Salih Demirci: İstanbul olmadan dar boğazdan çıkamayız
1982'de merkez ilçelerinde 200'ün üzerinde nizami boyutta futbol sahası bulunan İstanbul'da bu sayı 2019'da 59'a geriledi. İstanbul'un tamamında amatör futbola açık saha sayısı ise 80 ila 85 arasında. Türkiye'de futbolun lokomotif şehri olan İstanbul'daki sahaların yok olmasının günümüz futboluna etkisini ve bizi gelecekte nelerin beklediğini mercek altına aldık. Aynı zamanda bu konuda yüksek lisans tezi de bulunan futbol araştırmacısı ve profesyoneli Salih Demirci ile İstanbul'da futbol sahalarının durumunu konuştuk
Türkiye'nin en çok milli futbolcu yetiştiren şehri olan İstanbul, futbol sahalarını kaybetti. Yakın döneme kadar 200'ün üzerinde nizami boyutta futbol sahası bulunan şehirde TFF İstanbul İl Temsilciliğinin açıkladığı rakama göre bu sayı 80'e gerilemiş durumda. Yok olan futbol sahalarıyla birlikte futbolun Türkiye'deki tarihi, İstanbul'daki gelişimi, sahaların durumu ve uluslararası rekabetteki etkisini futbol araştırmacısı ve profesyoneli olan Salih Demirci ile masaya yatırdık. Salih Demirci'nin açıklamaları şöyle:
FUTBOLUN İLK YILLARI VE EVRİMİ
Futbol esasen İngiliz elitinin olduğu yerlerde, tarihin eski zamanlarından beri çayır oyunu olarak oynanıyor. Bunda İngiltere'nin iklimi ve topografyası etkili. Nemli iklimiyle çok sayıda çayır oyunu icat oluyor. 17. - 18. yüzyıldan itibaren okullar bünyesinde oynanmaya başlanıyor. İngiliz okullarında bu oyun ehlileştiriliyor, bu süreçte de 19. yüzyılın ortalarında rugby'nin kaba halinden daha estetize bir hale getiriliyor. Kolejlerin çayırlarında etrafına çizgiler çekilerek oynanmaya başlanıyor. Bu bir İngiliz oyunu. Kraliyet de emperyalizm döneminde dünyanın dört bir tarafına levantenleri, ticaret gemileri ve askerleriyle taşıyor. Oyun İngiltere'de olduğu gibi Arjantin'de de İstanbul'da da şehrin çeperinde, sulak arazilerde, çayırlarda oynanıyor. Japonya için de ABD için de bunu söyleyebiliriz.
İngiltere'de Londra'da teşekkül ettikten sonra işçi sınıfının daha yoksul kesimin olduğu kuzeye doğru adım adım gidiyor ve bu transferin sonucunda da estetize olarak addedilen ve elitlerin eğlencesi olan oyun zaman içinde dönüşerek para için oynanan profesyonel bir oyuna dönüşüyor ve bugünkü halini alıyor.
İSTANBUL'DA NEREDE OYNANDI?
Selimiye Kışlası'nı sınır kabul edersek Kadıköy, Üsküdar'a ve İstanbul'a yakın bir sayfiye bölgesi. Sayfiye ne demek, yazlık mekan, köşkler var. Osmanlı elitleri de burada ama esasen gayrimüslimler ve İngilizler burada. Burası bir kozmopolitizm alanı. Futbol tarihçimiz Mehmet Yüce'nin tespitine göre ilk futbol maçı 1881'de Haydarpaşa Çayırı'nda oynanıyor. Haydarpaşa İngiliz Mezarlığı yanındaki alanda oynanan bu maçın sonrasında Yoğurtçu Parkı'nda, Kuşdili Çayırı'nda herkesin Papazın Çayırı olarak bildiği geniş alanda ki o geniş alan bugün Fenerbahçe Stadı olarak hizmet vermeye sürdürüyor. Futbol oynanan ilk alanlar mesire yerleriyle örtüşüyor. Kağıthane Sadabad, müslüman ahalinin uğrak yeriyken Beykoz'un çayırları, Kadıköy'ün çayırları, Bakırköy yine gayrimüslim ve levantenlerin sayfiyesi. Beykoz Çayırı ilk günkü gibi duruyor, orada bir çayır var ve insanlar hala top oynuyor.
