Bir müzikal denemesi: Emilia Pérez
Fransız yönetmen Jacques Audiard, 1994’teki “Düşen Adamlara Bak”tan (Regarde les hommes tomber) bu yana birbirine pek benzemeyen filmler çekmeyi sürdürüyor. Audiard filmlerinin çıkış noktaları tanıdık gelse de olayların gelişimini, sonunu tahmin etmek her zaman kolay değildir. Genellikle iyi yazılmış derinlikli karakterlerle çıkar karşımıza. Şablonlardan uzak duran, kafamızı karıştıran hikâyeler anlatmayı sever. Sözgelimi, Altın Palmiyeli “Dheepan” (2015) Avrupa’daki sığınmacı sorununa farklı yerden bakar; sürpriz yan temalarla hikâyeyi ve karakterleri derinleştirir.
Jacques Audiard deyince aklımıza tür sineması gelmez. Buna karşılık, “Yeraltı Peygamberi” (Un prophète - 2009) ve “Sisters Kardeşler” (The Sister Brothers – 2018) gibi filmlerine baktığınızda, her ikisi de açık şekilde tür sineması örnekleridir. İlki hapishane filmi, diğeri westerndir. Audiard, bu iki film özelinde, ele aldığı türü yenilemek ve örüntüleriyle oynamaktan ziyade karakterlerine ve hikâyesine odaklanır. Malum, hapishane ve western filmleri, dekorları veya görsel arka planlarıyla öne çıkar; benzer temaların etrafında dönerler. Audiard her iki filmde de ele aldığı janrın dekorlarına sadık kalır, temalarına yeni bakış açısı getirir.
Bir müzikal olan yeni filmi “Emilia Pérez”de ise yaklaşımı çok farklı. Müzikal, dekoru ve temalarıyla öne çıkan bir tür değildir. Eğer müzisyen biyografisi çekmiyor veya müzisyenlerle ilgili bir hikâye anlatmıyorsanız, türün temel özelliği, “karakterlerin durup dururken şarkı söylemesi”dir ve “Emilia Pérez” işte tam da böyle bir müzikal… Üstelik, bu kez sadece anlattığı hikâyeye ve karakterlere odaklanmıyor Audiard. Janrın hem yapısı hem biçimsel örüntüleriyle oynuyor; bir müzikal denemesi gerçekleştiriyor.
Audiard, karakterlerin şarkı söylediği müzikal sahneleri genellikle iç seslerinin, düşüncelerinin ve duygularının yansıması olarak yerleştiriyor filme. Yani, bizi hakikate yaklaştıran bir anlatı katmanı haline getiriyor. Mesela, filmin hemen başındaki mahkeme sahnesindeki müzikal bölümde Rita’nın (Zoe Saldaña), gerçek duygu ve düşüncelerine tanık oluyoruz. Audiard ve görüntü yönetmeni Paul Guilhome, bu ve benzeri sahnelerde tiyatroda gördüğümüz gibi ışığı değiştiriyor; nesnel gerçekliği arka fonda bırakıp karakterin iç dünyasını müzikale dönüştürüyorlar. Rita ile Emilia Pérez’in (Karla Sofía Gascón) 4 yıl sonra Londra’da karşılaştıkları yemek sahnesindeki diyalogları sırasında da aniden ışık değişiyor. Masadakilerin değil sadece seyircilerin duyabildiği diyalog, müzikal formunda gelişiyor. Tam da burada, Audiard’ın “Emilia Pérez”i ilk olarak dört perdelik bir opera librettosu olarak yazmaya başladığını, daha sonra film senaryosuna dönüştürdüğünü unutmamak gerek. Öte yandan, Meksika’daki kayıp insanlar ve onları arayan yakınlarının anlatıldığı müzikal bölümde, tiyatro sahnesinde uygulanamayacak görsel efektler de çıkıyor karşımıza.
Audiard’ın, arada klasik müzikale daha yakın sahnelere imza attığını belirtelim. Sözgelimi, bir çeşit parodi olarak çekip kurguladığı Bangkok’daki estetik kliniği sahnesinde, klasik müzikallerdeki gibi öncelikle eğlence amaçlı bir performansın içindeyiz. Ama filmin geneline baktığımızda, müzikal sahnelerde dramatik unsurların, yani replik veya diyalogların eğlence unsurunun önüne geçtiğini, filmin anlatımını derinleştirdiğini görüyoruz. Birçok müzikal sahnede vokal ve ritme oranla melodi çok geride kalıyor. Öyle ki, sözlerin şarkıya tam olarak ne zaman dönüştüğünü kestirmekte güçlük çekiyoruz.
Filmin görselliğinde, sadece yönetmenliğin değil müzik ve Damien Jalet imzalı koreografinin de büyük katkısı var. Melodiden ziyade akorların öne çıktığı elektronik tınılar, bazı sahnelerde filmin duygusallığını, karanlık tonunu öne çıkarıyor; işitsel atmosferi etkili kılıyor. Yeri gelmişken, filmdeki şarkıların Camille tarafından yazılıp bestelendiğini, geri kalan müziklerin de Clément Ducol’a ait olduğunu belirtelim.
