Erdem Topuz: Psikolojik olarak zor olacağını biliyordum
Başrolünde oynadığı ve yönettiği Dionysos Tiyatro'nun tek perdelik oyunu 'Mezarcı' ile seyirciyle buluşan Erdem Topuz, Habertürk'ten Şeyda Odabaş'ın sorularını yanıtladı. Gazi Tuğrul Ertuğrul'un yazdığı 'Mezarcı' oyununa İstanbul'daki mezarlıklarda mezarcılarla birlikte çalışan Topuz, bu süreç ile ilgili "Çalışmalara başladıktan sonra oyunun tahminimden biraz daha zor olduğunu fark ettim. Psikolojik olarak zor olacağını biliyordum ama bunu denemem gerekiyordu" diyor. "Bizim oyunumuz da hayatımızın ziyan olmaması üzerine, insanları uyandırmaya çalışıyoruz" ifadelerini kullanan Erdem Topuz ayrıca 'Mezarcı' oyunu için "Uyanışın oyunu; istediklerinizi yapın, babanızın annenizin empoze ettiğini değil. Hayatınızı bir mezarlığa çevirmeyin" diyor...
Dionysos Tiyatro’nun tek perdelik oyunu 'Mezarcı' ile seyirciyle buluşan Erdem Topuz ile bir araya geldik. 'Mezarcı'yı Topuz'un rol aldığı diğer tiyatro oyunlarından ayıran en önemli özellik ise rolüne İstanbul'daki mezarlıklarda mezarcılarla birlikte hazırlanmış olması.
"Çalışmalara başladıktan sonra oyunun tahminimden biraz daha zor olduğunu fark ettim" diyen Erdem Topuz ile kariyeri ve 'Mezarcı'nın hazırlık sürecini konuştuk.
'Mezarcı' için "Hayatımız neden bu?'yu düşüntürtmeye çalışıyoruz" diyen Erdem Topuz, aynı zamanda seyirciye "Hayatınızı bir mezarlığa çevirmeyin" sözleriyle sesleniyor.
Şeyda Odabaş ve Erdem Topuz* Oyunculuk serüveniniz nasıl başladı?
1975 İstanbul doğumluyum. Oyunculuk serüvenim aslında harika bir öğretmenin omzuma dokunmasıyla başladı. Ortaokuldayken New York'tan ABD’li bir edebiyat hocası geldi. Aynı zamanda tiyatro hocasıydı ve o sene onlar İngilizce ‘Kral ve Ben’ müzikalinin provalarına başlamışlardı. Benim de sıra arkadaşım o müzikaldeydi. Bir gün o hoca sınıfta sıra arkadaşımın nerede olduğunu sordu ben de dışarıda bahçede olduğunu söyledim. Daha sonra merakımı cezbeden bir durum oluştu. Çünkü bu hocamız aynı zamanda Atatürk ile ilgili 10 Kasım’da çok güzel bir konuşma yapmıştı bir ABD’li olarak öyle bir konuşma yapması beni çok etkilemişti. Bu onunla ilgili aklımda kalan en önemli özelliği. Sonra bana dedi ki; “Biz ‘Kral ve Ben’ müzikalini sahneleyeceğiz bu senenin sonunda sen de provalara gelmek ister misin?” diye sormasıyla başladı ve devamı geldi.
* O dönem kaç yaşındaydınız?
13.
* Aileniz nasıl karşıladı peki?
Benim annem ve babam mühendisler daha analitik insanlar. İkisi de kimya mühendisi ve bu durumu babama söylediğimde “Siz bu oyunu İngilizce mi oynayacaksınız?” diye sordu, ben de “Evet” dedim. Aslında tabii oradaki aile içindeki düşünce, “Oğlumuzun İngilizcesi gelişsin, dile daha hakim olsun” gibi bir yapıcı yaklaşımdı. O dönem evimiz Bakırköy’deydi okulum Beşiktaş’taydı hafta sonları provalara babam götürüp getirirdi. 1987-1988 sezonu için liseler arası tiyatro yarışmaları çok önemliydi. Ben de o dönem çok güzel bir rolde ilk defa seyirciyle buluşmuştum. Ondan sonraki sene ‘Neşeli Günler’ ardından ‘Batı Yakasının Hikayesi’nde oynamıştım.
