Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Evde seyredebileceğiniz 15 aksiyon filmi
        1

        HER ŞEY HER YERDE AYNI ANDA (2022)
        (Everything Everywhere All at Once)

        Filmin hikâyesi, ‘bedenlerin paralel evrenler arasındaki hızlı yolculuğu’ fikri üzerinden şekilleniyor ve olaylar tam da filmin adındaki gibi ‘her şeyin her yerde aynı anda’ olup bittiği sonsuz olasılıklara dayalı evrenler arasında geçiyor. Paralel evrenler arasındaki anlık yolculukları, hızlı geçişleri bir yana bırakırsanız film, sofistike ve karmaşık bir nitelik taşımıyor aslında. Tam aksine, tanıdık, duygusal bir aile öyküsü anlatıyor. Özünde her şey, üç kuşak arasındaki çatışmalar ve heyecanını kaybetmiş bir evlilikle ilgili... Dövüş sahneleri, aksiyon, romantik komedi ve absürt mizahı da unutmayalım. (Netflix)

        2

        DA FIVE BLOODS (2020)

        Yıllar sonra Vietnam’a dönen 4 eski Amerikan askeri, sadece savaşta kaybettikleri arkadaşlarının cenazesini değil toprağın altına gömdükleri altın dolu sandığı da ararlar. Geçip giden yıllar her birini farklı şekilde etkilese de savaş hiçbirinin zihninde tam olarak bitmemiştir. Altına kavuşma arzusu onları beklemedikleri başka bir savaşa doğru sürükler. Savaş ve aksiyon filmi olarak seyircilerin beklentilerine yanıt vermeyi bilen filmin, politik altmetinleri itibarıyla Vietnam Savaşı ve ABD’deki ırk ayrımcılığı üzerine bir metaforlar dizisi olduğu söylenebilir. Usta yönetmen Spike Lee’nin film boyunca araya girdiği belgesel çekimler ve fotoğraflar, Vietnam Savaşı’nın somut gerçekliğini sürekli aklımızda tutmamızı sağlıyor. Lee, Vietnam Savaşı’nda geçen geçmişe dönüş sahnelerinde ise 1970’lerden kalma bir film izlediğimiz duygusunu vermek için özel bir teknik kullanıyor. Flash-back sahnelerde gerçeklik hissini kıran en yadırgatıcı uygulama ise filmin dört ana karakterinin yaşlılık halleriyle karşımıza gelmesi… Spike Lee, günümüzde geçen savaş sahnelerinde ise gerçekçi bir tarzdan ziyade video oyunlarındaki grafik estetikten esinleniyor. (Netflix)

        3

        JOHN WICK 3 (2019)
        (John Wick: Chapter 3 – Parabellum)

        İlk filmde Rus, ikincisinde İtalyan mafyası vardı karşısında. Burada ise suç dünyasının Yüksek Şûra’sıyla karşı karşıya... John Wick (Keanu Reeves) bu kez evine gidemiyor bile. Çünkü üçüncü film, ikinci filmin bittiği yerden; yani, John Wick'in Santini'yi öldürdüğü Continental Oteli'nden kaçmasıyla başlıyor. Öyle bir yerde Santini gibi birini öldürmek, Yüksek Şûra'nın asla affedebileceği bir şey değil. İşte bu yüzden, John Wick sahip olduğu tüm imtiyazlardan mahrum bırakılıyor; hakkında 14 milyon dolar ödüllü ölüm emri çıkarılıyor ve aksiyon anında başlıyor. Aksiyon, dövüş ve şiddet konusunda önceki filmleri aratmayan yönetmen Chad Stahelski, görsel atmosferi itibarıyla yine stilize bir film çekiyor. Stahelski, dövüş sahnelerinde göze hoş gelen bale benzeri koreografiden ziyade sertlik ve şiddet dozunu yüksek tutan bir mizansen tercih ediyor. Dövüş seyretmeyi sevmeseniz dahi sahnelerin tasarımı, düzenlenmesi, aydınlatması ve renk paletleri damakta bir sinema tadı bırakıyor. (Prime Video)

        4

        TRIPLE FRONTIER (2019)

