşüp bütün sorunlarından kurtulabilir mi? Yanıt için finale kadar beklemeniz gerekiyor. Sizi psikolojik dram ile zombi filmi klişelerinin yan yana geldiği, İngiliz usulü ince bir durum komedisi bekliyor. Gösterime girdiğinde eleştirmen ve seyircilerden olumlu tepkiler alan “Shaun of the Dead”, Channel 4'ün yaptığı bir ankette “50 Muhteşem Komedi Filmi” arasına girmeyi başarmıştı.
REC: ÖLÜM ÇIĞLIĞI (2007)
(Rec)
Gelmiş geçmiş en iyi “buluntu korku” filmlerinden biri… Barcelona itfaiyesinin gece mesaileri üzerine televizyon belgeseli hazırlayan bir muhabir ve kameraman, gelen imdat çağrısı üzerine itfaiyecilerle birlikte bir apartmanı keşfe giderler… Bir süre sonra apartman sakinlerinin çok tuhaf ve saldırgan davranışlar içinde olduğunu anlarlar. Filmin karakterlerinden biri olan kameramanın çektiği görüntü kayıtlarından oluşan “Rec”, enfekte olmuş saldırganlara karşı verilen bir yaşam mücadelesini anlatıyor. Jaume Balagueró ve Paco Plaza’nın yönettiği İspanyol yapımı film, gösterime girdiği yıl, içerdiği klostrofobi ve karanlık duygusuyla çok beğenilmiş, sonraki yıllarda 4 filmlik bir seriye dönüşmüştü. Hollywood’da 2008’de “Quarantine” adıyla yeniden çevrimi yapıldığını da belirtelim.
ZOMBIELAND (2009)
Deli dana hastalığı olarak başlayıp ABD’yi zombiler ülkesi haline getiren salgından enfekte olmadan kurtulanlardan biridir kolej öğrencisi Columbus (Jesse Eisenberg)… Yüksek paranoyası ve zekâsıyla hayatta kalan Columbus’un yolu, yegâne amacı çörek yemek olan sert erkek Tallahassee (Woody Harrelson) ile kesişir. Zıt karakterli bu ikiliye daha sonra Emma Stone ile Abigail Breslin’in oynadığı iki kız kardeş katılır. Hedefleri zombilerin olmadığı huzurlu bir yuva bulmaktır. Bu yolculuk öyküsünde kara mizah kadar duygusallığa da yer var. Ama tüm bunlar filmin şiddet dozunun düşük olduğu anlamına gelmemeli. Rhett Reese ve Paul Wernick’in yazdığı, Ruben Fleischer’in yönettiği ‘Zombieland’, ABD’de en çok seyirci toplayan zombi filmlerinden biri… 10 yıl sonra gösterime giren devam filmi ‘Zombieland: Double Tap’ ise ilki kadar beğenilmedi.
DÜNYA SAVAŞI Z (2013)
(World War Z)
Max Brooks’un 2006 tarihli romanından sinemaya uyarlanan film, tek ısırıkta bulaşan ve insanı anında kudurtan bir hastalığı anlatıyor. Zombi filmleriyle klasik salgın hikâyelerini birleştiren “World War Z”de Brad Pitt, salgın için çözüm arayan Birleşmiş Milletler görevlisi Gerry Lane’i canlandırıyor. Lane’in farklı ülkelere doğru çıktığı yolculuk, kıyamet sonrası bir dünyadan karanlık ve umutsuz görüntülerle dolu… Ailelerin, ülkelerin içe kapandığı, dış dünyayla iletişimi kestiği, bir çağdan manzaralar seyrediyoruz. Tedavisi bulunmayan bir virüsün dünyayı ne hale getirebileceğini görmek gerçekten ürpertici… Filmin, “kıyamet”in nasıl koptuğunu anlatan ilk 3 sahnesi de çarpıcı. Marc Forster’ın yönettiği 190 milyon dolarlık bütçeli film, 540 milyon dolar hasılat getirmeyi başarmıştı. Devam filminin çekimlerine 2019 yazında başlanacağı açıklanmış ama ön hazırlıklar sürerken ertelenmişti.
SICAK KALPLER (2013)
(Warm Bodies)
Isaac Marion'un romanından Jonathan Levine tarafından sinemaya uyarlanıp yönetilen "Sıcak Kalpler", zombi filmlerine alışık olmadığımız duygusal ve yumuşak bir yaklaşım getiriyor. İlk bölümde bazı sert sahneler olsa da, öyküyü canavarların, devlerin tarafına geçerek anlatan animasyonların çocuksu havasını hatırlatan bir tavrı var filmin. Bugüne kadar hep insanların gözünden takip ettiğimiz zombilere bu kez içeriden bakıyoruz. Film, genç bir zombinin düşünce sesiyle sürüp gidiyor. "Ötekileştirdiğimizi sevelim, önyargıları kırıp birbirimizi anlayalım ve dünyayı aşkla, muhabbetle kurtaralım" türünden iyi niyetli bir naiflik her şeye hâkim. Malum, zombiler gördükleri insanları çiğ çiğ yemekten başka gayeleri olmayan genellikle duygusuz ve belleksiz varlıklardır. Başlangıçta burada da durum aynı ama aşkın kudreti her şeyi değiştirmeye başlıyor. Zombilerden boşalan "kötü adamlar" kontenjanını ise artık insanlığa geri dönüş şansı kalmayan, bir deri bir kemikten ibaret "Kemikliler" grubu dolduruyor.