"İLK DEFA TÜRKÇE, RUSÇA ALT YAZI İLE OYNAMIŞ BİR TÜRK OYUNCUSUYUM"
*Mühendis bir aileden geliyorsunuz. Yolculuğunuz bu süreçte tiyatroya evrilirken aileniz karşı çıkmadı mı?
Ailemin benim tiyatrocu olmam gibi bir planları ve hayalleri kesinlikle yoktu. Fakat daha sonraki süreçte ben Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü’nü kazandım orada da tiyatro çalışmalarım devam etti. Bu sefer çok daha deneysel işler yapmaya başladım sonra da Şahika Tekand’ın stüdyo oyunculuğuna girdim. 1996’da orada 4 yıl oyunculuk eğitimi aldıktan sonra askere gittim döndüm ve Sofokles’in ‘Kral Oidipus’ Yunan klasiğinde ilk defa profesyonel oldum. O oyunda o yaz Yunanistan’a Delfi’ye Uluslararası Antik Yunan Tiyatro Festivali’ne katıldık. Benim profesyonelliğe girişim uluslararası festivallerde sürekli sahne alarak oldu. Daha sonra o arada ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’nin Nikolay Gogol’un dev klasiği ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ni prova yapmaktaydım bu oyunu bitirdikten sonra da artık biraz da kendi kanatlarımla uçmam gerektiğini düşünerek ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ ile kendi rejimle 31 Mart 2004’te seyircimle buluştum. 2014 ve 2015’te Rusya olmak üzere iki turne yaptık. İlk gittiğimde Arhangelsk Uluslararası Tiyatro Festivali’ne gittim. ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ni yani bir Rus klasiğini ilk defa Türkçe, Rusça alt yazı ile oynamış bir Türk oyuncusuyum.
* Oyunculuk kimliğinizin yanı sıra hayatınızda müziğin de yer aldığını görüyoruz. Rock müzik grubu 'Boşluk'un solistisiniz... Aynı zamanda latin ve salon dansları eğitmenisiniz... Müzik serüveniniz nasıl başladı?
Evet rock müzisyeniyim. 3 albümümüz var. Küçük yaşlardan itibaren çok iyi bir müzik dinleyicisiydim. Rock müziği çok seviyordum. Hep böyle bir rock grubu kurma hayalim vardı. ‘The Beatles’, ‘Rolling Stones’ falan çok dinlerdim. Sonra 2000 yılında grubu kurdum.
* Peki kaç şarkı/albüm çıktı?
10 şarkı vardı, 6 tanesi Derin’in 4 tanesi benim. Hiçbir cover yoktu.
* Peki grup şu anda devam ediyor mu?
İki yıldır ben şu an konser vermiyorum. Şöyle bir şey oldu Dionysos Tiyatro’yu kurduktan sonra benim tiyatro yüküm arttı. Genel sanat yönetmeni olduğum için bir de müzik çok kötüye gitti. Şöyle söyleyeyim 2010 ve 2018 arası bizim çok yoğun bir sahne programımız oluyor. Haftada 5 konser falan veriyorduk. İstanbul’da ve Türkiye genelinde… Oyunlarım da devam ediyordu o zaman. Fakat daha sonra fark ettik ki bizim konserlerde kendi parçalarımızdan anca 4-5 tane çalabiliyoruz. Bu iş seyirciyi memnun etme üzerine bir gişe kavgası açıkçası ve ticarileşmeye başlamıştı. Çok arabesk ve alaturka beklentiler olmaya başlamıştı. O dönem annemi kaybetmiştim sonra da tiyatroyu kurdum dolayısıyla çalışmalarımı o alanda yoğunlaştırmam gerekti.
* Dans serüveniniz nasıl başladı?
Ben aslında tiyatroya müzikal ile başladığım için zaten dans ediyordum. Sonra dedim ki; benim bunu yetkinleştirmem gerekiyor, kurallı dans öğrenmem gerekiyor caz, latin gibi... Keyif amaçlı girdim ama tabii vücudumu da kontrol altında tutmam gerekiyordu, danstan daha iyi bir kondisyon çalışması yok. 5 dakika dans ettiğinizde 500 - 600 kalori yakıyorsunuz. Bir dövüş sanatlarında bir de dansta o kadar kalori yakılıyor. Eğitimler almaya başlayınca dediler ki, "Sen neden hoca olmayı düşünmüyorsun?" ben de bu fikre sıcak baktım ve yaklaşık iki buçuk senelik eğitiminin sonunda Milli Eğitim Bakanlığı'ndan dans eğitmenliği diplomamı aldım.
