Kubilay Aka: Fenerbahçe'ye karşı büyük bir sorumluluğumuz var
Fenerbahçe'nin Kurtuluş Savaşı'ndaki rolünü beyazperdeye taşıyan 'Zaferin Rengi'nde Kubilay Aka; Galip Kulaksızoğlu'nu, Yılmaz Adam Bayraktar ise Atatürk'e Samsun vizesi veren İngiliz Yüzbaşı John Godolphin Bennett'i canlandırdı. Aka ile Bayraktar, Habertürk'e verdikleri röportajda, filmde hem Kurtuluş Savaşı ile Fenerbahçe'nin işlenmesi hem de tarihi kişileri canlandırmalarından dolayı ağır bir sorumluluk üstlendiklerini belirterek; kendilerine duyulan güvenden gurur, ortaya çıkan filmden dolayı da oldukça mutlu olduklarını dile getirdi
Atılan her gol, kurşun... Tutulan her top, vatan müdafaası...
Fenerbahçe'nin Kurtuluş Savaşı'nda Kuvâ-yi Milliye'ye gerek silah ve cephane sağlamasıyla, gerekse işgal kuvvetlerinin takımlarıyla yaptığı maçları kazanarak verdiği moralle Kurtuluş Savaşı'na olan etkisi 'Zaferin Rengi' adlı sinema filmiyle beyazperdeye yansıtıldı.
İSTANBUL'UN İŞGALİ SIRASINDA YAŞANANLAR
Hikâyesi; İstanbul'un işgal edildiği 1918 - 1923 arasında geçen 'Zaferin Rengi'nde efsanevi Fenerbahçeli Galip Kulaksızoğlu'nu; Kubilay Aka, Mustafa Kemal Atatürk'e Samsun'a gitmesi için vize veren işgal kuvvetleri komutanlarından Yüzbaşı John Godolphin Bennett’i ise Yılmaz Adam Bayraktar canlandırdı.
Biri; Fenerbahçe çatısı altınta Türklere umut verdi. Diğeri; Atatürk'e vize verdi.
Abdullah Oğuz'un yönettiği 'Zaferin Rengi'nde Kubilay Aka ile Yılmaz Adam Bayraktar'a şu oyuncular eşlik etti;
Gülper Özdemir... Peyker
Nejat İşler... Sabri Toprak
Timuçin Esen... Topkapılı Cambaz
Yiğit Özşener... Mustafa Kemal Paşa
Gonca Vuslateri... Vera
Birce Akalay... Halide Edib Adıvar
TARİHİ MAÇIN HİKÂYESİ DE ANLATILDI
'Zaferin Rengi'nde aynı zamanda Fenerbehçe'nin İngiliz karma takımıyla yaptığı ve geri dönüşle kazandığı tarihi 'General Harington Kupası' maçı da yer alıyor. Galip Kulaksızoğlu'nun teknik direktörü olduğu maçı, Fenerbahçe; Zeki Rıza Sporel'in attığı iki golle 2 - 1 kazanarak kupayı müzesine taşıdı.
Kubilay Aka ile Yılmaz Adam Bayraktar, Habertürk'ten Mehmet Çalışkan'a verdikleri röportajda filmde hem Kurtuluş Savaşı ile Fenerbahçe'nin işlenmesi hem de tarihi kişileri canlandırmalarından dolayı ağır bir sorumluluk üstlendiklerini belirterek kendilerine duyulan güvenden gurur, ortaya çıkan filmden dolayı da oldukça mutlu olduklarını dile getirdi.
"İLK BAŞTA KARŞI ÇIKIYOR AMA..."
'Zaferin Rengi'nde Yüzbaşı John Godolphin Bennett’i canlandırdınız. Yüzbaşı Bennet, kimdir?