İstibdadın bitişinin her türlü toplanma aktivitesine katkısı oluyor ancak öncesinde de futbol oynanıyor en büyük örneği Galatasaray Lisesi. Galatasaray Lisesinden öğrenciler Bakırköy'e, Kadıköy'e futbol oynamaya gidiyorlar. Bir anlatı var, Bakırköy'e gidip, Kadıköylü bir İngiliz'den paslaşmayı öğreniyorlar. Yayılmadaki esas etken fiili işgal dönemi.
İSTANBUL'UN İŞGALİ
İngilizler, müttefikleriyle birlikte İstanbul'u işgal ettikten sonra özellikle Yarımada'nın kontrolünü kendilerine alıyor. Bugün İstanbul Üniversitesi'nin bulunduğu alan, Sultanahmet Meydanı, Vatan Caddesi'nin bulunduğu bölge ki orada önceden dere akıyordu, birçok alanı futbola açıyorlar. Askerler burada futbol oynuyor. Ahali de gelişecek olan 'Yabancıları yenme' furyasına katılarak yabancılara karşı maç yapıyorlar. Özellikle Yarımada'da futbolu bilmeyen ahali, İngilizlerin zoraki müdahalesiyle oyunu öğreniyor.
1920'LERDE NEREDE OYNANDI?
Davutpaşa'da futbol oynayan Mahir Yağızer adlı bir subay, şehir içinde futbol oynadığı mekanları defterine not ederek kayıt altına alıyor. Bu dönemde devletin, İkinci Dünya Savaşı arifesinde beden terbiyesine önem vermesi nedeniyle futbol açısından biraz karanlık ancak İstanbul için böyle bir durum söz konusu değil. Bu işten gelir beklentisi olmayan, 30 yaş üstü kişiler için çok canlı bir futbol ortamı var. Mahir Yağızer, 30'un üzerinde futbol oynanan mekan kaydediyor. 1920'li yıllarda Taksim Stadı, Talimhane benzer şekilde Selimiye Kışlası, Balmumcu Kışlası'nda talim alanında düz geniş alanlar kullanılıyor. İlk dönemde çayırlar kullanılırken oyun, şehrin içine girdikçe daha çok şehrin nitelikli alanları futbol sahasına dönüşmeye başlıyor. Kıymetli arazilerin yanları futbola açılıyor.
İki savaş arası dönem, 1930'lar, 1940'lı yıllar için tepeden okuma yapılırsa askeriyeye yönelik spor politikalarının önemli olduğunu söylemek mümkün ama şehir sathında böyle olduğunu düşünmüyorum. O yıllarda profesyonellik ihtas edilmiş değil tabii ki ama amatör futbol yani bu işten bir gelir beklentisi olmayan insanlar, keyfine futbol oynuyor. Bir yandan ligler de devam ediyor. İnsanlar bunu kendi içerisinde oluşturmuş ve futbol yaşamaya devam ediyor. İstanbul'un o dönemki futbolu, nüfusuna oranla çok canlı.
PROST PLANI
Prost Planı esasen çok geniş alanı kapsayan bir plan ve tamamı nihayete ermedi. Topçu Kışlası'nda Taksim Stadı vardı ve oyunun bir numaralı alanı Kadıköy'den 1920'lerde buraya kaymıştı. Galatasaray Lisesi ve Beşiktaş'a yakındı ve burasını tüm kulüpler kullanıyordu ancak insan kaynağı olarak en güçlü iki kulüp Beşiktaş ve Galatasaray'dı. Prost Planı, burasının sonrasında parka dönüşümü ve Dolmabahçe'ye bugünkü Beşiktaş Stadı'nın yerine olimpik bir stadyum yapmayı öngörüyordu. 1930'lu yılların sonunda Taksim Stadı kapanınca futbol Beşiktaş'a transfer oldu. Prost Planı'nın futbolun üst düzeyini değiştirme açısından etkisi olmuştur.
FUTBOLUN DÖNEMSELLEŞTİRİLMESİ
İstanbul'un uydu fotoğrafı tarihlerine göre bir değerlendirme yapıyorum: 1947, 1966 ve 1982'de çekilmiş fotoğraflar. Bunlar üzerinden sahaları tespit etmeye çalıştım ve futbolun dönemselleşmesiyle de uyumlu olduğunu düşünüyorum.