"ÜZERİNE HAKİM OLMADIĞIM HİÇBİR KONUYLA İLGİLİ KONUŞMAM"
* Size baktığımda disiplin görüyorum, bir işle uğraşırken her şeyi kuralına uygun olarak mı yaparsınız?
Evet, disiplinli biriyim. Hayatımda beni tanımlayan en önemli özellik kesinlikle disiplindir. Maymun iştahlı değilim bir şeyi yaparken kafayı takarak yapıyorum. Ben üzerine hakim olmadığım hiçbir konuyla ilgili konuşmam ama "Bilmiyorum" demeyi de bilirim. Her şey yerli yerinde.
"MEZARLIKTA ÇALIŞMA FİKRİ AKLIMIZA GELDİ"
* Bu arada 'Mezarcı' oyununuz hayırlı olsun... Çalışmalar nasıl geçti?
Oyunun yazarı Gazi Tuğrul Ertuğrul benim üniversiteden arkadaşım. Gazi'nin bir oyununu ben 21 yaşında üniversitedeyken oynamıştım. 'Mezarcı'nın teksti de 25 yıl önce yarısından fazlası yazılmıştı. Bu oyunu da üniversitedeyken yapacaktık fakat sonra hayatın yoğunluğu derken kaldı. Ama bizim Gazi'yle samimiyetimiz hiç bitmedi. Çanakkale'de 'Oblomov'un da oynandığı bir tiyatro festivali düzenlenmişti. Gazi de oradaydı 'Oblomov'un ardından geçen sene de 'Fareler ve İnsanlar'ı seyretmeye gelmişti. Sonra bana 'Mezarcı'nın tekstini mail attı "Bunu hatırlıyor musun?" diye ve "Tabii ki hatırlıyorum" dedim ve sonra okuduktan sonra "Neden bunu tarihin tozlu sayfalarına bıraktık, bunu bu sene yapacağız" dedim ve teksti ve çalışmaya başladım. Oyun ölümü ve kaderi anlatıyor. Çalışmalara başladıktan sonra oyunun tahminimden biraz daha zor olduğunu fark ettim. Oyunda mezar taşlarıyla konuşuyorum bu psikolojik olarak zorlayıcı bir süreçti. Sinir bozucu şeyler olabiliyor. Fakat bununla yüzleşmemiz gerekiyordu. Bu süreçte "Nasıl daha etkin, inandırıcı olabiliriz, korktuklarımızla nasıl yüzleşebiliriz?" diye düşündük ve bu mezarlıkta çalışma fikri aklımıza geldi.
* Oyunun çalışmaları ne kadar sürdü?
Genelde tek kişilik oyunlara ben bir buçuk ayda hazırlanıyorum ama 'Mezarcı' oyununun ezberini aşağı yukarı bir buçuk ayda bitirdik. Buna ek olarak 20 günlük bir çalışmadan sonra iki aylık bir süreçte oyunumuz hazır hale geldi.
"HAYATIMIZ NEDEN BU?'YU DÜŞÜNDÜRTMEYE ÇALIŞIYORUZ"
* 'Mezarcı' oyunundan bahsedebilir misiniz? Bu oyunu izlemeye gelen seyircileri neler bekliyor?