        ‘Oyunun Sonu’ (Margin Call), ‘Sona Doğru’ (All is Lost), ‘A Most Violent Year’ gibi senaryosunu kendi yazdığı filmlerle tanınan yönetmen J.C. Chandor, bu kez Mark Boal’un 10 yıl boyunca Hollywood’un gündeminde olan ama bir türlü çekilemeyen senaryosuyla geliyor karşımıza. Film, Güney Amerikalı uyuşturucu baronunu soymaya çalışan bir grup eski özel kuvvet askerinin öyküsünü anlatıyor. Oscar Isaac, Ben Affleck, Charlie Hunnam, Garrett Hedlund ve Pedro Pascal gibi oyuncuları bir araya getiren ‘Triple Frontier’, özellikle aksiyon ve gerilim açısından tatmin edici bir film… Chandor’un önceki işlerine göre karakterlerin yeterince iyi ele alınamadığı film, Türkiye dahil birçok ülkede salonlarda gösterime girmeden, Netflix üzerinden seyircilerle buluşmuştu. Netflix’in orijnal içerikleri arasındaki en iyi aksiyonlardan biri. (Netlix)

        5

        ÖRÜMCEK ADAM: ÖRÜMCEK EVRENİNDE (2018)
        (Spider-Man: Into the Spider-Verse)

        New York'ta yaşayan genç sanat okulu öğrencisi Miles Morales, paralel evrenlerden gelen başka süper kahramanlarla birlikte, dünyayı Kingpin'in korkunç planlarından kurtarmaya çalışır. “Beyaz adam ağırlıklı süper kahraman filmi modeli”ni yıkıp, yerine beyazların merkezde yer almadığı, çok kültürlülüğe kapı açan bir süper kahraman filmi… Film, hiç kimsenin doğuştan mükemmel olmadığını, süper kahramanlığın öğrenilemeyeceğini, ancak hissedilerek, içten gelen dürtülerle yapılabileceğini söylüyor. Süper kahramanlığın en önemli özelliğinin süper yeteneklerden ziyade sorumluluk duygusu olduğunun altını çiziyor. Bob Persichetti, Peter Ramsey ve Rodney Rothman'ın yönettiği filmde kendinizi bir resimli romanın içinde dolaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Animasyon tekniği açısından yenilikçi ve yaratıcı bir film. (Netflix)

        6

        TAM GAZ (2017)
        (Baby Driver)

        Öykü, sevdiklerini kaybetme korkusuyla son bir işe girmeye mecbur kalan temiz kalpli genç Baby'nin kötülere karşı verdiği mücadele üzerine kurulu... Baby’nin kötülüğe karşı tek yapabildiği otomobil sürmek, müzik dinlemek ve her şeyi geride bırakıp kaçmak… Seyir keyfini artıran unsurlardan biri, Baby’nin dinlediği şarkılar... Soul, rythm & blues ağırlıklı olarak başlayan, rock akorlarına ve elektronik tınılara kadar uzanarak geniş bir yelpazeye yayılan şarkılar filmi şıklaştırıp aksiyona kıvam verirken, Baby'nin kişiliğini ve hayalgücünü de yansıtıyorlar. Filmi zenginleştiren ince mizahı da ihmal etmeyelim. Mizah Baby’nin kişiliğiyle suç dünyasının karanlığı arasındaki tezattan kaynaklanıyor. Öykü vasat olsa da oyuncuların ciddiyeti, şarkıların güzelliği ve yönetmen Edgar Wright’ın masa başında çok iyi planlayıp, şahane şekilde çekip kurguladığı birbirinden güzel otomobil takip sahneleri sayesinde “Tam Gaz”, su gibi akıp gidiyor. (Netflix)

        7

        DİRİLİŞ (2015)
        (The Revenant)

        Alejandro G. Inarritu'nun yönetmenliğiyle öne çıkan film, sadece vahşi doğayı değil Batı medeniyetinin Amerikan yerlilerinin topraklarına getirdiği vahşeti de anlatıyor. “Diriliş”i çarpıcı ve etkileyici kılan asıl özelliği anlatımı... Inarritu, yerlilerin ani baskın sahnesinden başlayarak nefes kesici sahnelere imza atıyor. Glass'ın uyurken yerlilerin saldırısıyla uyanıp atına atlayıp kaçtığı ve sonra bir uçurumdan düştüğü sahne de mükemmel. Inarritu'nun başarısının sırrı; savaş, takip, dövüş ya da ayının saldırısı gibi sahneleri, olayların göbeğindeki hareketli bir kamerayla uzun planlar halinde çekmek… Hızlı kurgunun ritmini boş veriyor ve mizansenle oyuncunun enerjisini kamera hareketiyle birleştiriyor. Kamera, karakterlerin yanından pek ayrılmıyor; hatta bazı kritik sahnelerde burunlarının dibine giriyor. Öyle ki birkaç çekimde objektifin camı oyuncuların nefesiyle buğulanıyor ve bu durum, tuhaf biçimde her şeyi daha da gerçekçi kılıyor. (Netflix)