1947-1966 ARASI SAVAŞ SONRASI DÖNEM
1947 savaş sonrası dönem, kırdan kente göç başlamış ve şehrin nüfusu hızla artıyor. Dolayısıyla şehir genişliyor. Öncesinde bostan olan, atıl alanlara evler kurulmaya başlanıyor ve evlerin yanı adım adım futbol sahasına dönüşüyor. Bu dönemde ilk çeper ilçeleri, surdışını, Üsküdar, Ümraniye'nin kuzeyini ele alıyorum ve nüfusa bağlı olarak oyun sahalarının artışı söz konusu.
1966'dan sonra şehir bir kez daha hamle yapıyor ve futbol açısından daha büyük bir gelişme var. 1970'li yıllardan itibaren Boğaz Köprüsü'yle birlikte yeni bir mekansal genişlemeyle futbol sahalarının artışından söz ediyoruz. 1970'lerin sonu ve 80'lerin başında futbol patlaması yaşanıyor. Nüfusa oranla en yüksek futbol erişimi düzeyi 80'li yılların başı. İstanbul'da, eklerle tespit edebildiğim kadarıyla 205'in üzerinde futbol sahası var. Burası kuzeyde İkinci Çevreyolu, batıda Küçükçekmece Gölü ve Kadıköy'ün bugünkü ilçe sınırları ve bu bölgede 1982'de 205 tane futbol sahası var.
"1980'LERDE YETİŞENLER BAŞARIYI GETİRİYOR"
1980'lerin başlarında sokaklarda, bu alanlarda top oynayan çocuklar, 1990 ve 2000'li yılların başarılı döneminin temelini atan insanlar. Bu insanların yoğun pratiği sayesinde Türkiye'de yaşanan futbol patlaması peşinden başarıyı getiriyor.
"TÜRKİYE'DE EN BÜYÜK FARKI 5-15 YAŞ ARASI PRATİĞİNDE YİYORUZ"
Detaylı bir konu ancak özetlemek gerekirse Türkiye olarak 5-15 yaşları arasındaki futbol pratiğinde fark yiyoruz. 1970'li, 80'li yıllarda yaşadığımız şey herkesin futbola erişebilmesi. Teknik bir top kontrolü için, vücudun belli bir koordinasyon kazanabilmesi için sürekli topla ilişki kurulması gerekiyor. 10 bin saat kuralı diyenler var, belli bir süre var ama herkes deneyebilir. Bugün bir duvar karşısında her gün top oynarsanız bu, bir süre sonra melekeye dönüşecektir. Bu kas hafızası, koordinasyonun en kolay oluşma yaşı 5-15 yaş arası. Daha önce olursa daha da iyi, Avrupa'da daha da alt yaşlara düştüğünü görüyoruz.
Bizde kulüplerin seçme yaşının en altı 10 ama seçilen çocukların ne kadar koordinasyonu var? Pratik düzeyi ne kadar yüksek olursa o kadar iyi. Türkiye olarak 22 oyuncu ihraç etmiştik. Bu sayı 35 olabilir 50 olabilir önemli değil çünkü Nijerya'nın sadece Türkiye'ye yolladığı oyuncu sayısı, Türkiye'nin tüm dünyaya yolladığından fazla. Demek ki bunun antrenör eğitimiyle, kulüplerde yapılan şeylerle alakası yok. Nijerya'da tamamen sokak futbolu üzerinden dönen bir oyun iklimi ve bunun pazarlanması var. Orada doğan bir çocuğun, sıradan bir Türk gencinden daha yetenekli olmasının nedeni sürekli oyunu pratik etmesi. 1970, 80, 90'lı yıllarda bizim insanımızın yapabildiği bugün yapamadığı gibi.
TÜRK FUTBOLU 1960'LARDA NEDEN BAŞARILI OLAMADI?