Gazi'yle bir araya geldiğimizde oyunun atmosferinin ne olması gerektiğini çok tartıştık. Çünkü burası bir 21'inci yüzyıl imgesel bir yer. İşin en zorlayıcı kısmı da bizim karakter diye gördüğümüz kişi insan değil, insanlığın sesi ve nefesi. Yani bu adam milyonlarca yıl süren insanlık tarihinin sesi ve nefesi. Cismen görünüyor ama aslında o bir sembol. Dolayısıyla o bir enerji sadece aurası olan bir yaratık. Haliyle seyirci geldiğinde acayip bir makyajı olan bir baykuş makyajıyla beni görüyor. Postmodern etkileri olan bir mezarcı kıyafeti, bir zamansızlık olgusunun içinde ve sahne anlayışımızda belli bir dönem anlayışı da yok. Orası dönemsiz ve mekânsız bir yer. Biz de bunun içinde o boşluk duygusunun içinden insanlara "Hayatımız bu, hayatımız neden bu?"yu düşündürtmeye çalışıyoruz. Çünkü sürekli olarak basmakalıp düşüncelerin esiri olmuş bir insanlık hayatı var. Biz bu hayatın içinde aslında şu dilemma ile geliyoruz; hayatımız mı mezarlık ölünce mi gerçekten mezarlıktayız? Belki de hayatımız mezarlık... Aslında oyun tamamen bunu sorgulatma üzerine kurulu ilerliyor. Tabii bu arada ülke olarak çok talihsiz bir deprem faciasıyla karşılaştık. Bizim oyunumuzun adının da mezarcı olması üzerine denk geldi. O süreç bizi psikolojik olarak çok zorladı. Sahnede de zorladı ve oyunun içinde gerçekten acıtasyona hiç gitmeden, seyirciyi rencide etmeden ve aynı zamanda oyunun ana fikrini vererek devamlılığını sağlamaya çalıştık. Biz duygusal insanlarız bu gerçekten çok zor. Yaşananlar nedeniyle biz bir süre oyunun üzerine adını yazmadık. Neyse ki seyircimiz beni, ruhumu tanıyor, ne demek istediğimi anlıyor. Hiç kimseyi kırmadan, yaralamadan oyunumuzun atmosferini vermeye devam ettik ve ediyoruz.
"SANATÇI KENDİYLE YARIŞMAK ZORUNDA"
* Bu projede sizi en çok ne etkiledi? Oyunun hangi özellikleri sizin kriterlerinize uydu?
Ben antikahramanları oynamayı çok seviyorum. Hayatla uyumlu iyi adamlardan ziyade kafası karışmış, uyumsuz karakterleri canlandırmak bana puzzle'ı çözmek gibi geliyor. Bu nedenle karaktere samimiyet duydum. Bir de her oyunumda kendi çıtamı daha yukarı çıkarabilmek ve beni psikolojik, bedensel, ruhsal olarak zorlayabilecek eserlerle kendi sanatımın hamurunu yoğurmaya çalışıyorum. O da benim için büyük bir motivasyon. Çünkü sanatçı kendini yenilemek ve gelişmek zorunda. Sanatçı kendi kendiyle yarışmak zorunda. Dolayısıyla buna da çok hizmet eden ve bu sinerjinin de önemli bir parçası olan bir oyun olduğu için beni aldı. Bir de tabii oyunun yazarının ruhunu o kadar iyi biliyorum ki çok yakın bir dostum olduğu için neyin niye olduğunu, neyin niye yazıldığını tüm anlam katmanlarıyla bildiğim için oyuna odaklanmam da daha kolay oldu.
"HAYATINIZI BİR MEZARLIĞA ÇEVİRMEYİN"
* Oyuna mezarlıkta ve mezarcılarla birlikte çalıştığınızı söylediniz. Oyuna neden mezarlıkta hazırlandınız?
Oyunumuzun çok spesifik bir yönü olduğu için bunun üzerine çok tartıştık. Psikolojik olarak zor olacağını biliyordum ama bunu denemem gerekiyordu. Yüzleşmek çok da rahatlatıcı bir şey değil ama belki de oyunla ilgili bütün o korkular oyun olarak kabul etmeme fayda sağladı. Bir yerden sonra işte o ziyaretlerle birlikte oyun bana oyun gibi görünmeye başladı. Şu an ele aldığımda bir felsefeyi anlattığımı düşünüyorum. Yani orada işte insanlara sürekli ölülerden bahsedip "Ya işte hepimiz öleceğiz ya... İşte hain kader" demek için orada değilim. Açıkçası hepimiz geliyoruz ve gidiyoruz. Hayata kattıklarımızla varız. "Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş" diye çok güzel bir deyiş vardır ya işte bu hoşluklarla, güzel anılarla kalıyoruz. Demek ki oradaki o enerji bir yere gitmiyor. Şu anda mezarlarda gördüğünüz insanlar birçok hayata dokundular ve birçok şey kattılar. Anılarda yaşıyorlar. Bizim oyunumuz da hayatımızın ziyan olmaması üzerine, insanları uyandırmaya çalışıyoruz. Uyanışın oyunu; istediklerinizi yapın, babanızın annenizin empoze ettiğini değil. Hayatınızı bir mezarlığa çevirmeyin.
