Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar 'Gayribeyefendi' savaş aksiyonu
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        “Gayribeyefendi Savaş Dairesi” (The Ministry of Ungentlemanly Warfare), 1942 yılında İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan gerçek olayları konu alıyor. Aynı zamanda bir kitap uyarlaması… Yapım öyküsüne baktığımızda, Damien Lewis’in 2014 yılında yayımlanan “Churchill's Secret Warriors” adlı kitabının sinema haklarının Paramount Pictures tarafından 2015 yılında satın alındığını görüyoruz. Guy Ritchie, 2021 yılında dahil oluyor projeye. Hem yapımcı hem yönetmen olarak… Bu arada, Paramount’un bıraktığı projeyi Jerry Bruckheimer ve Black Bear International devralıyor.

        Senaryo yazarları arasında Ritchie’nin de yer aldığı filmde, Damien Lewis’in kitabı dışında 2016 yılında kamuya ilk kez açıklanan gizli devlet belgelerinden de yararlanılıyor. Film, tarihe “Operation Postmaster” olarak geçen olayları konu alıyor. Operasyonun amacı, Atlantik’i kontrol eden Alman U-Boat’larına ikmal yapan sivil İtalyan gemilerini engellemek; ABD ile İngiltere arasındaki deniz hattını güvenli kılmak. Tarihi gerçekler kadar hayal gücüne de yer veren bir film seyrediyoruz. Karakterlerin bir kısmı gerçekten yaşamış, operasyona katılmış şahsiyetler. Bir kısmı ise tümüyle hayali kişilikler… Finalde kimlerin gerçek karakter olduğunu da öğreniyoruz.

        Filmi seyrederken, Guy Ritchie ile diğer yazarların, tarihi gerçeklerden ne zaman kopup tümüyle kurmacanın sularına geçtiğini hissetmek mümkün. Sözgelimi, kahramanlarımızın stres altında ne kadar cesur, soğukkanlı ve ölümcül derecede tehlikeli olabileceğini gördüğümüz açılış sekansı… Sakince başlayan ve mizah ile gerilimin kol kola girdiği sekans, bir anda çatışmalı patlamalı aksiyona dönüşüyor. İyi tasarlanıp, iyi çekilmiş bu sekansta Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli aktör Tim Seyfi’nin, bir Alman deniz subayını canlandırdığını not edelim.

        Açılış sekansında araya giren “flash-back” sahnenin de çok gerçek durmadığı aşikâr. Londra’da geçen bu bölümde Henry Cavill’in canlandırdığı Gus March-Phillipps’i tanıyor; onun nasıl başına buyruk biri olduğunu ve neden seçildiğini keşfediyoruz. Operasyonun hangi amaçla ve nasıl planlandığını öğrendiğimiz sahnenin asıl özelliği ironi duygusu elbette. İngiliz istihbarat servisinin karanlık odalarından birinde geçen sahnede “M” (Cary Elwes) kod adlı bir komutan ve operasyonun beyinlerinden biri olan genç Ian Fleming (Freddie Fox) karakterleri, kuşkusuz şaşırtıyor. Gus March-Phillipps’in James Bond romanlarına ilham verdiği iması, kuşkusuz tartışma götürür ama gelecekte yazar olacak Ian Fleming’in varlığı, filme ayrı bir hava veriyor. Onu tanıyanları gülümsetiyor.

        March-Phillipps’in, operasyonda mutlaka yer almasını istediği arkadaşı Geoffrey Appleyard’ı (Alex Pettyfer) Almanların elinden kurtarmak için giriştiği çılgın baskın sekansının da gerçekleri bire bir yansıttığını söylemek elbette imkânsız. Gerçek hayattaki lakabı The Viking olan, filmde ise Danimarka Çekici olarak anılan Anders Lassen’in (Alan Ritchson) oklarıyla yaptıkları da fantezi gibi duruyor. Ama aksiyon severlerin baştan sona ilgiyle seyredeceği ve keyif alabileceği bir sinema sekansı olduğu kesin.

        Guy Ritchie’nin filmin bütününde olduğu gibi sinemasal haz duygusunu ve biçimi öne çıkardığı sahneler bunlar… Tarih dersi vermektense geniş kitleye hitap eden bir aksiyon filmi hedeflediği en baştan belli. Filmin gerisini ve özellikle finali de o gözle seyrediyoruz. Postmaster Operasyonu’nun tam olarak nasıl olduğunu merak edip internetteki kaynaklara başvurduğunuzda, hikâyenin ana hatlarının gerçek, detaylarının ise hayali olduğunu zaten hemen görüyorsunuz. İngiltere’nin Almanya ile savaşa girmesine karşı olan ve savaş sürerken dahi “Hitler’i yatıştırma politikası”nı savunan üst düzey generallerin operasyonu engellemeye çalışıp çalışmadıkları, elbette ancak uzman tarihçilerin görüş bildirebileceği bir konu… Ama Churchill (Rory Kinnear) tarafından görevlendirilen March-Phillips ve arkadaşlarının yasa dışı gayri resmi bir operasyona girmesinin en önemli nedeni, olayların savaşın dışındaki İspanya’nın kontrolündeki bir adada gerçekleştirilmesi hiç kuşkusuz… O yüzden Atlantik’teki İngiliz donanmasının operasyonu resmi olarak desteklemesi imkânsız. Guy Ritchie’nin hazır fırsatını bulmuşken, ülke içindeki Hitler sempatizanlarını yerden yere vurmak istediği çok belli oluyor.