1960'larda da oyun alanı çoktu, aynı yükseliş gerçekleşmedi çünkü bu bir karşılaşma, öğrenme meselesi. Buna dair bir örnek verebilirim: Savaş sonrası milli maçların yeniden oynandığı dönen bizim milli takımımız, Avusturya'yla Ernst Happel'de karşılaşıyor. Orada sahayı izliyorlar ve maça bir saat kala sahaya birileri giriyor. Bizimkiler maça 20 dakika kala aşağı iniyor, sahaya çıkan insanlarla karşılaşıyorlar ve onların Avusturya Milli Takımı olduğunu fark ediyorlar. Maçtan önce ısınma diye bir şeyin olduğunu o an öğreniyorlar. 1980'li yıllar, 1950'lerden itibaren Almanya'ya giden gurbetçi neslimizin çocuklarının futbol olarak ülkemize katkı yaptığı dönem. Buradan, yine yabancı antrenörler üzerinden bir bilgi akışı var.
1980'lerde Beşiktaş ve Galatasaray'ın kurumsallaşması var. Beşiktaş, 1980'li yılların başında Fulya'yı, Galatasaray, Florya'yı açıyor ve kulüpler ilk kez tesise sahip oluyor. Şeref Stadı da vardı ama Beşiktaş burayı ortak kullanıyordu, ilk kez özgün bir tesise sahip oluyor. Galatasaray uzun yıllar göçebe yaşadıktan sonra Florya'ya kavuşuyor. Fenerbahçe'nin 1990'lara kadar böyle bir problemi olmuyor çünkü Kadıköy en baştan beri en çok futbol alanına sahip bölgelerden biri. Ancak 1990'lardan sonra hikaye biraz terse dönecek ve Kadıköy, en çok oyun alanı kaybeden ilçelerden olacak ve Dereağzı Tesisi sıkıştıktan sonra Samandıra'ya taşınacak.
FLORYA'NIN GALATASARAY'A ETKİSİ
Futbolun alt süreçleri, profesyonel futbolun başarısında çok etkili. Galatasaray, Florya açılmadan önce bazen Maltepe Cevizli Tekel Fabrikası'nda bazen Altunizade'de antrenman yapıyor ve çok kaotik bir dönem. Tesisin kurulması, antrenman yapılması, takımın soyunma odasına kavuşması, birlikte daha çok zaman geçirmesi başarıda etkili. 1990'ların başında Federasyon'un etkisi, futbolun giderek kurumsallaşması birleşince kartopu bizi 90'lardaki 2000'lerdeki başarılı döneme götürüyor. O başarı sadece Galatasaray'ın da değil, Kocaeli, Gençlerbirliği, Gaziantep, Denizli gibi birçok kulübümüz Batı Avrupa takımlarına kafa tutabilmiş durumda.
SOKAK FUTBOLU, ÇOCUKLARIN GELİŞİMİNİ NASIL ETKİLİYOR?
Sokak futbolu bugün Güney Amerika ve Afrika'da yaşıyor. Buradaki futbolcuların nasıl özelliğe sahip olduğunu da az çok biliyoruz. Top sekebilir, camı kırabilirsiniz kontrollü vurmanız gerekebilir. 1980'li yıllar için söylüyorum arada bir araba geçebilir, oyun planlaması yapmanız gerekebilir. Saha nizami değildir, başka engeller vardır vs. Bugün de bunlar futbol antrenmanlarında rondo olarak, beşe iki olarak, 'small sided game' dedikleri dar alan oyunları da sokak futbolunun nosyonları, başka bir şey değil. Ama sokak futbolu kurulabilir bir şey değil, şehrin yapısıyla alakalı bir şey. Bugün İstanbul'un en çeper ilçelerinde hala sokak futbolu var, devam ediyor ancak çok cüzi miktarda. Birleşip bir jenerasyona, oyuncu grubuna dönüşemiyor. Arjantin'de Buenos Aires'te, Uruguay'da Montevideo'da dönüşebiliyor. Buralarda sokak futbolu aynı zamanda kulüp tesisleriyle de destekleniyor.
BİR MEKAN NASIL FUTBOL ALANINA DÖNÜŞÜYOR?
Bir mekanın futbol alanına dönüşme süreci İstanbul için enteresan. Bir mekanın aslında 'olmayan' bir mekan olduğunu düşünmemiz lazım. Yani üzerinde hiçbir şey yok. Bugün bir kişi cep telefonuyla oynayabilir, dizi ya da film izleyebilir ama özellikle 1970-80'li yıllarda böyle imkanlar yok ve en önemli vakit geçirme aracı futbol. O nedenle yakındaki herhangi bir mekan çok hızlı şekilde futbol alanına dönüşebiliyor. Burası basketbol ya da voleybol sahasına dönüşemez çünkü daha spesifik araçlar gerekiyor. Futbol için iki taş bir top yeterli.