"OYUNCUNUN ÖDÜLÜ VERDİĞİ MÜCADELEDİR"
* Rusya'da Türkçe oynadığınız 'Bir Delinin Hatıra Defteri' ile Rusya Yalta Anton Çehov Uluslararası Tiyatro Festivali 'Rus Klasiğini En İyi Yorumlayan Tiyatro Ödülü'ne layık görüldünüz, ardından 'Ekin Yazın Dostları Tiyatro Ödülleri'nde 'Oblamov' oyunu ile 'En İyi Erkek Oyuncu Ödülü'nü aldınız. Ödüller yaptığımız işin meyvesidir... Yaptığımız işte ilerlerken o yolu daha keyifli hale getirir ancak son dönemde "Sosyal medyada yüksek takipçisi olan oyunculara rol veriliyor" tartışmasına şahit oluyoruz... Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, ne söylemek istersiniz? Bir oyuncunun başarısı neyle örtüşür?
Şunu net olarak söyleyebilirim bu dediğiniz net olarak doğru. Böyle bir handikap var fakat bunlara kafayı takmak oyuncuya kan kaybettiren bir şey. Bizim sanatımız seyirciyle buluşulan, kalitesini kendi kendine ispatlama gücü olan bir sanat. Kaybedilebilir bir şey de olmadığı için seyirci zaten geldiği zaman sahneye sizin samimiyetinizi, o oyunun hakkını ne kadar verip vermediğinizi görüyor ve zaten cevaben veriyor. Oyuncunun en büyük ödülü o geceki performansının iyi olup olmadığını kendi kendine fısıldadığında "Evet bu akşam iyiydim" dediği andır. Çünkü siz kendinizden o gün memnun değilseniz bin kişi bile sizi ayakta alkışlasa "Bugün yeterince iyi değildim" duygusu size yeter. Oyuncunun ödülü verdiği mücadeledir. O verdiği mücadelenin sonunda o mertebeye geldiği için jüri veya seyirci taktir etmişse bir şekilde ödül ona geliyor.
* Sahnede yüzlerce insanın karşısında oynamak nasıl bir duygu? Ne hissediyorsunuz?
Kozmik bir duygu. Bazen oyun bittikten sonra kendime "Bunu yapan ben miydim?" diye çok soruyorum. Çünkü trafo vari bir enerjiye kapılıyorsunuz ve sonra başka bir yaratık çıkıyor içinizden açıkçası. Kendi dünyanıza döndüğünüzde "15 dakika önceki neydi?" gibi bir soru oluyor.
Oyun öyle bir mekanizma ki seyircinin o geceki zeka durumu, algı yüksekliği dahil olmak üzere enerjisini alıyorsunuz ve oyununuzu ona göre hafif yorum farklılıklarıyla seyirciyi içine almak için şekillendirmeniz gerekebilir. Çünkü her seyircinin algısı aynı olmuyor. Ve onu da birkaç dakikada hissedip o gecenin belki de çok kolay olmayacağını o seyircinin oradaki algıyla ilgili çözümlemeyle ilgili sorunlar yaşayabileceğini analiz edip o karakteri oynamaya devam ediyorsunuz.
* Oyunculuğun sizi besleyen tarafları neler?
Bir kere hafızamı çok canlı tutuyor. Çok fazla ezber yapıyorum bir de ben 3 başrol oynuyorum ve 'Bir Delinin Hatıra Defteri'nde 1 saat 40 dakika boyunca 10 dakika ara dışında durmaksızın tek kişi oynuyorum. 'Fareler ve İnsanlar'da arayı saymazsanız 3 saat sahnedeyim. 'Mezarcı'da yaklaşık 1 buçuk saat ara vermeksizin sahnedeyim ve aynı zamanda bu oyunu yönetiyorum. Dolayısıyla bir yönetmen olarak kaydedildiği zaman kendimi de izliyorum. Bazen oyunun içindeyken bütün sekansları oynayarak gözden geçiriyorum. Beyin ve zeka üzerine durmaksızın inanılmaz bir jimnastik bu. İki tarafı da fiziksek olarak hazır tutmak zorundasınız yoksa bu oyunları oynamaya kondisyonunuz yetmez. Kondisyonunuz iyi değilse istediğiniz kadar yeteneğiniz olsun malzeme işlemediği zaman olmaz. Laçkalaşmak gevşemek gibi şansınız hiç yok.