ZOMBİ EKSPRESİ (2016)
(Train to Busan – Busanhaeng)
Şehirlerarası bir tren yolculuğu sırasında hem zombilere hem de zamana karşı mücadele veren insanların gerilim dolu hikâyesi... Amerikan korku – gerilim filmlerinde olduğu gibi ahlaki mesajı öne çıkaran “Zombi Ekspresi”nin öyküsü, fon yöneticiliği yapan finansçı Seok-woo’nun geçirdiği değişim üzerinden ilerliyor. Seok-woo sadece kendi çıkarlarına odaklanmış bencil ve işkolik biri. Kızını annesine götürmek için bindiği trende, zombilere karşı mücadele verirken bencilliğiyle yüzleşiyor. Sang-ho Yeon’un yönettiği Güney Kore yapımı filmin asıl meselesi, ölüm korkusu karşısındaki insanlık halleri... İnsanlar sadece zombilere karşı değil, henüz enfekte olmamış kişilerin bencilliğine karşı da savaşıyor. Bir yanda sadece kendi canını düşünen korkaklar, diğer yanda ise zombilere karşı savaşırken temel insani değerlerini kaybetmeyenler var. Kimisi Seok-woo gibi olumlu değişim gösterirken kimisi de korkusunun esiri olarak zombilerden daha tehlikeli hale geliyor.
YARIMADA (2020)
(Peninsula – Train To Busan 2)
2016 yapımı ‘Zombi Treni’ (Train to Busan), şehirlerarası bir tren yolculuğu sırasında zombilere karşı mücadele eden insanların hayatta kalma savaşını anlatıyordu. Devam filmi niteliği taşıyan ‘Yarımada’ ise seyirciyi ilk filmdeki olayların 4 yıl sonrasına, Kore yarımadasının tümüyle zombilere terk edildiği karanlık bir geleceğe götürüyor. Hikâye, Hong Kong’ta sığınmacı konumunda yaşayan 4 Güney Korelinin, bölge mafyasından gelen teklifi kabul ederek yeniden Kore yarımadasına dönmeyi kabul etmesiyle şekilleniyor. İlk filmin yönetmeni Sang-ho Yeon’un bir kez daha kamera arkasına geçtiği ‘Yarımada’, gösterişli bir film… Sang-ho Yeon, korku gerilim kadar aksiyon öğelerini de kullanıyor. Filmdeki aile, sadece zombilere karşı değil, ordu artığı bir ‘kötüler çetesi’ne karşı da savaşıyor. Şuursuz zombiler ise bu kez her iki tarafın kullandığı bir silahtan farksız. Kötülerin peşinde düştüklerinde ise içten içe onları destekliyoruz. Filmdeki distopik Güney Kore görüntülerinin, zombilerden daha huzursuz edici olduğu öne sürülebilir.
ALIVE (2020)
(#Saraitda)
Açılış sahnesinde Oh Joon-wo’yu odasında dijital cihazlarla çevrilmiş bir halde uyurken görüyoruz. Günümüzdeki birçok genç gibi kendine yeten çevrimiçi sanal bir dünyada yaşadığı belli... Odasından hiç çıkmadan büyük maceralar ‘yaşayan’ online bir video oyuncusu Oh Joon-wo… Kurmaca dünyalarda gösterdiği sanal kahramanlıklarda belki çok becerikli ve usta bir oyuncu... Buna karşılık, gerçek hayatta, video oyunlarında gördüğümüz türden bir krizle karşılaştığında ne beceri kalıyor ne ustalık… Zombi pandemisi Oh Joon-wo’nun yıllarca kendini hapsettiği dünyanın sınırlarını keşfettiği bir süreç… Özellikle internetin ve sosyal medyanın çökmesiyle, yaşadığı apartman dairesinin fiziksel sınırlarının anlamını belki ilk kez fark ediyor. Yönetmen Cho Il-hyung, ilk uzun metrajlı filminde seyirlik anlamda gayet iyi iş çıkarıyor. Uzun süre zombilere karşı tek kişinin öyküsünü izlememize rağmen tempoyu hiç düşürmüyor. Apartman dairesindeki hayatta kalma mücadelesiyle zombilerin yarattığı gerilimi yer yer hızlanan bir kurgu eşliğinde sunuyor. İkinci karakterin gelişiyle filmi daha da hızlandırıyor ve aksiyon duygusunu artırıyor.