SEMT KULÜPLERİNİN DÜŞÜŞÜ, YOK OLAN SAHALARLA MI AZALAN GELİRLERLE Mİ ALAKALI?
İkisinden de bahsedebiliriz. Fatih Karagümrük bugün sarnıçta futbol sahasına sahip her ne kadar Süper Lig maçlarını orada oynayamasa da ve burasının dönüştürüldüğünde ranta dönme ihtimali pek yok. Ya tarihsel bir alan olarak kalacak ya da futbol sahası olarak. Fatih Karagümrük eğer ki böyle bir alana kurulu olmasaydı oyun alanını kaybedecekti, Fatih'teki diğer kulüpler gibi debelenecekti. Sahayı korumak o açıdan önemli. Zeytinburnuspor sahasını kaybetti bugün artık yok. Birçok kulübü örnek gösterebiliriz. Burada elbette patronaj da önemli: Kulüp, o arsanın ederini ödeyebiliyor mu? Büyük kulüpler kısmen ödüyor ama semt sahalarının böyle bir etkisi yok. Mekanın kaybıyla kulüplerin varlığı adeta atbaşı gidiyor.
BU FUTBOL ALANLARININ DEVAMLILIĞI SAĞLANABİLİR MİYDİ?
Bunun İstanbul'da mümkün olduğunu düşünmüyorum. Bu çalışmayı nostaljik bir öge olarak yapmadım. Bunun, 1990'lı 2000'li yıllardaki başarının temeli olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Çünkü bu sahaların yerine konan okulların, evlerin, yolların, metro istasyonlarının ihtiyaç olmadığını söyleyemeyiz. İstanbul coğrafi olarak dezavantajlı bir şehir. Çevreyolu yapmak isterseniz bu şehrin güneyi yok. Yarımadaların etrafına kurulmuş ve ancak kuzeyine yapabiliyorsunuz. Mecburen yapılaşmanın sıkılaştığı dönem yaşanıyor 1980'lerden sonra ve adım adım bugünkü noktaya geliyor. 1984'te aşağı yukarı 6-7 milyon nüfusa 205 saha varken bugün yaklaşık 20 milyon nüfusa 80 tane amatör oyun alanı var. Bu ortamda tabii ki bir şey yeşermiyor. Bu sahaların korunması mümkün müydü? Sanmıyorum. Bundan sonra ne yapılabilir futbola giren kaynak ve para buraya aktarılabilir.
KAYBOLAN ALANLARLA BAŞKA NELER YİTİRİYORUZ?
Bir deprem oluyor, çadır alanlar genellikle futbol alanlarına kuruluyor. Bu alanlar, 15 günde bir kullanılıyor, az çok sterilizasyonu var, tuvaleti var... Statlar ön plana çıkıyor. Pandemide camiler kapatıldı ama cuma namazı kılınsın dendi yine sahalar öne çıktı. Birçok faydası var. En basitçe afet toplanma alanı olarak burası var.
İSTANBUL'DA DOĞAN BİR ÇOCUK FUTBOLA ERİŞEBİLİYOR MU?
Elbette ki erişemiyor. Altı yedi yıldır antrenörlük de yapıyorum, kendi akranlarımla kıyasladığım zaman şimdiki altı yedi yaşında çocuklar tek ayak üzerinde duramıyorlar. Koordinasyonları bu kadar zayıf. Bu çocuklar alt gelir grubunda, birçok şeye erişimi olmayan insanlar da değil. Çeperde yaşayan, alt gelir grubundaki çocuklar bu açıdan daha şanslı, biraz da olsa sokakta oynayabiliyorlar. Şehrin ikinci çevreyolunun güneyindeki ilçeler ki bunlar nüfus yoğunluğunun esas merkezini oluşturuyor, şehrin esas kozmopolit bölgelerindeki çocukların futbola erişmek için tek şansı ücretli futbol okulları.