        8

        HIZLI VE ÖFKELİ 5: RİO SOYGUNU (2011)
        (Fast Five)

        ABD'den Rio'nun yoksul mahallelerine sığınan kahramanlarımız dahil oldukları bir iş nedeniyle şehrin en belalı adamının hedefi haline geliyorlar. Ama av konumunda kalmaktansa, çılgın bir planla, karşı saldırıya geçmeye karar veriyorlar. “Hızlı ve Öfkeli 5”, ekibin toplanması, plan ve hazırlık dönemleriyle soygun filmlerinin şemasını takip ediyor. Polis dahil tüm Rio'yu kontrol eden mafya patronu, bir diktatör gibi çiziliyor. Kahramanlarımız ise yerel halk desteğiyle harekete geçen Amerikalı kovboylara benziyor. Rio'nun yoksul bölgelerinin tekinsiz atmosferini, inişli çıkışlı dar sokaklarını, çatılarını filmin öyküsüne çok iyi yerleştiren yönetmen Justin Lin, aksiyon konusunda seyirciye beklediğini fazlasıyla veriyor. Finale doğru, film Rio'nun geniş caddelerine açıldıkça, çatışma, patlama ve kovalamaca sahneleri de zirveye çıkıyor. Sonuç olarak serinin beşinci filmi, güzel kızları, hızlı otomobilleri, esprili diyalogları, “cool” erkekleriyle bol miktarda adrenalin içeren bir aksiyon sineması örneği. (Prime Video)

        9

        KING KONG (2005)

        Birçok King Kong uyarlamasının aksine 1933'teki ilk filmin hikâyesine sadık bir yeniden çevrim... Film, goril ile Ann (Naomi Watts) arasındaki ilişkiye odaklanarak sadece King Kong'a değil, “Güzel ve Çirkin” öyküsüne de yeni bir yorum getirdi. Daha önceki filmlerin aksine yalnızca Kong'un sarışına duyduğu saplantılı aşk değil, sarışının Kong için hissettikleri de işlendi... Dev goril, “performans yakalama tekniği” ve Andy Serkis'in katkısıyla daha önce hiçbir filmde olmadığı kadar gerçekçi ve duyarlı bir biçimde anlatıldı. (Netflix)

        10

        KILL BILL (2003-2004)

        “Vol.1” ve “Vol.2” başlıklarıyla iki ayrı bölüm halinde yaklaşık 6 ay arayla gösterime girmiş olsa dahi özellikle bu tür seçkilerde tek film olarak kabul ediliyor. Sonuçta, tek bir ana karakterin hikâyesini anlatan, toplam 4 saat 8 dakikalık bir film. Hikâye, Uma Thurman'ın oynadığı Gelin karakterinin, Bill ve eski çetesinden aldığı intikam üzerinden şekilleniyor. Gelin, yıllar önce düğün törenini basarak davetliler dahil herkesi öldüren çete mensuplarıyla tek tek hesaplaşıyor. Tarantino hesaplaşma sahnelerinin tümünü birbirinden farklı anlatım stilleriyle çekiyor. Hong Kong ve Japon usulü dövüş filmlerinin yanı sıra western esintileri de var filmde. Japon mangası tarzında animasyon bir bölümün de yer aldığı film, 1970'lerin dövüş filmleri geleneğine saygı duruşu niteliği taşıyor. Tutkuyla çekilmiş baş döndürücü bir sinema gösterisi... (Netflix)

        11

        ÖRÜMCEK ADAM 2 (2004)
        (Spider-Man 2)

        Sam Raimi’nin ellerine teslim edilen Örümcek Adam üçlemesinin ilk filminde Peter Parker (Tobey Maguire), ergenlik sancılarını bir süper kahramana dönüşerek aşar. İkinci filmde ise kahramanlığın mutluluğa giden yol olmadığını anlar. Tam aksine daha çok sorun ve sorumlulukla karşı karşıyadır. Doktor Otto Octavius (Alfred Molina) gibi güçlü bir rakiple savaşmak zorundadır. Üstelik sevdiği kız Marie Jane (Kirsten Dunst), yakın arkadaşı Harry (James Franco) ve toplumla arası hiç iyi değildir. Sorunun büyük oranda yine kendisiyle ilgili olduğunu keşfeder, varoluş sorunlarıyla yüzleşir. Her şeyden önce yine kendi zaaflarını aşması gerektiğinin farkındadır… İyi bir aksiyon filmi olmanın ötesinde psikolojik boyutuyla tüm zamanların en iyi süper kahraman öykülerinden biri. (Prime Video)