"TİYATROYU MAĞAZADA ALIŞVERİŞ OLARAK GÖRÜYORLAR"
* Türkiye'de tiyatro size göre ne durumda? Yıllar içerisinde izleyici sayısı arttı gibi görünüyor. Siz bu artışı yeterli buluyor musunuz?
Bizim ülkemizde sanat Atatürk'ün vefatından sonra hiçbir zaman hak ettiği yere gelemedi. Hiçbir zaman ülkemizde sanat yükselen bir değer olarak kabul edilmedi. Biz kültürle ciddi entegrasyon sorunu olan bir milletiz. Eskiden ağabeylerimizin çok fazla mücadele verdikleri dönemde hükümet yardımı da yoktu. Ve sürekli bizim sanatımız iki kalas bir heves üzerinden değerlendirdiği bir dünya dönüyor. Orada sıfırdan bir sentetik gerçeklikle 3 saat boyunca insanlara olmayan bir şeyi inandırıyorsunuz. Aslında akıllara zarar bir iştir bizim işimiz. Yani bir yalan söylüyorsunuz ve o yalana o kadar çok inanarak söylemek zorundasınız ki 500 kişi, o yalana ağlayarak ve gülerek izliyor. Çok katmanlı bir iş. Dünya kültürü önünde devletlerin çok gerisinde kalıyorsunuz bunda yurt dışında turne yaptığımda mukayeseli olarak biliyorum. Ben Rusya'da oyunu bitirdiğimde 200 kişi imza almak için kuyrukta bekliyor oluyor. Burada da oyunun ortasında yürüyenler çıkanlar, patlamış mısır yiyenler kahve içenler falan filan... Tiyatroyu mağazada alışveriş gibi görüyorlar "Aa ben bu dükkandan bakacağımı baktım şimdi çıkayım" diyen gibi insanlar var. Ee bu insanlar oyuncuların konsantrasyonunu bozuyor. Bu korkunç bir şey.
Fakat Türk tiyatro seyircisi bu kadar kötü değildi onu da söyleyeyim. Tamam biz çok sanata meraklı bir millet değiliz ama Türk tiyatro seyircisi tiyatroya ve tiyatrocuya saygı duyan gerçekten edebiyle adabıyla oturmayı bilen bir seyirci bu da kayboldu. Şu an bir kalabalık var ama o kalabalık nasıl bir kalabalık? Homojen bir kalabalık o. Yani çok sağlıklı bir kalabalık mı tartışılır ve şehirden şehre göre de değişiyor. Örnek vermek gerekirse Ankara'nın seyircisi gerçekten çok kaliteli ve çok saygılı. İstanbul'da şöyle bir his var seyircide; eğlencenin her türlüsü zaten elimizin altında zaten bu da bir eğlence ve bizi eğlendirsin gibi... Ayrıca bir kısım seyirci var şöhretlerden imza almaya oraya geliyor. "Ben sosyal medyada meşhur olan birinin oyununa gittim" demek için geliyor bunun sanatla manatla alakası yok. "Biz de oradaydık" demek için yapılan bir şey. Şimdi öncelikle bu gerçekle yüzleşilmesi lazım.
"İNSAN ENGELLERİ BEYNİNDE KENDİ YARATIR"
* Başardığınız en zor şey neydi?
İnsan engellerini beyninde kendi yaratır. İstediği zaman insanın yapamayacağı hiçbir şey yoktur. İrade çok önemlidir. Eğer toplumun size empoze ettiği ve "Yapamazsın" dediği şeyleri kendinize yol haritası seçerseniz ki bu insanların sınırıdır sizin sınırınız değildir. Onlar aslında kendi yetersizliklerini size sürekli empoze ederler ki onlardan daha ileriye gitme cesaretiniz olmasın diye. Bunu yakınlarınız da akrabalarınız da yapar. Bu bir gerçektir. Sınırları kendi beyninin sınırlarıdır, insan çok güçlüdür.
* Sizin dönüm noktanız nedir?