Yılmaz Adam Bayraktar... İngilizler, İstanbul’u işgal ettiği dönemde orada çalışan İngiliz istihbaratçı... 1918’den 1923'e kadar İngiltere’ye hizmet etmiş bir asker. Aynı zamanda Samsun’a gidebilmesi için Atatürk’e vize veren asker... İlk başta karşı çıkıyor, orada bir şeylerin doğru olmadığını hissediyor. Kendi generaline gidiyor, durumu anlatıyor, "Otuz kişilik rütbeli yüksek askerler birlikte bir yere gitmek istiyorlar, burada bir şey var" diye bir şey seziyor. Generali; “Olsun, boş ver. Yolla gitsin” diye vizeyi veriyor. Biraz alçakgönüllülük de var ama olaya “Gitsinler bari, ne olabilir ki?” diye bakıyor.
"BENİ GERÇEKTEN BÜYÜLEDİ"
Siz de Fenarbahçe'nin efsanevi başkanı teknik direktörü ve futbolcusu Galip Kulaksızoğlu’nu canlandırdınız. Kim olduğunu sizden dinleyelim...
Kubilay Aka... Galip Kulaksızoğlu, Fenerbahçe’nin kurucu kaptanlarından, teknik direktörlerinden ve futbolcularından biri. Formalardan, toplara kadar malzeme sağlayan, futbolculara çok yardım eden biri. Takımın ağabeyi, babası gibi... Yeri geldiğinde onlara hep sahip çıkan bir adam... Çok mücadeleci, kazanma arzusuyla yanıp tutuşan biri... Ne yazık ki Galip Kulaksızoğlu hakkında elimizde çok az done var. Kulüp binamız yandığı için aslında benim de oynarken kullanabileceğim, hakkında yazılan şeyler ne yazık ki yanmış. Haklarında hiçbir şey duymadığımız insanların sayesinde bu topraklarda yaşıyoruz. Oynarken de bu, beni çok etkiledi. Ve Galip’in geriye tek bir izi kalmadan yaptığı her şey, beni gerçekten çok büyüledi. Galip, dört sene boyunca I. Dünya Savaşı’nda savaşıyor, geliyor, takımın başına geçiriliyor ve tekrar oynuyor. Sonra ‘General Harington Kupası’nda teknik direktör olarak yer alıyor ve İngilizlere karşı bir şekilde bir umudun simgelenmesindeki en büyük temel taşlardan biri oluyor. Çok özel, çok güzel bir karakter. Ben de onu oynadığım için, bu işin içinde yer aldığım için çok mutluyum.
"OYUNCUSU OLMASAYDIM ÇAYCISI DA OLURDUM"
Kurtuluş Savaşı üzerine yeterli sayıda olmasa da filmler üretildi. Fenerbahçe’nin kurtuluş mücadelesine katkısı üzerine ilk kez bir film çekildi. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Teklif geldiği zaman neler hissettiniz ve filmin hangi özellikleri sizi özellikle etkiledi?
Kubilay Aka... Dediğiniz gibi böyle filmler çok yapıldı ama bir futbol filmi hiç yapılmadı. Yurt dışında da ‘Gol-1’ ve ‘Gol 2’ dışında örneği yok. Fenerbahçe açısından, futbolcular açısından umudu simgelemişiz. Münir Nurettin Selçuk da o dönem bir şarkı yaparak askerleri destekliyordu. O dönem herkes bir Milli Mücadele içerisinde olduğu için herkesin bir savaşı vardı. Aynı zamanda herkesin bir direnişi de vardı... Fenerbahçe; yüz sene sonra da tertemiz kalan tek direnişçi takım. O yüzden bu projede oyuncu olmasaydım, asistanlık dâhi yapmak isterdim. Çay getirip - götürürdüm, hiç dert değildi... Bu kadar güzel yansıtılmış bir senaryoda bir Milli Mücadele var ve buna ilk kez hiç bakmadığımız bir açıdan bakıyoruz. Bu halka umut lazım. Ve insanların günümüzde unuttuğu şeyler var. Belki unutmadığı ama tekrar hatırlayıp mutlu olacağı şeylerin hepsi bu filmin içerisinde var. Aşk da var, savaş da... Direniş de var, futbol da... Fenerbahçe de var, Galatasaray da... İngiliz takımları da var. Fenerbahçe, o dönem yapılan maçların hepsini çok büyük galibiyetlerle kazanmış ve insanlara gerçekten umudu simgelemiş. Sadece futbolda değil, boksta, kürekte, her şeyde yenmişler ve gerçekten halk yürekten desteklemiş ve mutlu olmuş. Bu, o zaman İngilizlere karşı kazandıkları tek zafermiş.