        12

        GEÇMİŞİ OLMAYAN ADAM (2002)
        (The Bourne Identity)

        Balıkçılar Jason Bourne'u (Matt Damon) bulduklarında hafızasını kaybetmiş, masum yüzlü, gizemli bir adamdır. Önce kas hafızası yerine gelir. Yakın dövüşte ve silah kullanmada mükemmel olduğunu fark eder; adeta canlı bir ölüm makinesidir. Öykü ilerledikçe derin devletin kirli işlerinde kullanılmış bir CIA tetikçisi olduğu ortaya çıkar. Ama bir noktadan sonra bağımsızlığını ilan eder ve kendi hesabına çalışmaya başlar. Robert Ludlum'un romanından sinemaya uyarlanan Bourne serisinin ilk filmi, derin devlete savaş açan bağımsız ve isyankâr bir casusun hikâyesini anlatarak dönemin ruhunu yakalar. Yönetmen Doug Liman aksiyon sahnelerinde bilgisayar kökenli özel efektlere mümkün olduğunca yer vererek gerçekçi bir filme imza atar ve serinin genel estetik çerçevesini başarıyla oluşturur. (Prime Video)

        13

        PRENSES MONONOKE (1997)
        (Mononoke-Hime)

        Japonya’nın geçmişinden gelen bu fantastik hikâye, köyünü kötü bir varlığa karşı korurken sağ kolu lanetlenen Prens Ashitaka’nın macerasını anlatıyor. Lanet ona insanüstü güçler verse de içten içe yiyip bitiriyor. Ashitaka, laneti kaldırmak için batıya doğru yola çıkıyor. Animasyon ustası Japon yönetmen Hayao Miyazaki’nin yazıp yönettiği film, Japon halk hikâyeleriyle fantazi öğelerini çevreci temalarla bir araya getiriyor. Filmin dönüm noktası, Prens Ashitaka’nın hayvanların lideri olan ve kurtlar tarafından yetiştirilen Prenses Mononoke’yle karşılaşması ve ona âşık olması… Mononoke'nin doğal dünyayı insanlığın aç gözlülüğünden kurtarmak için verdiği mücadele, sadece Ashitaka'yı değil, bizi de etkiliyor. Feminist alt metinlere sahip film, doğa ve hayvan sevgisini fantezi ve macerayla birleştiriyor. Gösterime girdiği yıl, Japonya’da gişelerde “Titanic”i dahi geçen bir film olmuştu. (Netflix)

        14

        SİYAH GİYEN ADAMLAR (1997)
        (Men in Black)

        Mizah ve aksiyonun bilimkurguyla birleştiği eğlenceli bir seyirlik… K (Tommy Lee Jones), ekibe yeni katılan J (Will Smiht) ile birlikte, gezegenimizde yaşayan yüzlerce uzaylı türünü kontrol altında tutan gizli bir devlet biriminde çalışır. Uzaylılar, mülteci ve göçmenleri andırırlar. Tek farkları, hafıza silme teknolojisi nedeniyle insanların uzaylılardan habersiz olmasıdır... Hollywood’un, mizahı özgür bıraktığı büyük bütçeli aksiyon filmlerinden biri. Özellikle yaratıklar çok eğlenceli… Barry Sonnefeld’in yönettiği film, genellikle serinin en iyisi olarak anılır. (Prime Video)

        15

        TERMİNNATÖR 2: MAHŞER GÜNÜ (1991)
        (Terminator 2: Judgment Day)

        Düşük bütçeli ilk filmin başarısı üzerine yönetmen James Cameron, “makine–insan çatışması” temasını daha da derinleştirdi. İlk filmin, Arnold Schwarzanegger tarafından canlandırılan robotu Terminatör, artık iyilerin yanındaydı ve insansı özellikler kazanarak duygusallaşıyor, fedakâr bir kahramana dönüşüyordu. T-1000 ise olağanüstü dönüşüm yeteneğiyle çok güçlü, ürpertici bir robottu ve makinelerin korkunç yüzünü temsil ediyordu. Çağının ötesine geçebilen özel efektleri ve Linda Hamilton’ın oynadığı Sarah Connor karakteriyle de hafızalarda yer edinen ‘T2’ sinema tarihinin en iyi bilimkurgu aksiyonlarından biri… (Netflix)

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