Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nasuhi Güngör Filistin bizim neyimiz oluyor?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        İsrail’in peş peşe saldırı ve suikastlarının ardından bölgedeki gelişmelere bakmaya devam edelim.

        İki noktaya dikkat çekerek başlamakta yarar var. Birincisi Filistin konusunda ve özelde 7 Ekim’den bu yana Gazze’deki soykırım sürecinde Türkiye’nin tavrının ve önerilerinin yeterince anlaşılamadığını düşünüyorum. Oysa bugün itibarıyla kayda değer tüm çözüm önerilerinin merkezinde Türkiye var.

        İkincisi, aslında ilkiyle doğrudan ilgili bir başka nokta. Türkiye kamuoyunda, bu meseleye gösterdiğimiz yakınlığı, gereksiz, anlamsız ve ideolojik bulan kesimlerin varlığı. Saydığım kategorilerin her birini besleyen propaganda araçları, manipülasyonlar ve belli güç merkezleri var.

        Öncelikle toplumunun kahir ekseriyeti Müslüman olan bir ülkede, Filistin’den ayrı düşünülmesi imkansız olan bir Mescid-i Aksa hassasiyeti var. Dahası bu alanla irtibatlı bir tarih bilincine sahibiz. Mesele Arapların Birinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki tavırlarıyla açıklanacak kadar basit de değil. (Bunları tek bir tavır ya da politika olarak tarif etmenin tarihi gerçeklerle zaten ilgisi yok.)

        Bunlar kadar önemli olan diğer başlık ise, Türkiye’nin de merkezinde bulunduğu coğrafyada hemen bütün sorunların kaynağında Filistin sorununun, dolayısıyla İsrail’in işgalci, katliamcı ve hukuk tanımaz politikalarının olması. Dolasıyla Ankara’nın bu meseleye ilgisi, tarih bilinci, ortak hassasiyetler kadar güvenliğiyle de ilgili.

        TÜRKİYE FİLİSTİN'DE KİMİ ÖNEMSİYOR?

        Gelelim Hamas tarafına. Burada izlediğimiz politikanın, muhalefetin iddia ettiği gibi “Hamas aşkı ve taraftarlığı”yla ilgisi yok. Türkiye, mevcut yapıların temsil kabiliyetine bakıyor. Hiçbir grup ya da aktörü dışlamıyor. Çünkü Filistin halkının kendi geleceğini tayin etmesini istiyor.

        Bu gelecek tayini meselesine biraz yakından bakalım. Çünkü şu anda özellikle ABD tarafında, Filistin’in geleceğine dair pek çok senaryo gündeme getiriliyor. Tartışanların elbette önemli bir bölümü İsrail’i çılgınca alkışlayan ve destekleyen zihin dünyasının mensubu.

        Bunların hemen hepsinde dikkat çekici olan taraf şu. Filistin halkı asla bir özne olarak dikkate alınmıyor. Her şey İsrail’in istediği gibi düzenleniyor, onun seçeceği aktörler üzerinden sözde bir “barış” aranıyor. Mesele Filistin halkının kendi geleceğini kurabilmesi değil, onların topraklarından çıkarılıp belli bir alana sıkıştırılması ve İsrail’in güvenliğinin sağlanması.

        Türkiye’nin Hamas ve diğer Filistinli aktörleri bir araya getirme yönündeki çabaları, yeni süreçte de devam edecek. Mahmud Abbas’la ilgili davetin ve yapacağı konuşmanın da bu çabanın bir parçası olduğu gayet açık. Abbas ve mevcut Filistin yönetiminin, kendi halkında itibarının ne kadar zayıf olduğunun ve güçsüzlüğünün elbette Türkiye de farkında. Ama uluslararası düzeyde belli bir kabul görüyor olmasının getireceği katkılar dikkate alınıyor.

        GARANTÖRLÜK KONUSU

        Ankara’nın 7 Ekim sonrasında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından gündeme getirdiği garantörlük önerisine de bu çerçevede bakmak gerekiyor. Öncelikle dünyada hazırlanan ve içinde Filistin halkının iradesinin olmadığı senaryolar yakından takip ediliyor. Bunların hiçbiri soruna çözüm sağlayacak bir çerçeve ya da sahiciliğe sahip değil.

        Türkiye, şunu anlatıyor garantörlük önerisinde. Filistin tarafına garantörlük yapacak ülkeler bölgeden olsun. Mesela Türkiye gibi. İsrail için de başkaları bu rolü üstlensin. Taraflar oturup konuşsun, iki taraf mutabık kaldıktan sonra garantör ülkeler devreye girsin.

        Peki neden bölge ülkelerinin olması önemli? Çünkü Ankara onların da taşın altına elini sokmasını ve meseleyi sahiplenmesini istiyor.

        İSRAİL ADINA DEĞİL, BARIŞ İÇİN

        Çözüme dair mayalanan önerilerin bir bölümünde ise, Gazze başta olmak üzere bölgede belli ülkelerin kolluk güçlerinin görev alması yer alıyor. Elbette bunların kim olacağı ve nasıl bir görev tanımı yapılacağı İsrail'in tercihleriyle şekillenecek. Bu tür arızalı yaklaşımların, barışa dair çok ortaklı bir gücün içinde olmakla ilgisi yok. Bu tam anlamıyla İsrail adına jandarmalık.

        İşte Ankara’nın anladığım kadarıyla buna net bir itirazı var. Filistin halkının, seçilmiş bir iradenin içinde olmadığı bir yerde, bölge ülkelerinin, özellikle de Türkiye’nin güvenliği sağlaması, İsrail’in elini güçlendirmekten başka bir anlam taşımıyor.

        Şöyle özetlenebilir Ankara'nın yaklaşımı: "Kalıcı bir barış, temsil derinliği olan bir model. Toprak işgallerinin bir an önce durdurulacağı bir süreç." Ama bunun için çok daha kapsayıcı ve bölge merkezli bir önerisi de var.

        Dışişleri Bakanı Fidan’ın son dönemde bölge ülkelerinin kendi güvenlik mimarisini oluşturması gerektiğine dikkat çekmesi önemli bir nokta. Bakan Fidan, yakın dönemde verdiği röportajlarda bu “güvenlik ittifakı” konusuna dair önemli ayrıntılar sundu.

        Bölge ve Türkiye açısından hayati bir öneri. Onu da bir sonraki yazıya bırakalım.