"ZEKÂSI DA ÇOK GÜÇLÜ"
O açıdan da Kurtuluş Savaşı'nda insanlara verdiği umut çok önemli... Teklifi kabul etmenizde en önemli unsurlar neler oldu? Yılmaz Bey, bu arada Yüzbaşı Bennet'e ikiz kardeşi kadar benziyorsunuz...
Kubilay Aka... Futbol hiçbir zaman sadece futbol olmuyor. Birçok şeye sebep oluyor. Yiğit ağabey (Özşener) söyledi, çok da güzel söyledi; “Resimle de, müzikle de, heykelle de direnebilirsin. Futbolla da direnebilirsin, her şeyle direnebilirsin.” Önemli olan bir umut, bir simge... Bizi harekete geçirecek tek bir motivasyon. O dönem Halide Edib Adıvar, Münir Nurettin Selçuk var... Sayamadığım birçok isim var ve bu isimlerin hepsi bir şekilde o Milli Mücadele'ye, direnişe kendi taraflarından yardımcı olmuşlar. Biz de bir futbol kulübü tarafından görüyoruz ve bu futbol kulübü hiç değişmedi.
Yılmaz Adam Bayraktar... Bazıları beni, Başkanımız Ali Koç’a benzetiyor. Herkese bir benzerliğim var galiba... Gerçekten de öyleydi. Teklifi aldığımda tam Berlin’e gitmek üzereydim ve o esnada Yüzbaşı Bennet'in fotoğrafını gördüm ve "Bu benim on yıl evvelki hali" dedim. Karakter analizi ve senaryoyu okuduğumda da beni tam olarak yakalayan şeyler. Kubilay’ın da anlattığı gibi; bu filmde gerçekten aşk var, tarih var, spor var, Atatürk var, Halide Edib Adıvar var...
Kubilay Aka... Şu da çok etkileyici; Fransız var, İngiliz var, Levanten var, Rum var... Yurt dışından da çok izlenebilecek bir filmden bahsediyoruz. Çünkü diller konuşuluyor, müthiş İngilizce konuşuyorlar, ben Fransızca konuşuyorum. Kendinizi bulabileceğiniz birçok şey var.
Yılmaz Adam Bayraktar... Bir de o dönemde Türkiye’de yaşayanlar; Fransızca ve İngilizce konuşuyordu. Çünkü her ülkeden insan vardı. Benim adıma da karakteri okuduğumda ve karakter analizini gördüğümde, Yüzbaşı Bennett altı - yedi dil biliyor, İngilizcesi, İtalyancası, Almancası var... Matematikçi, filozof, yazar ve misyoner. Zekâsı da çok güçlü, insanları çok iyi anlıyor, Orta Doğu’yu çok iyi biliyor. Çok centilmen bir karakter... Diğer taraftan da biraz psikopat... O derin kişiliğiyle bir de mistik danslara meraklı. 1920’de George Gurdjieff ile burada tanışıyor ve ardından zaten kendi hayatını ona adıyor. İnanılmaz bir karakter. Ben bu filmin içinde Atatürk ile, Halide Edib Adıvar ile, Galip Kulaksızoğlu ile, Sabri Toprak ile aynı dönemde Yılmaz Adam Bayraktar olarak oynayabildiysem ne mutlu bana... Güzel arkadaşlarla, güzel oyuncularla birlikte paslaşmamız efsane bir şey.
