Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nasuhi Güngör Türkiye savaş mı ilan etti?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, dün Rize’de partisinin teşkilat toplantısında oldukça dikkat çekici bir değerlendirme yaptı:

        “Savunma Sanayii'nde bizim ithalat-ihracatımız neydi, nereye geldik ama sevgili kardeşlerim bunların hiçbiri bizi aldatmasın. Biz çok güçlü olmalıyız ki bu İsrail, Filistin'e bunları yapamasın. Biz nasıl Karabağ'a girdiysek, nasıl Libya'ya girdiysek bunun benzerini aynen onlara da yaparız. Yapmamak için hiçbir şey yok. Sadece biz güçlü olmalıyız ki bu adımları atalım.”

        Şurası bir gerçek. Bugün itibarıyla Türkiye’de medyada, akademide ve benzeri platformlarda bu meseleye dair söylenen her söz, yapılan her değerlendirme, tüm dünyada her zamankinden çok daha büyük bir dikkatle takip edilecek. Özellikle de devlet ve siyaset katında dile getirilenler.

        Bu değerlendirmenin İsrail başta olmak üzere muhataplarından ve onları gizli-açık destekleyen güçler tarafından alacağı tepkileri öngörmek zor değil. Nitekim İsrail tarafından tehditkar çıkışlar ve yaklaşımlar peş peşe geliyor. Devamı da destekçilerinden gelecektir.

        OLAN BİTEN ÇOK AÇIK

        Olan biten kimse açısından sır değil. 7 Ekim 2023 sonrasında başlayan sürecin, İsrail’in Gazze’den adım adım tüm Filistin’e yayılan katliam ve işgal politikalarına dönüşmesi herkesin gözü önünde. ABD kongresinde tüm bunların sorumlusu olan Netanyahu’nun adeta alkışlarla kutsanması da.

        Vicdan sahibi her insan, kurum ya da ülke olup bitene tepki gösteriyor. Ancak ABD başta olmak üzere hemen tüm büyük batılı aktörlerin tepki şöyle dursun bu büyük yangına körükle gitmesi, barışın değil, daha büyük bir savaş tehdidinin önünü açıyor.

        YA BARIŞ, YA SAVAŞ

        Büyük savaş demişken, 7 Ekim sürecinin tüm kritik aşamalarında, mesela Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 27 Ekim 2023’te yaptığı şu değerlendirmeyi hatırlamakta yarar var: “Biz hiçbir zaman zulme ortak olmadık, burada da zulme ortak olmayacağız. Cumhurbaşkanımızın vurguladığı üzere İsrail’den isteğimiz barış çağrımıza kulak vermesidir. Gazze'de bütün insanlık bir ayrımda. Ya büyük bir savaş ya da büyük bir barış çıkacak. Türkiye'nin amacı her zaman olduğu gibi barıştır.”

        Geldiğimiz noktayı tarif edeceksek, bu çerçeveye atıfta bulunabiliriz. Türkiye barıştan başka bir yaklaşım ortaya koymadı, zulme ortak olmadı ve dahası uluslararası camiada Filistin’in sesi oldu.

        İslam dünyasından, birkaç istisna çıkış dışında İsrail’e yönelik ciddi bir eleştiri, politik tutum ve barışa dair bir çaba görmek mümkün olmadı. Halihazırda pek çoğu, ABD seçim sonuçlarına göre kendi bulundukları dengeleri güçlendirme ya da yarım kalan ittifaklarını tamamlama çabasında. 7 Ekim’den hemen önce İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki normalleşme görüşmelerinin hayli ilerlediğini hatırlatmak yeterli olur sanırım.

        LÜBNAN BOYUTU

        Bugünkü tablo, Türkiye’nin endişelerini haklı kılan bir yere doğru ilerliyor. Savaşın yayılmaması, Filistin için iki devletli çözüme yapılan vurgu ve tüm uluslararası zeminlerde İsrail’in durdurulmasına yönelik açık çağrılar sonuç vermedi. Şimdi İsrail-Lübnan arasında derinleşen bir alana doğru savaşın yayılması çok ciddi bir sorun. Tüm bölgesel aktörleri, ayrıca küresel ölçekte çatışma halinde olan büyük güçleri etkileyecek bir ateş çemberine doğru gidiyor.

        Bir futbol sahasına yapılan saldırının ardından İsrail’in Hizbullah’ı adres göstermesiyle gerilim üst düzeyde tırmandı. Hizbullah ise bu saldırıya dair iddiaları reddetti. Bu nokta ise meselenin başka aktörler eliyle şekillendirilme ihtimalini düşündürüyor.

        TÜRKİYE SAVAŞ MI İLAN ETTİ?

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rize’de yaptığı açıklamaların üç önemli vurgusu var. Elbette tüm bunlar Türkiye’nin izlediği politikaların ana çerçevesi dikkatten kaçırılmadan değerlendirilmeli. Birincisi savunma sanayiinde gelinen noktaya işaret ederek, Türkiye’nin etrafında giderek büyüyen tehditler karşısında daha fazlasını yapması gerektiğini vurgulaması. Dolayısıyla ikincisi, “Biz çok güçlü olmalıyız ki bu İsrail, Filistin'e bunları yapamasın” değerlendirmesi. Üçüncüsü Karabağ ve Libya örneklerinin hatırlatılması. Aynı konuşmada Mahmud Abbas'a yönelik tepkinin de altı çizilmeli.

        Yukarıda ifade ettiğim gibi Türkiye, Gazze’deki ateşin bir büyük savaşa dönüşmesi konusunda başından itibaren endişeli. Öte yandan “Gazze ve Filistin, Türkiye açısından ne ifade ediyor, neden bu meselenin bu kadar içindeyiz, bu işlere karışmayalım” tartışmasını yürütenler de var. Artık o noktada değiliz. Savaşın gidişatı, böyle bir “mesafeli ilgi”ye izin verecek aşamayı çoktan geçti.

        Netanyahu’nun seçimlere birkaç ay kala Amerikan kongresinde sergilenen çirkin tiyatroda rol alması, Lübnan’a yönelik saldırı konusundaki açıklamaları bu tabloyu anlatmaya yeter.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sert sözleri, bir savaş ilanı değil, savaşa dair bir heveskarlık hiç değil. Türkiye’nin ayakta kalması ve barışa katkı sağlaması için daha güçlü olmasının önemine işaret eden; aynı zamanda kimsenin dışında kalamayacağı bir büyük savaş ve çatışma zemininde Türkiye’nin pozisyonunu ve kararlılığını ifade eden bir çıkış.