Ücretli okullarda da malum hafta sonları turnuva oluyor, 30 yaş üzeri, profesyonelleşme imkanı kalmayan insanlar ücretleriyle top oynuyorlar. Satın alma güçleri, muhtemelen çocuklara aktarılacak kaynaktan daha yüksek. Halı sahaların giderleri var, yapılaşma baskısı var. Antrenör ücretini ve sahanın giderlerine ortak olarak ancak hafta sonu iki, üç saat futbol oynayabiliyorlar. Bunun pratiği de profesyonel futbola aday bir futbolcu haline getiremez. Getirse dahi bir noktada önü kesilecektir.
KURTULUŞ HALI SAHALAR MI?
Halı sahalar elimizde kalan tek imkan çünkü şehirde etrafını çevirmediğimiz herhangi bir alanın mutlaka bir talibi, sahibi vardır ve orada oyun alanı oluşturamaz. Etrafımızda boş arazi varsa atıl durumdadır, 1980-90'larda durum böyle değildi. Mekanla kurduğumuz ilişkini değiştiğine de işaret ediyor. Bugün merkez ilçelerdeki insanlar çocuğunu bakkala dahi göndermez çünkü arabalar var, şehir artık daha tekinsiz bir yer. Elimizde kalan tek yer halı sahalar. Toprak sahadan daha mı iyi, hayır, bir süre sonra betonlaşıyor bu alanlar. Keşke kulüpler az çok bu futbol okullarına eğilseler. Kulüplerin franchise olarak futbol okulları var ve bunu gelir kaynağı olarak görmek yerine oyuncu kaynağına çevirseler. Bu çocuklar bizim çocuklarımız ve futbola erişimleri ancak kapalı alanlarda ve yüksek ücretlerle olabiliyor.
İSTANBUL İÇİN BUNDAN SONRA NE YAPILABİLİR?
Devlet ya da okuldan bahsedenlerin topu taca attığını düşünüyorum. Okulların bahçeleri yok ki, İstanbul'da mümkün değil. Çeperdeki okullar ya da yeni yapılacak okullarda bu dikkate alınabilir ama şu anda daha kulüplerimizin tesisi yok. Kafa kafaya verip kulüplerin bu konuya kaynak ayırması gerekiyor. Federasyon'un da bütçesi ve tesise ayırdığı bütçe de belli. Bu bütçenin artmasının yolu da kulüplerin kendi gelirlerinden feragat etmeleri. Kapısı yine kamuoyu ve kulüplere çıkıyor. Bence yapılması gereken, şehrin çeperinde kulüplerin devlet ve yerel yönetimlerle el ele vererek burada oyun alanları yaratması. Şehir içinde kalan halı sahalara da patronajlarını koyarak denetim altına almaları ve profesyonel futbola basamak haline getirmeleri.
KAYBOLAN ALANLARIN ULUSLARARASI REKABETE ETKİSİ
İstanbul'da yaklaşık 20 milyon kişi yaşıyoruz, ülkenin nüfusunun yaklaşık olarak dörtte biri. Burada profesyonelliğe aday beş milyon çocuk var ki kadın futbolunu ayırıyorum. Erkeklere mekan olarak kaliteli bir alan sunamadığımız yerde bir de kadın futbolu var malum. Bu ortamda İstanbul'da bir şeyler düzelmeden Türk futbolunun yeniden eski günlerini yakalaması mümkün değil çünkü o dönem tesadüf değildi. İstanbul futbolun başladığı yer ve Türkiye'nin merkezi. 1954'te Dünya Kupası'na gitme hakkı kazandığımızda 11 İstanbullu futbolcu vardı, Portekiz'le play-off maçı oynadığımızda Milli Takım kadrosunda İstanbul doğumlu oyuncu yoktu. Resim bu kadar net.
FIFA sıralamasında 40'ların gerisine, UEFA sıralamasında 2020'lerin ortasında 20'lerin gerisine düşmüştük. İstanbul'daki gen havuzu, insan kaynağı değerlendirilmeden Türkiye'nin darboğazdan çıkma ihtimalini görmüyorum. İzmir, Trabzon, Bursa, Adana, Antalya da İstanbul'un benzer sürecini 10 yıl gecikmeli yaşıyorlar. Oralarda nüfus artışa geçtikçe ve şehirleşme benzer şekilde gittikçe, kulüpler kaynaklarını buraya ayırmazsa Anadolu'daki oyuncu kaynağı da azalacak.