Kubilay Aka... Yaşayamayacağımız bütün duyguları beraber yaşadık. Şu anda yaşayamayacağımız ne varsa hepsini o dönem yaşadık.
* George Gurdjieff (1866 - 1949)... 20'nci yüzyılın ilk yarısında etkili olmuş ruhani öğretmen, guru ve yazar. İnsan hayatının amacını sorgulamıș ve yanıtları eski geleneklerin içinde bulacağı düșüncesiyle, gerçeğe ulașmak için Hindistan, Tibet, Orta Asya, Anadolu ve Mısır'da yirmi yıl kadar gezgin olarak dolaștı.
"FENERBAHÇE'YE KARŞI BÜYÜK BİR SORUMLULUĞUMUZ VAR"
Tarihi kişileri canlandırmak, kurgusal karakterleri canlandırmaktan daha zordur değil mi?
Kubilay Aka... Böyle şeylerde saygı gerekiyor... Tabii ki normal bir karaktere de çalışıyoruz, elimizden geleni yapıyoruz ama böyle karakterler olunca çok diken üstünde oluyorsunuz. Meselâ; şu anda Fenerbahçe’ye karşı büyük bir sorumluluğumuz var. Bu ülkede bunları yapmış insanlara karşı büyük bir sorumluluğumuz var. Yanlış bir şey, herhangi tarihsel bir yanlışlık, küçük düşürmekten ziyade bizi üzer. O yüzden çok dikkatli çalışıldı. Biz de oynarken elimizden geldiğinde bu karakterlere ve bu insanlara karşı hiç saygıyı bozmadan, "Onları ne kadar güzel yansıtabiliriz" diye çabaladık. Özellikle ben futbol takımının bayağı bir içindeydim, on bir kişilik futbol takımının on biri de Fenerbahçeliydi. Ve Fenerbahçeli olmalarından ziyade o sahadakilerin İngiliz’i oynayan Türk’tü, Fransız’ı oynayan da Türk’tü... Bizim için önemli olan tüm milletleri oynayan arkadaşlarımızın gerçekten muhteşem bir saygıyla bu işi yapmasıydı. İngiliz’i oynuyor ama Türk; zaten bunun için oradayız. Bence bu, çok büyüleyici oluyor.
Yılmaz Adam Bayraktar... Bir tek generaller başka bir yerdendi. General Milne ve General Harington karakterleri için yurt dışından oyuncular geldi. Biri; Avusturalya’dan, diğeri de İrlanda’dan geldi.
Kubilay Aka... Onlar da bizim yaptığımız işe aşırı saygı duydular ve çok beğendiler.
"ÖLÜMÜ YENDİĞİNİ ZANNEDEN BİR İNSAN"
Yüzbaşı Bennett’e çalışırken özellikle nelere dikkat ettiniz?
Yılmaz Adam Bayraktar... Ben genel olarak hikâyeyi okuduğumda önce bir karakterin ruhunu anlamaya çalışıyorum, karakter analizi yaptığımda kitaplar okuyorum, yönetmenden gelen, yapımdan gelen şeylerle birlikte kendimi hazırlıyorum. Çok araştırıyorum, karakterle alakalı olan şeylere bakıyorum. Yılmaz Adam Bayraktar olarak Bennett’i canlandırmaya; "Bütün o topladığım bilgilerle birlikte nereden verebilirim, kendim onu nasıl görebiliyorum ve geçmişi nedir?" diyerek çalıştım. Meselâ, üç kardeşi var ve Bennett en büyükleri. Ağabey olmak o sorumluluğu getiriyor. Motor kazası geçirmiş, uzun süre komada kalmış, ölümü yendiğini zanneden bir insan. O kadar çok dil biliyor, o kadar güçlü bir kişiliği var ki çok zeki bir adam. Bilgiye de çok aç bir adam ve biraz varlığını da sorguluyor. Hayatı, dünyayı sorgulayan bir insan. Bu tür şeylerde bunun hakkını verebilmek önemli. Kubilay’ın da dediği gibi saygı en üst basamakta yer alıyor. Baktığımızda biz bu karakterlere ruh, hayat veriyoruz ve bir gün Bennett’in ailesi bu filmi gördüğünde; “Sen bunu farklı yorumladın. Nasıl bir Bennett oynadın?” da diyebilir. Böyle sorumlulukları da var.