Kaybettiğimizi düşündüğümüz anlar vardır. Ama aslında biz sıfırdan başlamıyoruz ki büyük bir tecrübenin üzerine tuğlaları tekrar dizmeye başlıyoruz. 27-28 yaşımda 'Bir Delinin Hatıra Defteri'ni oynamaya başladım ve benden önce Genco Erkal oynamıştı ve oyunu da efsaneydi. Benim başladığım dönemde de "Nasıl sen böyle bir şeye kalkışıyorsun, sen mi yapacaksın" gibi bir sür saçma sapan pasifize edici sesle karşılaştım. Sonra ben onun İngilizcesini de oynadım. Yani ben 'Bir Delinin Hatıra Defteri'nin İngilizcesini de oynayabiliyorum. Şimdi şöyle bir şey var insanların size sınırlar koymasına izin vermemeniz lazım. Kim olursa olsun; anne, baba veya kardeş fark etmiyor. Bu basma kalıp saçmalıklardan kendinizi kurtarmanız gerekiyor. Bizim toplumumuzda kaderci de demek istemiyorum ama tatsız garabet bir durum var. Dolayısıyla ben oynadığım dönemde gencecik yaşımda parayla basından adam tutulup beni arka plana atmaya gelen de oldu. Ancak ben onlara gereken cevabımı performansımla verdim. Eğer ki ben o zaman sarsılsaydım bugün bunları yapmış olmazdım. Bir ikincisi de herkesin çakrasının ne zaman açılacağı belli olmaz. Öyle bir satürasyon noktası vardır ki bir yere kadar bir şey olmuyor gibi görünür sonra bir olur hiç kimse sizi tutamaz. İnsan beyninin bir şeyi absorbe etmesi ve onu dönüştürüp gerçek bir patlamaya doğru ne zaman nasıl yönlendireceği belli olmaz. Onun için de o kaynama noktasını beklemeniz gerekiyor. Kimi 15 yaşında olur kimi 60'ında olur onu bilemezsiniz.
*Siz kaç yıldır sahnedesiniz?
23 yıldır sahnedeyim.
"OYUNCU HAMUR GİBİDİR, HER ŞEYE AÇIK OLMALI"
* Bu sektörde yer almak isteyen oyuncu adaylarına ne önerirsiniz?
Eğitim. Bunun konservatuvar olması gerekmiyor. Bir sürü güzel okullar var ancak konservatuvar olursa da güzel olur. Bu uzun masal gibi bir yol. Oyunculuk bir süreç. Senin üzerine bir kostüm dikiyorlar "Hadi" diyorlar "Hayat artık senin..." işte oyunculuk orada başlıyor. Oyunculuk eğitimde konserve edilmiş bir biçimde 4 senede yaptığınız parçalar, çıkardığınız oyunlar aldığınız eğitimler sizi hemen oyuncu yapmıyor. Oyunculuk oynaya oynaya olur. Mutfakta pişmek gerekiyor. Eğitim dışında ise okumak; sanat, kültür okumak, dünyayı, bilimi bilmek. Oyuncu, hamur gibidir her şeye açık olmalı ve dünya üzerindeki her şeye açık olması lazım. İyi bir oyuncu olmak istiyorsan önce iyi bir entelektüel olman lazım. Dünya üzerindeki edebiyat, sanatın diğer kolları; bilim, resim, heykel, politika... Hiç politika bilmeyen bir oyuncu olur mu? Dünya tarihini bilmeyen bir oyuncu olur mu?
* Şimdiye kadar mesleğinize dair pes ettiğiniz veya geri çekilmeyi düşündüğünüz bir dönem oldu mu?
Etrafımdaki insanların canımı sıktığı tatsız dönemler çok oldu oldu tabii ama hiçbir zaman pes etmedim. Çünkü bu işin içinde bir sürü esnaf kafalı adamla da bir arada oluyorsunuz. İşin aslında orjinini üreten sizsiniz ama sonuçta buluştuğu noktada bir ticari nesneye dönüştükten sonra da fırsatçı ve tamamen hedefe dönük kolaycı bir zihniyetle karşılaştığınız zaman sizin ödediğiniz bedelle sinirleriniz bozuluyor. Dünyada da var bu... Sanatınızda gerçekten özgür olmak istiyorsanız biraz bildiğinizi okumak zorundasınız. Ama tabii ki de güvendiğiniz kafaları da dinlemeniz gerekiyor. Çünkü siz inandığınız yaparak gelişirsiniz empoze edileni değil.