        “Gayribeyefendi Savaş Dairesi”ni seyrederken eleştirmenler ve sinefillerin, akıllarına birçok film gelmesi mümkün. Guy Ritchie’nin de filmi tasarlarken sinema tarihinden ilham aldığı inkâr edilemez. Muzip bir tavırla “Size James Bond’a esin veren ajanı sunuyorum” demesi bir yana, “Gayribeyefendi Savaş Dairesi” asıl olarak II. Dünya Savaşı’nda geçen “Navaron’un Topları” (The Guns of Navarone – 1961) gibi özel operasyon filmlerini akla getiriyor. İmkânsız bir görev için bir araya gelen ve bazen March-Phillipps gibi özel olarak hapishaneden çıkarılan erkekler üzerine kuruludur bu filmler. Daha sonra birçok filme ilham veren “12 Kahraman Haydut” (The Dirty Dozen - 1967) gibi… Yine U-Boat’larla ilgili, benzer hikâye yapısına sahip 1980 yapımı “Deniz Kurtları”(The Sea Wolves) da unutmamak gerek. Ayrıca operasyonun gerçekleşeceği Fernando Po adasında bar işleten Heron’un (Babs Olusanmokun) halleri ve filmdeki bazı diyaloglar “Casablanca”yı getiriyor akla. İşkenceci Nazi Heinrich Luhr’a (Til Schweiger) yakın markaj uygulayan Marjorie Stewart’ın (Eiza Gonzalez) bazı sahnelerde yaşadığı gerilim sırasında II. Dünya Savaşı sırasında geçen birçok casusluk filmini düşünmek olası. Bu arada, Eiza Gonzalez filmdeki yüksek testosteron oranını dengeleme görevini de başarıyla yerine getiriyor.

        Tüm bunlar bir yana, “Gayribeyefendi Savaş Dairesi”nin akla en çok getirdiği film ise galiba 2009 yapımı, Quentin Tarantino’nun yazıp yönettiği “Soysuzlar Çetesi” (Inglorious Basterds)… İlk bakışta, kâğıt üzerinde çok farklı duruyor olabilirler. Çünkü Tarantino, gerçekleri boş verip II. Dünya Savaşı’nın tarihini kafasında yeniden yazarken; Ritchie tam tersini yapıp tarihi olaylardan yola çıkıyor. Ama bu temel farklılığa rağmen çok önemli bir ortak özellikleri var: İkisi de Nazileri öldürmeye dayalı video oyunlarını akla getiren bir deşarj sineması hedefliyor. İkisi de “Navaron’un Topları”, “12 Kahraman Haydut” gibi filmlere mizah duygusu ve biçimci bir yaklaşım getiriyorlar.

        Filmin en dikkat çekici yanlarından biri, 2019 yapımı “The Gentlemen”dan bu yana Ritchie ile çalışan Christopher Benstead’in müziği… Ennio Morricone’nin Sergio Leone’nin spagetti westernleri için yaptığı müzik çalışmalarını hatırlatan bir iş koyuyor ortaya Benstead. Ritchie’nin stilize anlatımına uyum sağlayan, filmin seyir keyfini artıran bir müzik çalışması bu… Söz müzikten açılmışken, Marjorie’nin kostümlü partide, Bertolt Brecht’in yazdığı Kurt Weill’ın bestelediği “Üç Kuruşluk Opera”dan söylediği popüler şarkıyı not edelim. Hikâye örgüsünde kilit noktada duran bir şarkı bu… Şarkı iyi hoş ama Nazilerin karşısında söylenmesi ne kadar inandırıcı, kuşkusuz ayrı bir konu.

        Guy Ritchie’nin “Servet Operasyonu”ndan sonra bir kez daha Antalya’da çektiği “Gayribeyefendi Savaş Dairesi”, 60 milyon dolarlık bütçesiyle tipik bir anaakım aksiyon filmi. Çok sevdiğimi veya beğendiğimi söylemem mümkün değil. Etkileyici bir karakter çalışmasından ve kayda değer alt metinlerden söz etmem imkânsız. Ama oyuncuları, anlatımı, mizah duygusu ve müzikleriyle oyalayıcı bir film. Aksiyon severlerin hoşuna gidebilir. (Prime Video)

        6/10