JOHN GODOLPHIN BENNETT (1897- 1974)
John Godolphin Bennett İngiliz bilim adamı, matematikçi ve düşünür. 8 Haziran 1897’de Londra’da doğdu. Asya dilleri ve dinleri üzerine incelemelerle bilimsel araştırmaları bütünleştiren çalışmalarıyla tanındı. 1919'da İstanbul’da İngiliz işgal kuvvetlerinde istihbarat subayı olarak çalıştığı sırada, 16 Mayıs 1919 günü Mustafa Kemal’e Samsun yolculuğu için vize vermesiyle birlikte Türkiye, Türkler ve tasavvufa ilgisi başladı. Ömrü boyunca Orta Asya’dan Güney Afrika’ya kadar pek çok bölge ve ülkede gezen Bennett, bu yolculuklarında, içlerinde Türk mutasavvıfların da yer aldığı, az tanınan ama önemli manevi önderlerle tanıştı. 1920’lerde tanıştığı George Gurdjieff ile Uspenski, Bennett’in ruhsal arayışında yol gösterici kişiler oldu. Büyük ölçüde Gürciyev’in etkisiyle 'Dördüncü Yol' adını verdiği bir manevi gelişme öğretisi geliştiren Bennett, 13 Aralık 1974’te öldü. Bennett’in 'Gurdjiyeff: Büyük Bir Gizem', 'Ne İçin Yaşıyoruz? Yeni Çağ Toplumunun İhtiyaçları' ve 'Kutsal Tesirler' gibi birkaç kitabı Türkçeye çevrildi.
"KENDİMİ TUTAMADIM, AĞLADIM"
İzleyicilerin filmi izledikten sonra salondan özellikle hangi duygularla çıkmasını umarsınız?
Kubilay Aka... Şahsen ben kendimi tutamadım ve ağladım. Ağlamamak için çok çabaladım, titredim ama sonra birden gitti. Vatanseverlik üzerine çok fazla kitap okurum, tarihlerini araştırırım. İnsanın kendini izlerken ağlaması çok egoistçedir ama ağladım. İzleyicilerin de salonlardan umutlu çıkacağını düşünüyorum.
Yılmaz Adam Bayraktar... Umut ve sahip oldukları değerlerinin ne kadar kıymetli olduğunun biraz daha farkındalığıyla çıkmalarını dilerim. Öyle olur umarım...
Kubilay Aka... Günümüzde de hâlâ benzer şeyleri yaşadığımız oluyor ve bazı şeyleri değiştirebilmek, daha iyi yapabilmek için bugünkü halkın da bence umuda ihtiyacı var. Umarım bir şekilde bir katkımız olur.
"YÜZBAŞI BENNET'E 'SEVGİYİ PAYLAŞ' DEMEK İSTERDİM"
O yıllara dönme şansınız olsaydı Galip Kulaksızoğlu ve Yüzbaşı Bennet'e özellikle neler söylemek isterdiniz?
Kubilay Aka... Şöyle bir sarılıp teşekkür etmek isterdim. Hepsi güzel bir teşekkürü çok hak ediyor. O dönemde olsaydım, o takımdaki başkanından futbolcusuna, o kulüpte kim görevliyse hepsine sarılmak isterdim ve teşekkür ederdim.