Audiard’ın anlatımı hiçbir zaman çok yalın olmamıştır ama yine de kendi adıma “Emilia Pérez”in en biçimci filmi olduğunu düşünüyorum. Audiard, Bob Fosse’un 1970’lerde “Cabaret” ve “All That Jazz” ile müzikal türüne getirdiği modern ve biçimci yaklaşımı benimsiyor. Jeneriği takip eden ilk sahneden itibaren Audiard’ın filmi keyif verici bir görsel ve işitsel deneyim olarak planladığını hissediyoruz. Uzaklarda netlik dışı yanıp sönen ışıklı bir motif olarak gördüğümüz filmin ilk imgesi, perdede büyüdükçe Meksikalı müzisyenlere dönüşüyor. “Meksika ve müzik” filmin iki önemli bileşeninden biri… Ayrıca tüm filmin, Meksika gerçeğini bir müzikalle yakalama çabası olduğunu öne sürmek olası.
Kuşkusuz, Jacques Audiard’ın tüm bu biçimcilikle ne anlattığı çok önemli. Filmi dört temel başlıkta incelemenin mümkün olduğunu düşünüyorum. İlki ve en önemlisi, bir insanın değişme ve yeni bir hayat kurma özlemi… Merkezdeki iki karakter için de geçerli bir durum bu… Daha ilk sahneden anladığımız gibi, başarılı avukat Rita Maro Castro, içindeki idealist insanı bastırmaya ve görünmez kılmaya çalışıyor. Uyuşturucu karteli lideri Juan “Manitas” Del Monte ise eski kimliğini yok etmek, cinsiyet değiştirmek ve kadın olarak yeni bir hayata başlamak istiyor. Yeri gelmişken, Audiard’ın Juan / Emilia Pérez karakterini yazarken Boris Razon’un 2018’de yayımlanan “Écoute” romanından esinlendiğini belirtelim.
İki karakterde de yeni bir hayat kurma özlemi var. Onlara kocasında aşkı, tutkuyu bulamayan ve Gustavo (Édgar Ramírez) ile yeni bir başlangıç yapmak isteyen Jessi’yi (Selena Gomez) de rahatlıkla ekleyebiliriz. Her üçünün de amacı, hayatlarındaki sahteliği sona erdirmek, gerçek kimliklerine kavuşmak…
Ele alınması gereken ikinci başlık, Meksika… Çünkü “Emilia Pérez” uyuşturucu kartellerinin Meksika halkının başına açtığı büyük sosyal felaketler üzerine bir film aynı zamanda… Film, karteller arasındaki çatışmalara kurban giden ve adli kayıtlara “kayıp” olarak geçen sayısız insanın varlığına dikkatimizi çekiyor; sorunun ne kadar derin ve vahim olduğunu ortaya koyuyor. Yıllar önce Denis Villeneuve de “Sicario”da (2015) aynı konuya girmiş, Meksika’da sürüp giden ve sonu hiç gelmeyen toplu katliamların ciddiyetini ortaya koymuştu. Audiard, müzikal sahnelerden birinde, sorunun hükümete kadar uzandığını, kartellerin rüşvet vererek siyasi iktidarı etkisiz hale getirdiğinin de altını çiziyor.
Hikâyenin ilk dönüm noktası Juan “Manitas” Del Monte’nin cinsiyet değiştirme ameliyatına girmesi ise ikinci dönüm noktası, Emilia Pérez ve Rita’nın Mexico City’de otururken kayıp oğlunu arayan anneyle karşılaştıkları sahnede gerçekleşiyor. Oğlunun fotoğrafını dağıtan anne kafeye girmeden önce Emilia, Rita’ya Meksika’da kalması gerektiğini söylüyor. Londra’ya dönmek isteyen Rita’nın ise daha en başından itibaren Meksika’daki toplumsal yozlaşmadan kaçmak istediğini biliyoruz. Bu sahneden sonra Rita ve Emilia’nın kaderleri, cinsiyet değiştirme ameliyatının ardından bir kez daha kesişiyor; bu kez ortak bir amaç için bir araya geliyorlar. İkisi birlikte önce kayıp insanların gömüldüğü toplu mezarları bulmak için harekete geçiyor; sonrasında Meksika halkı için iyi şeyler yapmayı yaşam biçimi haline getiriyorlar.
Audiard, “bir kartel lideri” olarak Juan “Manitas” Del Monte’nin portresini detaylı olarak çıkarmadığı için geçmişte neler yaptığını, bu katliamlarda oynadığı rolü tam olarak bilmiyoruz. Ne var ki, Meksika’daki sosyal yozlaşmaya her koşulda azımsanmayacak bir katkı yapmış olduğunun elbette farkındayız. O yüzden, yeni kimliğiyle yoksul Meksika halkı için elinden geleni yapmaya çalışarak geçmiş suçlarının kefaretini ödemek istediği çok belli…
İşte tam da burada, üçüncü başlığa, daha doğrusu filmin ortaya attığı kritik soruya geliyoruz. Bir insanın günahlarla dolu geçmişinden tümüyle kurtulması, yeni bir hayat kurması mümkün müdür? Final, bu soruya verilen açık bir yanıt olarak kabul edilebilir. Hatta Perez’in eski eşiyle olan ilişkisi üzerinden aynı soruya dolaylı bir yanıt verildiği de öne sürülebilir aslında. Bir sahnede eski kocasının kuzeni kimliğiyle eski eşi Jessi ile konuşurken geçmişte nasıl bir insan olduğunu, başkalarının hayatı üzerinde yarattığı olumsuz etkileri çok daha iyi görüyor Emilia ve geçmişteki kimliğine dışardan bakabiliyor. Peki, özür dileyerek, iyi davranarak geçmişteki o büyük günahlardan arınmak mümkün mü? Film, bir insanın geçmişteki kişiliğinden, kötü alışkanlıklarından tümüyle kurtulmasının zor olduğunun altını çiziyor. Ama asıl meselenin ve filmdeki tüm kötülüklerin kaynağının Meksika’daki şiddet döngüsü olduğu da vurgulanıyor.
Filmin benim için öne çıkan dördüncü başlığı, feminist alt metni… Audiard, Meksika’daki şiddet döngüsünün eril niteliğine vurgu yapıyor. Kötülüğün kaynağında erkeklik kültürü ve şiddet var. Kartel lideri kadına dönüştüğünde merhamet ve vicdan gibi manevi değerlere sahip çıkan bir insana dönüşebiliyor. Kartel lideri bir erkek olarak asla yapamayacağı şeyler yaparken görüyoruz onu. Özetle, ancak bir kadın olduğunda organize suçun Meksika’ya verdiği zararla yüzleşebiliyor. Audiard, belli ki Meksika’nın kurtuluş umudunu da aynı yerde, yani kadınların yükselişinde görüyor.
Fransa’da Paris’te çekilen “Emilia Pérez”, biçimci bir müzikal denemesi olmasına karşılık özellikle Meksika’daki sosyal olaylar konusunda gerçekçi bir yaklaşıma sahip. Öte yandan, finalde olayların kontrolden çıkması dahil hikâyenin gerçekçi olduğunu pek düşünmüyorum. Özellikle, Juan “Manitas” Del Monte, Emilia Pérez ve Jessi arasındaki ilişkiler üzerinden gittiğimizde, senaryoda inandırıcılık açısından zayıf veya havada kalan bazı noktalar çarpıyor gözümüze. Filmin finalini bu ilişki üzerinden geliştirmenin doğru fikir olduğunu kabul ediyorum; çünkü “Emilia Pérez’e dönüşme projesi”nin ahlaki açıdan problemli yanı, ailesiyle olan ilişkileri... Audiard bunun altını çizerken hiç kimsenin geçmiş kimliğinden tam olarak kurtulamayacağını da ima ediyor. Ama tüm bunlar, kartel liderinin birkaç yıl boyunca hormon alarak yaşadığı değişimi ailesine ve yakın çevresine hiç çaktırmamasını yeterince iyi açıklayamıyor. Özetle, hikâyeyi geliştirirken biraz kolayına kaçmış Audiard, bazı noktaları havada bırakmış. Öte yandan, müzikalin, inandırıcılık konusunda en dertsiz tasasız film türlerinden biri olduğunu akıldan çıkarmamak gerek. Sonuçta, insanların şarkı söyleyip dans ettiği bir film seyrediyoruz ve inandırıcılık, Audiard’ın ilk hedeflerinden biri değil.
“Emilia Pérez”, baştan sona ilgiyle seyrettiğim bir film oldu. Başarıda oyuncuların da büyük payı var. Geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde Zoe Saldaña, Karla Sofía Gascón ve Selena Gomez’e en iyi kadın oyuncu ödülünü getiren “Emilia Pérez”in Altın Küreler’e 10 dalda aday olduğunu da belirtelim. (MUBI)
7.5/10
- Güncellenmiş Avcı Kraven portresi18 saat önce
- Yeni bir Orta Dünya filmi3 gün önce
- Şerif Gören'in ardından1 hafta önce
- El emeği, göz nuru animasyon1 hafta önce
- Oysa hayat şimdi ve "Burada"1 hafta önce
- Maria'nın 'Paris'te Son Tango'su3 hafta önce
- Oz'un 'kötü' cadısının hikâyesi3 hafta önce
- Issız adaya düşen robot4 hafta önce
- Hikâye farklı, formül aynı1 ay önce
- Peri masalına dahil olan modern sapık1 ay önce