Yılmaz Adam Bayraktar... Herkesin bu hayatta bir vazifesi var, ona inanıyorum. Yaşadığımız sürece ne güzel ne mutlu bize... Kendime de sürekli hatırlatıyorum; ne olursa olsun bu hayatı yaşama şansımız var. Yüzbaşı Bennett’e de "Her şey güzel olsun, sevgiyi paylaş, insanlarla güzel ol" demek isterdim.
"ZAMANIM ÇALIŞMAKLA GEÇİYOR"
Sizin için üçleme sezonu... TV dizisi; ‘İnci Taneleri’, tiyatro oyunu; ‘Hücreler’ ve sinema filmi; ‘Zaferin Rengi’... Bir sezonda üç farklı dalda, üç büyük yapımda bulunmaktan dolayı neler hissediyorsunuz?
Kubilay Aka... Çok güzel bir şey ama bunun büyük bir sorumluluğu da var. Kendime daha az vakit ayırabiliyorum. Zamanım, daha çok çalışmakla geçiyor. Eve gittiğim vakit de çalışmakla, ezber yapmakla, ertesi güne çalışmakla geçiyor. Böyle bir sorumluluğu var ama çok keyifli.. Yaptığım, içinde bulunduğum işlerin beğenilmesi ve bunların alkışla karşılık görmesi gerçekten çok hoşuma gidiyor. Umarım böyle devam eder.
"KUTLAYACAK VAKTİM YOK"
Futbolcular üçleme yaptıktan sonra anı olarak topu alıp eve götürüyorlar. Siz anı olarak ne yapmayı düşünüyorsunuz. Örneğin özel bir kutlama etkinliği olabilir mi?
Kubilay Aka... Kutlayacak vaktim yok ama afişimizi gördüğümüzde ben kendi kendime kutlama yaptım. İstanbul’un her yerini sarı-lacivert gördüğümde gerçekten çok mutlu oldum. Benim için büyük bir kutlamaydı.
"ALMANLAR, SÖYLEDİĞİMDE BANA İNANMIYORLAR"
Almanya’da da oyunculuk yapıyorsunuz. Almanya’da oyunculuğun uygulama şekli ya da performans türü daha farklı mı?
Yılmaz Adam Bayraktar... Evet... Diziler, sinema filmleri, reklamlar, Almanya’da çok daha fazla vakit alıyor. Meselâ, biz burada yüz kırk dakikayı bir haftada çekerken Almanya’da doksan dakikayı bir buçuk iki ayda çekiyorlar. Ben bu durumu onlara anlattığımda şaşırıyorlar. "Biz yüz kırk dakikayı altı günde çekiyoruz. Çünkü yedinci günde kanalda olması gerekiyor" diye söylediğimde buna inanmıyorlar. "Oluyor" diyorum.. Biz bayağı hızlı üretiyoruz, Almanya o konuda biraz daha yavaş. Türkiye’nin daha da güzel olduğu noktalardan biri; film konularında çok cesaretliyiz. Almanya, orada da biraz eksik. Ben Alman televizyonunu izlediğimde, biraz daha geriden geliyormuş gibi geliyor. Türkiye’de her türlü konuda ya dizi ya da film vardır.
Kubilay Aka... Alman - Türk yönetmenler de çok başarılılar.
Yılmaz Adam Bayraktar... Evet... Çünkü aynı şeyi taşıyorlar. Ben de Almanya’da doğduğum ve büyüdüğüm için oranın sistemi, disiplin ve zamanda dakik olmak. Ben Türkiye’ye geldiğimde, bir yerde randevum olduğunda tam dakikken, benden on on beş dakika sonra geliyorlar. Bu Almanya’da çok büyük bir saygısızlık olarak görülüyor ve o insan bütün gün seninle konuşmuyor ya da tepkisini başka bir şekilde gösteriyor. Burada gayet normal bir şey... Ve bu da işin içine girdiğinde hem disiplin, hem biraz Türk’ün de rahatlığı, o eşi bence çok güzel tamamlıyor.
Kubilay Aka... Biz hep bir şeyleri son anda yapıyoruz. Bir de bu kadar konuşuyoruz ama şöyle de bir durum var; Türk sinemasında kullanılan kameralardan ışıklara kadar her şey Euro ile geldiği için hızlıca işi bitirip teslim etmek istiyorlar. Biraz da maddi durumdan dolayı böyle oluyor. Almanya’da büyük bir ihtimalle kameralarını kendileri üretiyor olabilirler. Öyle bir durumları olduğu için maalesef ki biz daha hızlı olmak zorundayız. Ama Yılmaz’ın dediği gibi, ben Alman sinemasını çok beğeniyorum ama orası daha ağır aksak ilerleyen bir sinema... Bizimki daha samimi bir yerden ve daha hızlı bir şekilde gelişiyor.
Yılmaz Adam Bayraktar... Evet, biz Türk toplumu olarak daha duygusal olduğumuz için kişisel olarak da biraz daha duygulara açık olduğumuz için Almanlar genelde biraz daha soğuk oluyor ve duygularını doğru dürüst gösteremiyorlar. Onların yapısı öyle. Onlar öyle alıştırılmışlar. Annelerinden, babalarından, dedelerinden öyle görmüşler. Ne derler; “İşe Türk gibi başla, Alman gibi bitir.”
"ÜLKEMİZİ GÜZEL BİR ŞEKİLDE TEMSİL ETMEK İSTİYORUM"
Mesleğiniz size yeterince cömert davranıyor mu? Mesleğiniz adına nihai hedefiniz nedir?
Kubilay Aka... Evet, aslında olmak istediğim yerlerde bir şekilde fırsat veriliyor. "Galipler, çok büyük işler yapmışlar" diyoruz ya ben de sadece şu densin istiyorum. Yarın - öbür gün göçüp gittiğimde ardımdan; “Bir şeyler yaptı ve bize de bıraktı. Gençler olarak sahip çıkmamız ve bizim de devam ettirmemiz lâzım” desinler istiyorum. Çünkü bizim sektörümüz aslında çok kısır bir sektör ve şu anda bizim aramızda, yurt dışında bizi temsil edebilecek çok oyuncu var. Onlardan biri olmak ve ülkemizi güzel bir şekilde temsil etmek istiyorum. Ben yaptığım her işin sonunda şunu düşünüyorum: Etrafına ne kadar faydalı oldun? Daha önce Türk Hava Yolları’nda çalışıyordum, havacıydım ve o zaman da etrafımdakilere faydalı olmaya çalışırdım. Şimdi de onu yapmaya çalışıyorum. Meslek olarak değil de yapmak istediğim şeylerden biri, geride güzel şeyler bırakmak. İnsanların bu mesleğe devam etmelerine yardımcı olabilecek mesleğe dair düşüncelerim, yapmak istediğim şeyler var.
Yılmaz Adam Bayraktar... Ben psikolojileri çok seviyorum, insanları çok seviyorum. İnsanlarla iletişimin de çok iyi olduğunu düşünüyorum. Muhabbet etmeyi, insanların derdine derman olmayı çok severim. Karakterleri oynadığımda aslında insanlarla insanları tanıştırıyorum. Bazı insanlar vardır, görürsünüz ve aslında hikâyesini bilmeden önce yargılarsınız ama sonra o kişiyi tanırsınız ve kendi hikâyesini anlattıktan sonra pişmanlık duyarsınız. Kendinize kızarsınız. O yüzden benim için oyunculuk her oynadığım karakterde insanlarla insanları tanıştırmak. Birbirimizi tanıdıkça hayat daha da kolaylaşıyor, daha da güzelleşiyor. Çünkü aslında ülke, dünya, her yer çok güzel. Zorluk yaşadığımız şeylerde genelde hep seviyeler oluyor, karakterler oluyor, birisi kötücül oluyor. Genel olarak insanları birleştiren karakterler oynamak istiyorum. Ve insanlara insanları tanıtmak istiyorum.